Eşkıyalar, Abdulkadir Konukoğlu’nun ifadesi ile “gözü açılmış” haydutların enerji ihtiyacını karşılama girişimlerine, temiz enerji üretme kaygılarına, dışa bağımlılığı azaltma ideallerine çomak sokuyorlar Trabzon Solaklı’da yaşananlara hepimiz şahit olduk. Derebaşı Enerji AŞ isimli bir şirket, Solaklı Deresi üzerine 11,3 megavat kurulu gücü olan bir HES yapmak istiyor. Solaklı köylüleri ise derelerine kelepçe vurulmasını istemiyor. Kısaca anlatmak […]
Eşkıyalar, Abdulkadir Konukoğlu’nun ifadesi ile “gözü açılmış” haydutların enerji ihtiyacını karşılama girişimlerine, temiz enerji üretme kaygılarına, dışa bağımlılığı azaltma ideallerine çomak sokuyorlar
Trabzon Solaklı’da yaşananlara hepimiz şahit olduk. Derebaşı Enerji AŞ isimli bir şirket, Solaklı Deresi üzerine 11,3 megavat kurulu gücü olan bir HES yapmak istiyor. Solaklı köylüleri ise derelerine kelepçe vurulmasını istemiyor. Kısaca anlatmak gerekirse köylüler, HES şantiyesine indi, yaşanan arbedeler sonucunda köylülerden ve HES şirketi çalışanlarından yaralananlar oldu. 200 köylü jandarma ablukasıyla çevrildi. 105 köylünün ifadesi alındı, 5 köylü gözaltına alındı ve sonra bırakıldı.
W. Arnold’un anlatımıyla; XIV. Yüzyılda Almanya’da soylular sürekli olarak haydutluk yaparak yoksul halkın neyi var neyi yoksa el koyarlarmış. O dönem bir halk ozanı genç bir soyluya şu öğüdü vermiş: “Yeşil ormana gizlen ve odun toplamaya gelen köylüyü görür görmez hemen üstüne saldır. Boğazını sık ki keyfin yerine gelsin. Atıyla birlikte neyi var neyi yoksa al ve git.”
XIV. Yüzyılın soyluları bugünün burjuva sınıfı ya da sermaye sınıfı, haydutluk geleneğini sürdürmeye devam ediyor. İktidarı, kaynakların dağıtımını, denetimini ellerinde tutuyor. Dün yüzüne bakmadıkları doğal varlıklar bugün değer kazanınca hemen üstlerine üşüşüyor, etrafındaki köylülerin boğazını sıkıyor, derelerini, ormanlarını, yaşam alanlarını ellerinden alıyor ve gidiyor.
Sermaye sınıfının tüm bu haydutluklarına göz yuman iktidarın padişahları ise arkada kalanları temizliyor, boğazı sıkıldığında ölmemiş köylü varsa ya gazlarla boğarak öldürüyor ya da hapishanelerine gönderiyor.
Tüm bunların karşısında bir de bu toplumsal düzeneğe karşı kafa tutan eşkıyalar var. Eşkıyalar, mevcut sosyoekonomik ve siyasal düzeneğe meydan okuyorlar. Her kafa tutuşlarında belki bilinçli, belki de bilinçsizce çatlaklar yaratıyorlar. Çünkü bu eşkıyalar, para ve kâr üzerine kurulu bir topluma kapılıp gitmek yerine kapitalizmin dünyayı perişan etmekte olduğunu görüyor ve bunu yüksek sesle dillendiriyorlar.
Toplumsal düzeneğe adapte olmaya çalışan birçoğumuza göre belki de yel değirmenlerine karşı Don Kişotluk yapıyorlar. İçlerinde Robin Hood, Panço Villa, belki de İnce Memed’i barındırıyorlar. Ama biliyorlar ki, nesilden nesle aktarılacak olan onların hikâyesidir; kapitalizme ve şirketlere karşı bir başkaldırı hikâyesidir.
Eşkıyalar, kapitalizme meydan okumak zorundalar. Çünkü kapitalist birikim denilen süreç bugün giderek ortak kamusal zenginlikleri özel mülkiyete dönüştürerek büyük bir mülksüzleştirme yaratmaktadır. Haydut biçimine dönüşmüş kapitalistler; ormanları, meraları, kıyıları, madenleri ve dereleri yani suları yeni değerlenme alanı olarak kapitalist birikim sürecine entegre ediyorlar. Naomi Klein’ın ifadesi ile “felaket kapitalizmi” dünyanın dört bir tarafında ama özellikle devlet yapılarının zayıf olduğu ülkelerde doğal varlıklar biçimindeki ortak zenginliklere el koymaktadır. Ortak zenginlikler özel mülkiyet haline getirilerek şirketlere peşkeş çekilmektedir.
Eşkıyalar, Abdulkadir Konukoğlu’nun ifadesi ile “gözü açılmış” haydutların enerji ihtiyacını karşılama girişimlerine, temiz enerji üretme kaygılarına, dışa bağımlılığı azaltma ideallerine çomak sokuyorlar. Haydutların birikim zorunluluğunu devam ettirmek için ya da sermayelerinin değersizleşme krizleri karşısında buldukları ilacı “boşa akan derelere” döküyorlar ve denizin dibine kadar gönderiyorlar.
Çünkü eşkıyalar yaşam alanlarıyla ilgili alınan karar mekanizmalarından dışlanmış durumdalar. Bu da yetmezmiş gibi kapitalist birikimin yaratacağı tahribatın tüm olumsuzlarını yaşayacak “risk toplumu”nu oluşturuyorlar. Sınırsız ve açık biçimde erişebildikleri dereleri tel örgüler ve duvarlarla kendilerine yasaklanmış durumda. Artık balık tutamıyor, yüzmeyi derelerinde öğrenemiyorlar. Tarım yapamıyor, nefes dahi alamıyorlar.
Solaklı’da şahit olduğumuz budur işte. Haydutlar ve eşkıyaların çarpışması. Bu çarpışmanın galibi henüz belli değil. Ama bizim bildiğimiz bir öğreti var; eşkıyalık, büyük bir hareketle birleştiğinde; toplumu değiştirebilecek olan ve değiştiren bir gücün parçası haline gelir.