“Souboj v EU vyhrál jih”… (Avrupa’daki çatışmada Güney kazandı -ç.n.) Günlük Çek gazetesi Právo 29 Haziran’daki euro zone zirvesinin sonuçlarını böyle yorumladı. Bu görüş diğer bir çok yorumcu tarafından paylaşıldı ve İtalyan ve İspanyol hükümetlerince ifade edildi. Oysa bu yargılar anlayamıyor. Burada bir bir muzaffer varsa, Avrupa’nın güneyi değil bankalardır. İtalya ve İspanya’nın sağcı hükümetleri […]
“Souboj v EU vyhrál jih”… (Avrupa’daki çatışmada Güney kazandı -ç.n.) Günlük Çek gazetesi Právo 29 Haziran’daki euro zone zirvesinin sonuçlarını böyle yorumladı. Bu görüş diğer bir çok yorumcu tarafından paylaşıldı ve İtalyan ve İspanyol hükümetlerince ifade edildi. Oysa bu yargılar anlayamıyor. Burada bir bir muzaffer varsa, Avrupa’nın güneyi değil bankalardır.
İtalya ve İspanya’nın sağcı hükümetleri zirvenin öncesinde ve zirve sırasında EFSF (Avrupa Finansal İstikrar Fonu -ç.n) ve ESM’nin (Avrupa İstikram Mekanizması -ç.n) sözde kurtarma fonlarını daha kolay kullanmak için kuvvetli bir lobi yaptılar. Her ikisi de, krizlerinin uluslararası bankalarca daha şiddetli biçimde algılanması nedeniyle kamu borçları için fırlayan faiz oranlarıyla karşı karşıya. İspanyol bankacılık sektöründe, gayrimenkul sektöründeki patlamasının etkilerinin İspanyol bankaları için nihayete erdiği giderek daha fazla ortaya çıkıyor. Bankacılık sektörünün stabilizasyonunun çok maliyetli olacağı ortada. Kötü ekonomik durum, kamu borcu sorununu ağırlaştırmakta ve devlet maliyesine olumsuz etkide bulunmakta. Kimi eyalet hükümetleri ve yerel hükümetler çok ciddi bütçe problemleriyle karşı karşıya. İtalya’nın ekonomik çıkmazı ise daha az doğal. Buna rağmen, sert kemer sıkma tedbirleri, makamını seçimlere değil merkez Avrupa hükümetlerinin sert baskılarına borçlu olan Mario Monti’nin teknokrat hükümetinin popülaritesini çökertti. Monti umutsuzca imajını düzeltmeye ihtiyaç duyuyor.
Monti’nin kulis yaptığı ilk konu, EFSF/ESM fonlarını daha kolay kullanmaktı. Euro bölgesi zirvesi, EFSF/ESM araçlarının “esnek ve etkili bir biçimde” kullanılmasını onayladı. Bu esnekliğe dair ima, sonuç bildirgesinde ülke ismi anılmasa da, bilhassa İtalya’nın EFSF/ESM fonlarını daha kolay kullanımıyla ilgili olarak yorumlandı. Bununla beraber, esnekliğin sınırları oldukça açık tanımlandı. Kurtarma fonlarını esnek bir biçimde kullanmak isteyen ülkeler, İstikrar ve Büyüme Paktı’nın ve diğer makro-ekonomik denetim mekanizmalarının kriterleri kadar sözde ülkeye özel tavsiyeleri de yerine getirmek zorunda. Böylelikle, belki de AB ve IMF’nin Yunanistan, İrlanda ve Portekiz ile imzaladığı Momerandumlardan daha az görünür ve daha daha az küçük düşürücü olmasına rağmen koşulsallık çok sıkı olacak. Bu değişimin reel kapsamı sınırlı. Bununla birlikte, bu sınırlı esneklik dahi zirveden kısa bir süre sonra Finlandiya hükümetince sorgulandı. Hollanda hükümetinin de resmi çekinceleri var. Bu kararı uygulamak, euro bölgesindeki merkez ve çevre ülkeleri arasındaki çatlağı yeniden hızla su yüzüne çıkaracağından dolayı zor olabilir.
İkinci konu, ağırlıklı olarak İspanyol hükümeti tarafından dile getirilmekte. İspanyol hükümeti zor durumdaki bankaların EFSF/ESM tarafından doğrudan yeniden sermayelendirilmesini istemekte. İrlanda hükümeti, zor durumdaki finans sektörüne 68 milyar euro enjekte etti. Uzun vadede, Anglo İrlanda bankalarının faturası tek başına 47 milyar euroya varabilir. Her iki hükümet bu maliyeti tümüyle bütçelerine yansıtmak istememekte. Euro bölgesi zirvesi, gelecekte, ESM’nin bankaları doğrudan yeniden sermayelendirebileceğini kabul etti. Ne var ki, bu sadece bankacılık sektörü için “etkin tek bir denetim mekanizması”nın kurulmasının ardından olabilir. Böylesi bir mekanizmanın çerçevesi henüz netleştirilmedi. Bu çok zahmetli bir süreç olabilir. İlave olarak, bu fonların kullanımı şartlara bağlı olacaktır.
Bu zirvenin sonucuna bayram etmesi için sebepleri olan euro bölgesindeki çevre ülke hükümetlerinden çok bankalardır. Zirve, bankaları kurtarmanın, şu anda ulus devletlerle eliyle gerçekleştirilen yeniden sermayelendirmeye göre daha az şeffaf ve daha az demokratik biçimde denetlenen biçiminin yolunu yapmaktadır. Bankaları kamu mülkiyeti ve kontrolü altına almaya bağlı daha ileri istikrar önlemlerine daha fazla engel çıkaracaktır. Özellikle ESM, finansal sektörün yeniden yapılanması için uygun olmayan bir mekanizmadır. Açıkça aşırı genişlemiş bankacılık sektörü sorunu, ESM kredileri üzerinden yeniden sermayelendirmeyle ortadan kaldırılmıyor. Sadece sorunlar erteleniyor.
İlave olarak, ESM’nin yetkilerinin yeniden tanımlanmasında yasal engeller bulunmakta. ESM’nin rolünün yenden tanımlanması doğrudan Almanya’daki onay sürecinin son evresine denk gelmekte. Her ne kadar ESM’nin faaliyet alanı politik olarak şimdiden değiştirilmiş olsa da, Alman parlamentosu eski ESM anlayışını hiç bir şey olmamış gibi geçirdi. İktidar koalisyonunun milletvekilleri dahi bu konudaki rahatsızlıklarını dile getirdiler. Alman meclisi ESM’ye katılımı ve sözde mali sıkılaştırmayı oyladıktan hemen sonra Sol Parti’nin (Die Linke -ç.n. ) meclis grubu, CSU (Hıristiyan Sosyal Birlik -ç.n) milletvekili Peter Gauweiler ve çeşitli yurttaş inisiyatifleri, Anayasa Mahkemesi’nde bu kararlara karşı dava açtılar. Bu davalar özellikle parlamentonun bütçe yetkisinin usulsüzce azaltılması üzerinde durdular. Anayasa Mahkemesi, bu konuda hukuki mütalaasını verene kadar ilgili yasaları imzalamamasını Alman Cumhurbaşkanı’ndan istedi.
Demokratik usullerin hor görüldüğü, onay süreci sırasında dahi (siyaseten )ESM yetkilerinin değiştirilmesiyle gösteriliyor. Parlamentarizm için aynı küçümseme AB zirvesinin başka bir kararında da gösteriliyor. Parasal birliğin dizaynındaki değişikliklerin yol haritasını çıkarma süreci içinde Avrupa Parlamentosu açığa alınıyor. Böylece, zirvenin kaybedeni de tanımlanabiliyor: Bir kez daha parlamenter demokrasi.
[Joachim Becker tarafından Sendika.Org için İngilizce kaleme alınan yazı Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]