Uykusuz bir kara gece, bir kara delik, bir kabus, dipsiz bir kara kuyu daha… Yusuf -kardeşleri tarafından atıldığı- mezarı olacak kara kuyusundan çıktı da neden ben, geceye inat fersiz gözlerimle daldığım dünyadan gerçek dünyaya dönemiyorum. Nabız cılız ya da yetersiz… Duygu selim yağdırıyor ruhumdaki boşlukları güncelime. Bir an olsun unutmama izin vermiyor yaşadıklarımı. Daha dün […]
Uykusuz bir kara gece, bir kara delik, bir kabus, dipsiz bir kara kuyu daha… Yusuf -kardeşleri tarafından atıldığı- mezarı olacak kara kuyusundan çıktı da neden ben, geceye inat fersiz gözlerimle daldığım dünyadan gerçek dünyaya dönemiyorum. Nabız cılız ya da yetersiz… Duygu selim yağdırıyor ruhumdaki boşlukları güncelime. Bir an olsun unutmama izin vermiyor yaşadıklarımı. Daha dün gibi hatırlıyorum: yeni ev heyecanımızı, bir iken iki; iki iken üç oluşumuzu, yuvamızın aldığımız bu haber ile kanatlanışını… Dokuz aylık birlikte yolculuğumuz, seninle ilgili- her gün bir yenisini eklediğim- türlü hayallerim, dünyaya “Merhaba” deyişinle hızlanacak yapacaklar listemiz… Veee bir gece babanla benim gülme krizine girişimiz… Seninse apar topar aramıza katılışın, bu heyecanımıza ortak oluşun…
Mutlu ve hareketli bebeğim benim, erkenden emekleyip yürümeden aniden evde tam bir yaşındayken -yaşını karşılarcasına- koşuşun bizi öyle şaşırtmıştı ki anlatamam. İyi de neden sonra adınla sana seslendiğimizde bizleri duymuyordun? Çevrende olup bitenlere bu kadar ilgili görünürken -bizlere küsmüş gibi- bu kayıtsız tavırlarına ne anlam yüklemeli? Her gün sabırla dilin çözülür, sen de yaşıtların gibi kelime dağarcığına bir yenisini eklersin diye beyhude bekleyişime ne demeli? Zamanla yakınımızdakilerin sana tuhaf bir şekilde bakışları sana olan duygularımızı bir dirhem azaltmadı. Evet bebeğim farklıydın: Her çocuk aynı gelişim sürecinden geçmiyordu. Sen de erkek çocuktun, ne çıkardı birazcık gecikmeli şakısan.
Neyi yanlış yapıyorduk? Nerede hata yapmıştık serzenişleri yavaş yavaş hayatımızın bir parçası olmaya, bu sorular bizi tüketmeye başlamıştı. Derken gittiğin kreşten iki günde kapının önüne kedi yavrusu gibi atılışın… Son darbe, son damla oldu bardağı taşıran. Derken Ankara yolları kafamızdaki -seninle ilgili- bin bir türlü endişeye kapak oldu. Önce adın “Hiperaktif” oldu. Ordu- Ankara yolları her ay yaralarımıza merhem olmak için açılır kapanır oldu. Ama çevremizdeki diller, arı oldu; annen ve baban olarak önce adımız ilgisiz, sonra sevgisiz oldu. Hangi anne ve baba bir parçasının, yavrusunun üzülmesini, zarar görmesini, hastalanmasını isterdi ki! Empati yapmayan bir toplumda yaşıyorduk. Zaten yenik başladığımız bu maçta yüzümüze atılan tokadın, golün, smacın, haddi hesabı yoktu. Benim de çocuğum bir gün hastalanabilir, kaza geçirebilir, ben bu anne ve babanın yerinde olsam acaba ne yapardım gibi empati cümlelerinin yerine ayıplı bir evladımız var da onu toplum dışı, özürlü kabul etmeye, eve hapsetmeye meraklı tanıdık veya değil onlarca yüz, ağız ve dudak önümüze türlü türlü engel koymaya kalktı…
Her şeye ve herkese rağmen özel eğitimlerle özel ilgimizle okuyarak ve araştırarak kimi zaman ümitlenip, sendeki ufacık bir gelişmeyle mutlu olmayı bilerek yol aldık, altı yaşını geride bıraktık. Peki sen şimdi neden ellerinle çırpınıyor ve titriyorsun??? Haydiii yine defterimizde alanında uzman birçok doktor adıyla Ankara yollarına düşüyoruz… Şimdi adın “Atipik Otistik” kondu. “Otistik!” hafif veya değil ne fark eder. Altı yıl yavrum düzelir, düzelecek, tüm bunları aşarız serüveni yerini aşılması oldukça güç bir probleme, hiperaktif mi otistik mi ikilemine bırakıyor. Babanın ve benim senin için yeşerttiğimiz filizler meyveye durmadan bir kez daha kırılıyor. İkimiz de senin için güçlü olmaya çalışıyor, tenhaya, kendi kabuğumuza çekildiğimizde ümitlenecek, yeniden yeşerecek, tutunacak bir dal arayışında buluyoruz kendimizi… Anlayışsız komşulara, adı öğretmen olup da mesleğin gereklerini sindirememiş, kendi deyimleriyle “anormal bir çocuğu, kendisinden hiçbir şey olmayacak bir çocuğu” sınıflarında istemeyen adına eğitimci diyemeyeceğim kişilere rağmen iğne ile kuyu kazıyor, senin için bir öğretmen evet tam bir öğretmen buluyoruz. Evimizde ekonomik kalkınma planı yapılıyor. Ders saatlerin arttırılıyor, ana sınıfı öğretmeni ile yapılabilecekler konuşuluyor, ilkokula bir yıl geç başlaman gerektiğine karar veriliyor, ben çalışma saatlerimi seninle daha çok ilgilenebilmek adına azaltıyorum, ana sınıfı öğretmenin ile özel eğitim öğretmenin tanıştırılıyor, iletişim haline geçiyorlar…
İlk gösterine anneannen ve babanla gitmiştik. Güneş gözlüklerimin ardında kimseye fark ettirmeden gösterin boyunca sessizce ağlamıştım. Ve sevinçten ağlamak ne demekmiş, kendini koyvermemek için dişlerini olanca gücüyle sıkmak ne demekmiş, ben o zaman öğrenmiştim işte! Önceki okulunda boş gelen etkinlik dosyaların elimde, hiçbir etkinliğe alınmayıp bütün gün pencere kenarına terk edilerek sana yapılanlara inat, bir şeyler başarıyor, dans ediyor, şarkı söylüyordun. Açıkçası gösteri öncesi tüm bunları yapacağına inanamamış, kolum kanadım kırık gitmiştim seni izlemeye. Ama Esra Hanım, sana ve yeteneklerine inanmış olacak ki güzel bir oyun çıkarmıştı izleyenlerine. Duygularımı gözlüklerimin arkasına kilitleyip öğretmenini bu güzel gösterideki emekleri için tebrik etmeye gittim. Ama öğretmenin o kalabalığın içinde yüzüm artık kendini nasıl ele verdiyse yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu düşünüp telefonla beni aramıştı eve vardığımızda. Tabi öyle mutlu olmuştuk ki duygu seli bizleri kederden değil sevinçten havalara uçurmuş, o coşkunlukla da gözyaşlarımız yanaklarımızı ıslatıvermişti.
Karne günün gelip çattı. Ama öğretmeninden ses seda yok. Meğer bir sağlık sorunu nedeni ile sevgili öğretmenin İstanbul’ daymış. Ama karneni diğer öğretmene bırakmış, seni de kendi yerine kocaman öpmesini arkadaşına sıkı sıkı tembih ederek senden ayrılacağı için ağlamış ve telefonu kapatmış. Bunları duyunca ben de bir öğretmen, bir anne, bir veli olarak oldukça duygulandım. Öğretmenimize oğlum için yaptıklarından dolayı ne kadar teşekkür etsem az. Gerçi o her zamanki alçakgönüllülüğüyle sadece görevini yaptığını söylese de!
Acaba bebeğim, ana sınıfı öğretmenin Esra Güzelhan gibi nice öğretmen iş başında olsa ülkemizde neler değişirdi diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Benimle ağlayıp benimle gülen, senin için daha neler yapılabileceğini düşünen, sınıfın gösterilerinde seni hiç ihmal etmeyip sana da mutlaka bir görev veren, sendeki gelişmeleri yakından takip edip öğrendiğin her kelimeyi günü gününe bizlerle paylaşan, seni “oğlum” diye seven, yüzüne bir gölge düşse senin için endişelenen, senden rahatsız olmayan arkadaşlarına rağmen onların velilerine karşı hep seni koruyup kollayan, Tuna nasıl olsa yapamaz demeyip her etkinliğe seni de katan, arkadaşların farklı hareketlerini yadırgamasın diye onlarla seni kaynaştıran, bugününü değil yarınını da düşünüp öneriler sunan bir öğretmen, her şeyden önce bir insan, ne çok şeyi değiştirir hayatımızda…
Önümüzde uzun ve çetin bir yol var biliyorum. Oğlumun yaşıtlarının yaptıklarını gördükçe- belki onun hiçbir zaman yapamayacaklarını- derin bir hüzün çöküyor yüreciğime. Tuna da acaba rahatça düşüncelerini ifade edebilecek mi, arkadaşları ile dışarıda kendi başına oynayabilecek mi, okuyup üniversiteye gidebilecek mi, evlenip çocuklarını büyütebilecek mi bilmiyorum. Ordu gibi küçük bir şehirde onun için elimizden gelenin en iyisini yapmaya devam edeceğiz. Oğlumu topluma kazandırmaya devam edeceğiz. Sadece İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde oturmuyoruz diye alamadığımız sınırlı imkanları (eğitim ve tedavi için) zorlayacağız. Oğlum, bana gönderilen bir armağan, her küçük adımında arkasında, yanınd
a, önünde, sağında veya solunda her nerede olmam gerekiyorsa olmaya devam edeceğim. Bu süreç doktorlarımızın ifadesi ile bizi yorsa ve yıpratsa da… Otistik çocukları olan ailelerle iletişim kurup halkı (en azından çevremdekileri, öğrencilerimi) aydınlatmaya yoluna gideceğim. Hukuksal ve eğitsel alanda mücadelemi (Ne yazık ki diyorum bir sürü engel, toplumsal ve kurumsal alanda bizi bekliyor.) sürdüreceğim. Yazılı ve görsel basında çocuklarımızın hikayesi gibi nice çocuğun hikayesini takip edeceğim. Bu yazımı sesimi gündelik yaşamın dişlileri arasında yaşayıp giden insanlarımıza ulaşsın diye kaleme aldım. Bir öğretmen olarak eğitim camiasının içindeyim yıllardır. Eğitim adına gördüğüm birçok aksaklık, eksiklik var çevremde. Aydın olarak çocuklarımıza karşı daha duyarlı olmalıyız. Farklılıklarımız bizi ayrıcalıklı kılar ve fark yaratır!
Gonca Gül Ustaoğlu
Edebiyat Öğretmeni