Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Hükümet adına açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Yetki aşımı, orantısız güç kullanımı bunların hepsinden bahsedebilirsiniz. Ama ortalıkta valiliğin verdiği bir karar vardır” dedi ve bu karara uymayan “BDP’nin Diyarbakır’da suç işlediğini” ilan etti. Hem suçlu hem güçlü olma sözünün açıklaması bu olsa gerek… AKP, Diyarbakır’da işlediği suçun farkındadır. Suçunu örtbas […]
Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Hükümet adına açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Yetki aşımı, orantısız güç kullanımı bunların hepsinden bahsedebilirsiniz. Ama ortalıkta valiliğin verdiği bir karar vardır” dedi ve bu karara uymayan “BDP’nin Diyarbakır’da suç işlediğini” ilan etti. Hem suçlu hem güçlü olma sözünün açıklaması bu olsa gerek…
AKP, Diyarbakır’da işlediği suçun farkındadır. Suçunu örtbas etmenin, gerçekleri ters-yüz etmenin telaşıyla açıklamalar yapıyor. Devletleşmenin -iktidarlaşmanın bütün imkanlarını kullanarak, yaptığı zulmü meşrulaştırmak istiyor. Kendisine bağlı, yalan makinesi medya ile birlikte bu suçları işliyor. Egemen güçlerin, geleneksel, kemikleşmiş karakteristiği olan bu politika, bugün AKP’nin “ustalaştığı” yollardan biri olmuştur.
AKP, “yola devam” diyor. Ve suç işlemeye devam ediyor… Başta Kürtler olmak üzere bütün muhalif güçlere karşı topyekun pervasızca saldırıyor. Acımasız, dizginsiz bir kıyım ve zulüm uyguluyor: Suç dosyası kabarıyor…
Emekçiye saldırı tam gaz
İşçilere karşı suç işliyor: Hava yollarında grevi yasaklıyor. İşçilerin kıdem tazminatına el koymanın hesaplarını yapıyor. Toplu İş İlişkileri Yasasıyla mevcut çalışma yaşamını daha da ağırlaştırıyor, esnek çalışmayı öngörüyor, bölgesel asgari ücret planları yapıyor. En temel özgürlüklerden biri olan toplu sözleşme ve grev hakkını kullanılamaz hale getirmenin hesaplarını yapıyor.
Kamu emekçilerine karşı suç işliyor: Sözde “Toplu Sözleşmeyi” öngören, özde ise 4688 sayılı ya-sanın eski halinden beter olan “Sahte Sendika Yasasını” dayattı. Kamu emekçilerinin fiili ve meşru mücadelesiyle yarattığı KESK’e saldırıyor. Konfederasyon ve sendika binalarını basma ve arama cüretini gösteriyor. Yönetici ve üyelerini gözaltına alıyor ve tutuklatabiliyor. Yalan -dolan temelinde oluşturduğu fezlekelerle, kara propagandalarla sendikal mücadeleyi bitirmek istiyor.
Alevilere, kadınlara, gazetecilere, sanatçılara, hukukçulara, öğrencilere, devrimcilere, sosyalistlere, hakkını arayan herkese, bütün ezilenlere karşı suç işliyor…
Başta yaşama hakkı olmak üzere bütün hak ve özgürlükler açıkça çiğnenmeye devam ediliyor.
Erdoğan Suriye’yi eleştirirken, Diyarbakır’da…
Başbakan Erdoğan, partisinin Kocaeli İl Kongresinde, Suriye ve Hama’dan söz edip esip gürlerken, aynı saatlerde Diyarbakır’da sınır tanımayan vahşi saldırılar yapılıyordu.
BDP’nin 14 Temmuz tarihinde Diyarbakır’da yapmak istediği “Özgürlük İçin Demokratik Direniş Mitinginin” engellenmesi, Eş Genel Başkanların, Milletvekillerinin, Büyükşehir Belediye Başkanının ve diğer seçilmişlerle birlikte on binlerce insanın vahşice saldırıya maruz kalması ve bu saldırının yetkililerce pervasız bir şekilde savunulması unutulmayacak tarihin kara sayfalarında yer alacaktır.
Aynı pervasızlık, Roboski katliamında da gösterilmişti. Katledilen 34 çocuk için özür dileneceğine insanlık dışı açıklamalar yapıldı. Erdoğan, “TSK görevini samimi şekilde yapmıştır,” “Tazminatsa tazminat, daha ne uzatıyorsunuz” gibi açıklamalar yapmıştı. Taklacı İçişleri Bakanı da, “Uludere’de ölenler figüran, özür dilenecek bir olay yok” demişti.
Yine benzer saldırganlık Newroz kutlamasında da yapılmıştı. Başta Diyarbakır ve İstanbul olmak üzere her taraf ablukaya alınmış, on binlerce insan gazlanmış, coplanmış ve BDP’li Hacı Zengin gaz bombasıyla katledilmişti. Gerekçe ise Newroz’un gününde kutlanmamasıydı! Yani 21 Mart Çarşamba günü değil de 18 Mart Pazar günü kutlanmak istenmesiydi…
AKP 14 Temmuz’u beğenmedi
Ve AKP, bu kez,14 Temmuz tarihini beğenmedi! Kimsenin inanmadığı, akla zarar gerekçeler üretti-üretiyor. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay Diyarbakır Valiliğinin 14 Temmuz Mitingini yasaklama sebebini şöyle açıkladı: “14 Temmuz hem geçen sene Silvan terörünün yıl dönümünün tarihi, hem demokratik özerklik gibi içeriği de doldurulmayan çok saçma açıklamanın yıldönümü olduğu için valilik izin vermemiş.”
Miting sonrası Diyarbakır Valiliği’nden yapılan açıklamada yukarıda ileri sürülen gerekçeler yeterli görülmemiş olmalı ki yeni eklemeler yapıldı; “14 Temmuz’da silahlı serhildanın (başkaldırı) başlatılmak istendiği” ve bunun engellendiği ifade edildi.
Oysaki AKP yetkilileri, hem miting taleplerini hem de bu taleplerin neden 14 Temmuz tarihinde dillendirilmek istendiğini çok iyi biliyorlardı. BDP’li yetkililer haftalardan beri bu mitingin çalışmasını yapmakta ve ilk ağızdan söz konusu mitingin neyi amaçladığını açıkça ifade etmekteydiler. DTK ve BDP, PKK lideri Abdullah Öcalan üzerinde bir yılı aşkın süredir devam eden tecrit koşullarına dikkat çekmek amacıyla büyük bir miting düzenleyeceklerini ve bu mitingi 14 Temmuz1982 ölüm orucu direnişinin yıldönümünde yapacaklarını defalarca açıklamışlardı…
AKP 14 Temmuz’un tarihsel anlamını çok iyi biliyordu. Ve bu tarihle bu tarihin anlamıyla kan uyuşmazlığı vardı: Çünkü, 14 Temmuz 1982 tarihi, 12 Eylül karanlığında Diyarbakır zindanlarında yapılan işkencelere ve devrimci tutsakları iradesizleştirip teslim alma politikasına karşı hayatını feda eden 4 devrimci tutsağın ölüm orucuna başladığı tarihti. Ve 14 Temmuz 2012 tarihinde Diyarbakır’da yaşanan zulüm, dünden bugüne izlenen politikanın öz olarak değişmediğini, dün 12 Eylül generalleri eliyle yapılan zulmün bugün AKP eliyle yürütüldüğünü gösterdi…
14 Temmuz mitingini yasaklayan, havadan karadan her türden silahı devreye sokan, terör estiren, vahşice saldırıp coplayan, evlere bile gaz bombası atan, gaz stokunu eriterek insanları nefes alamaz hale getiren AKP ileri demokrasisinin ne anlama geldiği, yapmak istediği “Sivil Anayasanın” nasıl bir anlayışla hazırlanacağı bir kez daha görüldü.
Bu “İleri Demokrasi” anlayışı 12 Eylül ürünü Anayasada yer alan hükümleri bile uygulamıyor: Anayasa’da yer alan “kişi hakları ve ödevleri” devlete müdahale etmeme yükümlülüğünü öngörüyor. 14 Temmuz’da bu hak ve ödevlerden kişi ve konut dokunulmazlığı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, yerleşme ve seyahat özgürlüğü, düşünce ve kanaat özgürlüğü ile toplantı hak ve özgürlükleri açıkça çiğnenmiştir. Yine “siyasi haklar ve ödevler” kapsamındaki haklardan biri olan bireylerin ve partilerin “seçme, seçilme ve siyasal faaliyette bulunma hakları” da açıkça ihlal edilmiştir.
Söz konusu “haklar ve ödevler” her zaman çifte standartla uygulanmıştır. Kendileri istedikleri zamanda ve yerde toplantı hak özgürlüklerini kullanırken, ezilenlere ise “yasak” getirilmiştir.
Egemenler benzer gerekçeler ileri sürerek yıllarca Taksim Meydanı’nı işçilere, emekçilere kapatmaya çalıştılar. Aynı uygulamalar AKP tarafından da devam ettirildi. Ve Taksim Meydanı egemenlerin bu yalanlarına ve yasaklarına rağmen işçilerin, emekçilerin, yurtsever- devrimci- sosyalist güçlerin fiili ve meşru mücadelesiyle, bedeller ödemesiyle kutlamalara açıldı.
AKP örgütlü muhalefet istemiyor
Dolayısıyla 14 Temmuz’da yapılan saldırıların gerçek nedenini egemenler de, ezilenler de çok iyi biliyor… AKP kendi iradesi dışında örgütlü muhalif bir güç istemedi- istemiyor: Bütün tasfiye politikalarına, sekiz bin siyasetçinin cezaevlerine doldurulmasına rağmen, DTK ve BDP’nin yüz binlerce insanı bir araya getirebileceğini biliyordu. Bu gerçeği kaldıramadı. BDP’nin taleplerini dillendirmek istemesine
ve örgütlü gücünün görünür hale gelmesine izin vermek istemedi. Onun için “yetki aşımı” ve “orantısız güç kullanımı” yapıldı. Sınırsız vahşet uyguladı. Ezilenler de bu saldırılara karşı meşru demokratik direnme haklarını kullandılar-kullanıyorlar. Hükümet sözcüsü Arınç şunu çok iyi bilmelidir ki uyguladıkları zulme sesiz kalmak, demokratik direnme hakkını kullanmamak suçtur, teslim olmaktır.
Eğer, sömürüye, zulme ve eşitsizliğe karşı direnmek suç ise, ezilenler bu suçu işlemeye devam edecek… Özgürleşinceye kadar, savaşsız sömürüsüz bir coğrafya ve dünya oluşuncaya kadar direniş devam etmelidir-edecektir.
Kürtler, en doğal haklarını istiyor. Eşitlik ve özgürlük istiyorlar. Egemenler ise dün de bugün de bu talepleri kabul etmediler-etmiyor. Ancak Kürtler biat etmiyor, boyun eğmiyor. Şimdiye kadar büyük bedeller ödediler, ödemeye de devam ediyorlar. Bütün zulüm ve zorbalığın nedeni budur…
Kürtlerin bu haklı davasını, geniş işçi-emekçi kitlelerine ulaştırmak, mal etmek, ileri işçi emekçilerin, kendisine insanım diyen herkesin temel görevlerinden biridir. Bu görev, sınıf mücadelesinin önün açılmasıdır aynı zamanda…
Yazıyı kamu emekçilerin sık sık kullandığı bir sloganla bitirelim: Gün gelecek devran dönecek AKP halka – ezilenlere hesap verecek…