Hazal Özvarış’ın Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan ile yaptığı söyleşi T24’te iki bölüm halinde yayımlandı. İki bölümü de peş peşe Sendika.Org okurları için derledik. Söyleşinin ilk bölümü “muhafazakar medya ve iktidar ile ilişkisi” ikinci bölümü de “Fethullah Gülen cemaati ve İslami entelijansiya” üzerine Gazeteci Ali Akel, “Özür açıklanmaz, özür dilenir” başlıklı yazısında Uludere faciasındaki tavrı […]
Hazal Özvarış’ın Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan ile yaptığı söyleşi T24’te iki bölüm halinde yayımlandı. İki bölümü de peş peşe Sendika.Org okurları için derledik. Söyleşinin ilk bölümü “muhafazakar medya ve iktidar ile ilişkisi” ikinci bölümü de “Fethullah Gülen cemaati ve İslami entelijansiya” üzerine
Gazeteci Ali Akel, “Özür açıklanmaz, özür dilenir” başlıklı yazısında Uludere faciasındaki tavrı için hükümeti eleştirdikten sonra 16 yıl çalıştığı Yeni Şafak’tan uzaklaştırıldı. Akel vakasının dumanı tüterken “Medya Mahallesi”nin ablası Ayşenur Arslan CNN Türk’te “erken tatile” çıkarıldı. Medyadaki yaprak dökümünün mazisi malum.
Biri eski, biri yeni merkez medyanın temsilcilerinden CNN Türk ve Yeni Şafak’ın ortaklaştığı manzarada bir cümle göze takıldı: “Diken üstünde yazıyorum.”
Yazının kaleme alındığı gazete Yeni Şafak, kalemin sahibi de, muhafazakâr medyanın vicdan mahallindeki önemli isimlerden olan Yusuf Kaplan’dı.
Kaplan’ın sözlerini önemli kılan sadece yazarı olduğu gazete değil. Zira Kaplan, aynı zamanda Yeni Şafak’ın bir dönem “köşesinden edilmiş bazı gazetecilere kucak açan gazete” olma vasfını da kazanmasına sebep olan 28 Şubat döneminde gazetenin genel yayın yönetmenliği koltuğunda oturuyordu.
“28 Şubat bitti, ama bizi de ‘bitirdi'” başlıklı yazısında (27 Şubat 2012) o dönemi bakın nasıl anlatıyor: “Hem bu kaset saldırısına (ki, bu nedenle, Hocaefendi’den özel teşekkür mektubu almıştım), hem de genel anlamda 28 Şubat’ın bütün ilkel saldırılarına karşı olanca gücümüzle direnmiştik. (Meselâ ilk yaptığım işlerden biri, dört başörtülü arkadaşı editör yapmak olmuştu!) Bütün İslâmî medya, çok iyi sınav vermişti, başlangıçta.”
Kaplan, kalemini kendi mahallesine de doğrultmaktan kaçınmayan bir entelektüel. Misal, kâh “muhafazakâr medyanın henüz suçları ispat edilmemiş Ergenekon sanıklarını ‘canavar’ gibi yansıtmasının İslam’la taban tabana ters olduğunu” yazıyor, kâh sağ iktidarların kültürel alandaki icraatını hedef alarak “60 yıldır ‘siyasi’ iktidardınız, ne yaptınız bu ülkede” diyerek “muhafazakâr sanat” çıkışını sorguluyor.
İslamcı entelektüeller arasında özel bir yeri bulunan Yusuf Kaplan, 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü’nü bitirdikten sonra Londra’da televizyon-sinema alanında yüksek lisans ve doktora yapmış. Geçmişinde, Bilgi Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü’nde 9 yıl süren öğretim üyeliği de var, “TV5 Genel Yayın Yönetmenliği” de. Kaplan’ın, Türkiye Yazarlar Birliği bünyesinde faaliyete geçen “Sinema Okulu”nun da kurucusu olduğunu not edelim.
Sinema Okulu’nda verdiği ders sonrasında bizi, kendisini pür dikkat dinleyen gençler ve sigara paketi içindeki kurşun kalemleri ile karşılayan Kaplan, Ergenekon sanıklarına dair yazısının ardından “aforoz edildiğini” söylüyor ve ekliyor: “Muhafazakâr medya kendisine ihanet ediyor, kendi ilkelerini çiğniyor.”
Sözü fazla uzatmadan, T24’ün sorularını yanıtlarken açık yüreklilikle konuşan ve kitabın ortasından konuştuğu sohbetin deşifre edilmiş metnini, hiçbir bölümünü çıkarmadan onaylayan Yusuf Kaplan’a bırakalım.
İşte Kaplan ile yaptığımız söyleşinin ilk bölümü:
– “Aynaya bakacak cesaretimiz var mı?” diyerek bitiriyorsunuz bir yazınızı. Bugün aynanın karşısına önce Yeni Şafak’ı oturtalım ve soralım; Ali Akel sonrası Yeni Şafak sizin için ne demek?
Ali Akel, başından beri çalıştığımız bir arkadaştı, çok da yeteneklidir. Türkiye’deki siyasi dengeleri, PKK/KCK’yı yakından takip eden bir arkadaştı. Araştırmacı gazeteciliğin hakkını verirdi. Türkiye’de pek az insanın benzer kaynaklara ulaşabildiği düşünüldüğünde Akel’in ayrılışı, Yeni Şafak için bir kayıptır.
– 28 Şubat döneminde Akif Emre ile siz, dönüşümlü genel yayın yönetmenliği yaparken Yeni Şafak, işinden olan birçok farklı yazara kucak açan bir gazete olarak da tanınmıştı. Söyler misiniz bugün ne değişti ve patronaj Akel’e “hoşça kal” diyebildi?
Ben bunun patronaj kaynaklı olduğunu zannetmiyorum.
– Kimin sebep olduğunu düşünüyorsunuz?
Açıkçası kimin yaptığını bilmiyorum, ama patronajın böyle bir şey yapacağını zannetmiyorum. Çünkü şimdiye kadar Ali Akel’in kıymetini bilen bir patronajdı. Kendisi de “Ben hakkımı helal ediyorum, siz de hakkınızı helal ediniz” diyerek veda etti.
– Evet, ama patronlardan “artık beraber çalışmayacağız” tebligatı aldığını da Taraf’ta yazdı. Ayrıca, hükümet yetkilileri de konuyla ilişkili olamadıklarını belirtti. Yanılıyor olabilir misiniz?
Ama patronajın böyle bir şey yapması… İşgüzarlık olur. Patronajın böyle bir şey yapıp yapmadığını bilmiyorum, ama patronaj böyle bir şey yaptıysa bu işgüzarlıktır, komiktir.
– Neyin işgüzarlığı?
Şurası açık; bir arkadaşın fikirlerinden, yazdıklarından ötürü işine son verilmesi, hem de bunun hükümetin bazı politikalarını eleştiriyor diye yapılmasına karşı çıkıyorum. Böyle bir şey olamaz!
– Bu iklime sebep olan biraz da medya patronlarının kamu ihalelerine girmesi mi?
Ben o tür işlerle ilgilenmiyorum.
– Medyanın iktidarlarla ilişkisi ilgi alanınız dışında mı?
Türkiye’deki medyanın bu konuda verdiği sınav çok berbat. Başka bir açıdan gazete ismi vermeden konuşalım; bir holding gazete çıkarıyor ve gazetelerde baştan sona şirketlerinin haberleri yapılıyor. İnsanların inanılmaz geçim dertleri var, ama ekonomi sayfalarını açtığınızda gördükleriniz hep şirket haberleri… Türk medyası insanların gündelik hayattaki ekonomik sıkıntılarını hiç görmedi. İnsan özne değil. Medyanın öznesi yok.
Türkiye’deki en solcu medya bile, mesela Birgün gazetesi, bu tür haberleri ideolojik değeri varsa yayımlıyor. Burada ne söylersek boş, herkes medyayı güç aracı olarak kullanıyor. 200-300 yıl geriye doğru gidersek, gazetenin icadından bugüne medyalar bizi iletişim çağına değil, medya çağının eşiğine getirdi. Medya çağında iletişimsizlik en büyük sorundur.
– Söyleşimize “ayna tutmak” diyerek başladık; o yüzden direksiyonu Yeni Şafak’a kıralım istiyoruz. CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner’in Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı iken yürüttüğü soruşturma kapsamında mahkeme kararıyla dinlenen telefonlara Yeni Şafak’ın sahibi Ahmet Albayrak da takılmıştı. Albayrak’ın bazı işleri için AKP’li bazı isimlerle temas kurduğu da kayıtlara yansıyanlar arasında. Akel’in ayrılması ile patronajın ekonomik çıkarları arasında nasıl bir akrabalık var?
Bu konulara girmeyelim, bunlar çok basit konular.
– O zaman şunu soralım; Ergenekon kapsamında Cihaner’e ilişkin yürütülen dava sonuçlanmadan Yeni Şafak “Sanık savcıya ballı tayin”, “CHP’li savcının derin odası” başlıklı manşetlere imza attı. Bu gazeteciliği siz nasıl tanımlarsınız? İlkeli mi?
Bu gazetecilik falan değil, bu ilkesizlik. Böyle şey olmaz… Ben bunları onaylamıyorum.
– Yusuf Bey, darbe geleneğiyle hesaplaşmak önemli. Ancak diğer yandan siz Ergenekon sanıklarına yönelik medya diline dair hakkaniyetli bir tavır alarak medyanın tavr