Başbakanı’nın önce “kürtaj ve sezaryen cinayettir”, hemen ardından da “her kürtaj bir Uludere’dir” açıklaması ile gündeme düşen, asıl olarak kürtaj üzerinden yürüyen tartışma pek çok şehirde Kürtaj Haktır, Karar Kadınların Platformlarının kurulmasına da vesile oldu. Kadınların ilk elden verdiği güçlü tepki, AKP kanadından gelen “sert” açıklamaların kesilmesine, bu meselede tabiri caizse hız kesmelerine yol açtı […]
Başbakanı’nın önce “kürtaj ve sezaryen cinayettir”, hemen ardından da “her kürtaj bir Uludere’dir” açıklaması ile gündeme düşen, asıl olarak kürtaj üzerinden yürüyen tartışma pek çok şehirde Kürtaj Haktır, Karar Kadınların Platformlarının kurulmasına da vesile oldu.
Kadınların ilk elden verdiği güçlü tepki, AKP kanadından gelen “sert” açıklamaların kesilmesine, bu meselede tabiri caizse hız kesmelerine yol açtı diye düşünüyorum.
Ancak AKP, çoğunlukla bunu yapıyor. Deyim yerindeyse önce ortaya bir şeyler saçıyor/fışkırtıyor… İlk elden gelen tepkilere bakıyor, sonra tepkilerin sönümlendiği, gündemin değiştiği ilk fırsatta planladığı değişikliği ve düzenlemeyi yapıyor.
Nitekim bir süredir ortalıkta, kim tarafından hazırlandığı ve dolaşıma sokulduğu belli olmayan “kürtaj tasarıları” dolaşıyor. Kürtaj yaptırmak üzere başvuranlar için “ikna odası” kurulması başta olmak üzere, kaygıyla takip ettiğimiz pek çok madde söz konusu…
Eskisi kadar “ortalıkta” görünmüyoruz belki ama hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Hükümet sandığı kadar kolay düzenleme yapamayacak, bunu bilsin.
Yasa değişikliği olsa da olmasa da, sadece olası değişikliklerle değil, mevcut durumdaki ihlallere ilişkin de çalışıyoruz. Çünkü şimdiki durumda da parasız, nitelikli ve güvenli bir kürtaj hizmetine ulaşmak çok güç… Sağlık politikaları ile, bilinen ismiyle “sağlıkta dönüşüm”le birlikte birinci basamak sağlık kuruluşları (özellikle üreme sağlığı merkezleri, Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması merkezleri) tasfiye olduktan sonra, daha da güçleşti/güçleşiyor.
AKP daha o ilk günlerde tecavüz sonucu ortaya çıkan gebelikler üzerine de akıl almaz “yorumlar” yapmıştı. Önce Sağlık Bakanı Akdağ, ardından TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün; “tecavüze uğrayan kadınlar da kürtaj olmamalı. Gerekirse devlet bakar” demişti. Bu süreci Melih Gökçek’in “tecavüzden olan çocuk mu ölecek, anası ölsün” sözü izlemişti…
Evet Gökçek’in istediği oluyor; kimi durumda “normal doğum” ısrarı yüzünden doğum masasında, kimi durumda istemediği halde doğurmaya mahkum edildiği için bu gebeliğe kendisi son vererek kadınlar ölüyor, ölmeye devam ediyor…
Yeniden yeniden tecavüze uğramak…
Tecavüz başlı başına ağır bir suç, kadının hem bedenine, hem ruhuna yönelik ağır bir saldırı… Üstelik bu saldırılarda kadınlar, yargılama süreci yönünden ciddi sıkıntı yaşıyorlar. Cinsiyetçi yargı sisteminin bütün makyajı, oralarda dökülüveriyor… Pek çok durumda tecavüzcüler değil, kadın yargılanıyor. Fethiye davası, bu yönde çok sayıda örnekle doluydu… 13 yaşındaki N.Ç’nin toplu tecavüze “rızası” olduğunu söyleyen Yargıtay kararını da unutmak mümkün değil…
Hem tecavüze uğramak, hem hamile kalmak, hem de istemediği halde doğurmaya mahkum olmaksa nasıl anlatılır, emin değilim. Sanırım her seferinde yeniden yeniden tecavüze uğramak demek…
Sakarya’dan, Karabük’ten, Edirne’den ardı ardına toplu tecavüz haberleri geldi… İkisi 14, biri 16 yaşında küçük kız çocukları. Üstelik hamileler. Aynı günlerde Isparta’dan Nevin’i de duyduk. O 25 yaşındaydı… O da birçok kişinin bildiği halde engel olmadığı bir şiddetin, tecavüzün mağduruydu. Hamile olduğunu fark edip, hastaneye de gitmişti ama “süresi geçmiş” deyip, geri gönderilmişti. Oysa o tarihlerde 16 haftalık hamileymiş.
Türk Ceza Kanunu’nun 99. Maddesi, “kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe kalması halinde” yasal kürtaj süresinin 10 değil, 20 hafta olacağını düzenliyor.
Buna rağmen 16 haftalık gebe Nevin, hastane kapısından döndürülüyor…
Sadece Nevin değil, son günlerde kamuoyuna yansıyan bu saldırıların tamamında; kız çocukları, kadınlar, devletin bürokrasi çarkına, savcıların, avukatların, doktorların bilgisizliklerine kurban oldular…
Kanunda “izin” gerekmiyor
Kanun maddesi, savcının ya da hakimin iznini aramıyor. Böyle bir şart yok. Buna rağmen uygulamada avukatlar da, doktorlar da savcı izninin peşine düştü. Gazete manşetlerini de bu haberler süsledi: “Savcı izin vermedi”… İzin neden gereksin ki???
Zaten soruşturmanın sona ermesini beklemek demek, 20 haftanın dolması ve tecavüz gibi ağır bir saldırıya maruz alan kadınların, bu istenmeyen gebeliği sürdürmeye mahkum olması demek…
Haldeki durumda “Aile sever bakanımız” Fatma Şahin “el uzattı”. Savcının sorun çıkardığı Karabük’ten kürtaj haberi geldi… Nevin ise, istemediğini söylediği bu hamileliği yaşamayı sürdürüyor. Gebelik süresinin 30 haftayı geçtiği belirtiliyor… Nevin’in bu doğumu yapamayacağı, bu sürecin O’na, O’nun beden ve ruh sağlığına zarar vereceği, sağlığını bozacağı yönünde bir doktor raporu ile belgelenirse, belki Nevin için de bir umut ışığı doğacak… Belki…
Ama ne yaşadıklarını hiç bilmediğimiz, duymadığımız, sesi sesimizle birleşmeyen kadınlar için hiçbir şey değişmedi. Çünkü tecavüz konusunda ahkam kesen “AKP büyükleri” de, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da, ne tecavüzlerin durması, ne Edirne’de olduğu gibi tecavüzcülerin serbest bırakılıp tecavüzlerine devam etmemesi yani cezalandırılmaları, ne de bu saldırıya maruz kalan kadınlar için en azından yasanın mevcut halinin olduğu gibi uygulanması için, yani kadınlara yeniden yeniden tecavüz edilmemesi için tek bir şey yapıyor.
Bu korkunç tablo karşısında, yapılacak çok şey var ama öncelikle savcıların da, avukatların da meslek içi eğitimden geçip bilgilenmesi gerek. Kanunun mevcut halinde, savcının izninin gerekmediğini öğrenmeleri gerek…
Hekimlerin de bilgilendirilmeleri gerektiği açık. Tüm hekimler 16 haftalıkken başvurup “tecavüze uğradım” diyen bir kadını, “süre geçmiş” diye geri göndermemesi gerektiğini öğrenmeli…
İstanbul Feminist Kolektif