Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde ideolojik işlev gören resmî (Kemalist) Ankara basını, kuruluştan sonra kadim Babıâli’ye geri döndü. Bu, asker-sivil bürokrasi ile günün ilkel burjuvasının ordu güdümünde ve “devlet fideliği”ndeki iktidar koalisyonunun bir uzantısıydı. Resmî ideolojiyle harmanlanan kapitalist sosyal formasyon hegemonyasının tesisi böyle tecelli etti basın ve yayın alanında. O hükmünü icra ettikten sonra, Türkiye 12 Eylül […]
Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde ideolojik işlev gören resmî (Kemalist) Ankara basını, kuruluştan sonra kadim Babıâli’ye geri döndü. Bu, asker-sivil bürokrasi ile günün ilkel burjuvasının ordu güdümünde ve “devlet fideliği”ndeki iktidar koalisyonunun bir uzantısıydı. Resmî ideolojiyle harmanlanan kapitalist sosyal formasyon hegemonyasının tesisi böyle tecelli etti basın ve yayın alanında. O hükmünü icra ettikten sonra, Türkiye 12 Eylül 1980’de emperyalizm güdümünde asker-liberal işbirliğiyle bir “yeniden yapılandırılma” sürecine girdi. Bu sefer, rejimin büyük bunalımının ardından, önce general Evren’in, ardından da başbakan Özal’ın simgelediği, şiddet ve ideolojik saldırıyla örülmüş restorasyon sürecinde günümüz medyası da “dizayn” edildi. Bu sefer de, yeniden palazlanmış ve fakat kendi organik aydınını yetiştirmekten aciz kültür fukarası birikimsiz burjuvazinin imdadına, bir yanı içerdeki Kirli Savaş’ın rüzgârıyla nasyonal-militarist cenaha, öteki yanı da dıştan gelen küreselleşme kasırgasıyla liberalizme savrulmuş “Sol” bileşkeden bir başka “tür” yetişti; genel olarak basın-yayın ve bilumum entelektüel üretim tezgâhının, özel olarak da “medya dümeni”nin başına bu devşirmeler geçirildi. Böylece de, toplumun habere ulaşma ve bilgi edinme hakkına eşine az rastlanır bir bilgi kirliliği ve ideolojik manipülasyon ortamı içinde büyük bir saldırı başlatıldı. Değersizleşme ve çürüme, insani tahribat ve moral yıkım, bugün her alanda boğucu sonuçlarını yaşadığımız bir toplumsal afete dönüştü.
İşte yirmi birinci yüzyılda, Türk toplumu her türden gericiliğin kıskacında kıvranırken, 1840’lı yıllarda genç bir adamın yazdıkları özel ve acil bir güncellik taşıyor bu coğrafyada.
Karl Marx, insanın özünden hareketle “insani kurtuluş”a yürürken, bilgiye sahip olma uğraşı, gerçeğe ulaşma serüveni, realitenin kavranması çabası duraklarından geçiyor ve her seferinde entelektüel hayatın stratejik bir parçası olarak basın-yayın etkinliğine özel anlamlar/işlevler yüklüyor. İnsanın; kendisi, toplum ve doğa üzerinde hoyrat ve yıkıcı olmayan “insani” “tayin hakkı” elde etmesini, “insani kurtuluş”un gereği sayarken, Marx bununla gerçeği kavramak arasındaki organik bağı kuruyor ve böylece “basın-yayın”ın stratejik konumuna işaret ediyor. Burada sözünü ettiğimiz (yazgısını) “tayin hakkı”, yani “hâkim-egemen olmak”, “hegemonya kurmak” yetisi, insanın kendini bulması-keşfetmesi (realize etmesi), öz-kurtuluşunu gerçekleştirmesi anlamına geliyor. Bu ise hiç kuşkusuz, gerçek ve sonsuz bir özgürlüğe, özgürleşmeye, emansipasyona işaret ediyor.
İnsan (toplum)-özgürlük-kurtuluş denklemini böyle kurarken de, Karl Marx, buradaki yazılarında, gerçeğin kavranması, düşüncenin gelişmesi, bilgi akışının toplumsal gözeneklere nüfuzunun sağlanması, bilim üretimi gibi süreçlere stratejik-hayati önem veriyor. Habere ulaşma ve bilgi edinme hakkı, öteki temel insan hak ve hürriyetlerinin, örneğin düşünceyi ifade hakkının, örgütlenme özgürlüğünün temelini oluşturduğundan, onun ihlali tüm öteki insan haklarının da bastırılması sonucunu doğurur.
Karl Marx, bir yazısında, “şayet şeylerin görüntüsü ile özü çakışsaydı, bilim gereksiz olurdu” der. Gerçekten de gerçeği kavramada görüntü yetseydi, doğrudan gözlem dışında başka bir araca gerek kalmazdı. Oysa biliyoruz ki, toplumsal yapı ve yaşamda gerçek, çoğu kez görüntünün ardında gizlidir ve o özü ortaya çıkartmak realiteyi kavramanın olmazsa olmaz yoludur. Toplumun günlük işleyişinin akışı içinde “toplumsal öz” pek çok araçla ama en fazla da medya yoluyla bir görüntü perdesi altında gizlenir. Basın-yayın etkinliğinin stratejik niteliği de burada ortaya çıkar. Marx’ın gazeteciliği, onun genel bilim ve yöntem anlayışının bir uzantısı olarak bir olgu, olay, gelişme ya da güncel sorundan hareketle gelişmeleri, yani haberin öznesini, kendi tarihsel, sosyal, politik ve ekonomik bağlamı içine oturtmak, soyutlayarak teorik bir içeriğe kavuşturmak ve ondan sonra da somut haliyle kavranmasına aracı olmak aşamalarını içerir. Gerçeği aramanın ve ifade etmenin üç temel yolu var. Olgusal deney ve gözlemlerden yola çıkarak düzenliliklerin, ilişkilerin, değişimin yasalarının sistematik belirlenmesini bilim yapıyor. Günlük gerçeğin popülarize edilmiş formu medya yoluyla saptanıp aktarılıyor. Gerçekliğin estetize edilmiş yaratıcı yorumunu ise sanat gerçekleştiriyor.
Elbette bu üç uğraşın da yaşamsal önkoşulu özgürlüktür. Düşünce, eleştiri ve ifade özgürlüğünün ve bu özgürlüklere işlerlik kazandıracak eğitim, bilgi ve haber edinme hakkı gibi hakların olmadığı koşullarda, bilim özgürlüğünden de söz etmek mümkün değildir, basın-yayın hürriyeti de söz konusu değildir, sanat ve kültür alanında özgür yaratıcılık da olanaksızdır.
Entelektüel üretimin temel bir boyutunu, toplumsal koşulların, içinde yaşanılan düzen ile çevrenin sistemik/yapısal özelliklerinin, işleyişinin, gelişiminin ve yasalarının özgür ve eleştirel gözlemlenmesi, analizi, tanımlanması oluşturur. Bulguların, haberlerin, genel olarak bilginin ifadesi ve yayılması da bu uğraşın ayrılmaz bir diğer boyutunu oluşturur.
Bu süreçte iki olgu ortaya çıkar. Birincisi, daha önce değindiğimiz gibi, özgürlük ihtiyacıdır. İkincisiyse, toplumsal gerçeklerin ortaya çıkmamasında yararı olanların ya da bunda kendileri açısından yarar umanların, bu türden üretim ile nesnel bir karşıtlık içinde olmaları gerçeğidir. Bir başka ifadeyle, bilim, basın-yayın, sanat gibi görüntünün ardındaki özü aramaya uyarlanmış uğraşlar bir yandan geniş özgürlük gerektirirken, bir yandan da toplumsal ayrıcalıkları besleyen egemen inançları ve mekanizmaları korumakla yükümlü otorite ile çelişki içine girerler ve çatışırlar.
Elbette, toplumbilim gibi, basın-yayın etkinlikleri de egemen kurumlar, ayrıcalıklar ve ideolojiler açısından verili durumun devamından çıkarı bulunanlarca da ve bunların korunmasından yükümlü olanlar bakımından da denetim altında tutulması gereken bir alan olarak görülegelmiştir. Toplu yaşamın ve içinde yer aldığı düzenin sahipleri tarafından gözden kaçırılmak istenen “tatsız” gerçeklerinin ve özelliklerinin, çelişki ve çatışmalarının, kimileri için haksızlık ve eşitsizliklerinin, yanlışlık ve kötülüklerinin, eksiklik ve çarpıklıklarının analizinin, saptanmasının ve en önemlisi de bunun topluma yayılmasının egemenlerce istenmesi beklenemez.
“Görüntü ile öz” sorunsalı bakımından öğretici somut bir örneği artık değer-kâr ilişkisinde görebiliriz. Kapitalist sosyal formasyonun işleyişindeki görüntüde işçi belirli bir süre çalışır, üretir ve gün sonunda buna tekabül eden hakkını ücret olarak alır. Oysa gerçekte, yani görüntünün ardındaki özün işleyişinde, işçi bir süre patrona karşılıksız çalışır ve böylece de kapitalistin kârı ortaya çıkar, üretim aracının sahibinin kasasına girer, sermayesine eklenir. Sömürü de böylece gerçekleşmiş olur. Dökülen alınterinin bir süreliğine münhasıran patrona çalışması kapitalizmin çarklarını döndürür. Görüntünün ardındaki özün oluşturduğu toplumsal gerçekliğin ortaya çıkarılmasının, kurulu toplumsal ilişki ve yapılardan yana olanlarca tehdit unsuru sayılması kaçınılmazdır. Böyle bir durumda genel olarak özgürlük, özel olarak da bilim ve basın-yayın özgürlüğü, egemen ve yönetici konumda olanlarca sınırlandırılmak istenir. Bu gerçekleştiği zamansa bilim de, sanat da, gazetecilik-
habercilik-yorum-culuk da artık gerçek anlamda mümkün değil demektir.
Basın ve yayın etkinliklerini Marx ile Engels, “gündelik tarih” dedikleri güncelliğin “bütün boyutlarıyla yansıtılması” olarak tanımlarlar. Böyle olunca da, basın-yayın özgürlüğü önündeki (bu yazılarda “Sansür” kavramıyla ifade edilen ve özel çıkarlarla temellendirilen) engellemeler, toplumun ruhunun tutsak alınması, bilincinin körletilmesi, yaşam dinamiklerinin boğulması olarak tanımlanmakta, insanın insanlaşma sürecine doğrultulmuş bir silah olarak eleştirilmektedir. İşçi sınıfının toplumsal, giderek, insani kurtuluşun temel taşıyıcısı olduğu koşullarda onun bilincine, habere ulaşma, bilgiyi edinme, görüntünün ardındaki özü kavrama hakkına doğrultulan her silah, onun tarihsel misyonuna yöneltilmiş bir egemen sınıf suikastı olarak görülür Marx’ın gözüne. Marx için basın-yayın etkinliği layıkıyla yapıldığındaysa kurtuluş teorisinin pratiğe dökülmesinin, teorinin maddi güce dönüşmesinin ana araçlarındandır.
Bu nedenle Marx bir bilimci ve devrimci olduğu kadar bir gazeteci, yorumcu ve yayıncıydı da. Sosyalizmin tarihinde öncülerin yaşamı yayıncılıkla içiçe geçmiştir demek abartı olmaz ve bu bir raslantı değil, bilinçli bir tercihin sonucudur. Çünkü, yazmak eylemdir! Gerçek, devrimcidir! Yayıncılık, ideolojik müdahale ve bilincin yaygınlaştırılması; bilinç de mücadeledir! Sınıf mücadelesiyse, ilerlemedir, özgürleşmedir, nihai kurtuluş, insanın insanlaşmasıdır!..
Bu kitapta yer alan yazıların Türkiye bakımından anlamı ve önemi ortada. Elbette, yazıların geçerliliği ve önemi Türkiye ile sınırlı değil. Yeni Dünya Düzeni koşullarında beynelmilel sermayenin dünya çapındaki saldırısıyla birlikte küresel ölçekte de “hayata müdahale”nin, bilinç taşıma eyleminin ve ideolojik mücadelenin önemi daha da arttı.
İki yanı da her yana ulaşan keskin kılıç, yayıncılık. Sermayenin temel saldırı araçlarından biri basın-yayın. İnsanı emeğiyle birlikte ruhuyla da tutsak almaya yönelik saldırının aracı, keskin kılıcı o. Sermayenin büyük ahmaklaştırma saldırısının taşıyıcısı medya. Militarizmin, milli husumetlerin, emeği ve emekçiyi değersizleştirmenin, ideolojisizleştirme ideolojisinin dayatıcısı medya. İnsanın ortak özünü bozan her inancın, ideolojinin, eylemin lojistik destekçisi, ileri karakolu, saldırı mevzii yine basın ve yayın. Ve fakat aynı zamanda, bu saldırıya karşı koymanın, emeği ve kültürü savunmanın, özel bencil çıkara karşı toplumu korumanın başlıca araçlarından biri de yine yayıncılık; gerçek yayıncılık, demokratik yayıncılık, devrimci yayıncılık…