Berktay’ın “Oh, ağzıma sağlık, iyi ki söylemişim,” övünme ve gerinmelerine vesile olan sözleri söylemesinden 5 gün önce AKP’nin Diyarbakır milletvekili Oya Eronat, 1993 Sivas Katliamı’nda öldürülen Metin Altınok’un kızı Zeynep Altınok’a soruyordu: “Aziz Nesin kışkırttığını bir gazete yazdı. ‘Böyle yapmasaydı babam ölmeseydi,’ diye kafanızdan geçti mi?” 1 Mayıs 1977 katliamını komünistlerin kendi eseri olarak görmeyi […]
Berktay’ın “Oh, ağzıma sağlık, iyi ki söylemişim,” övünme ve gerinmelerine vesile olan sözleri söylemesinden 5 gün önce AKP’nin Diyarbakır milletvekili Oya Eronat, 1993 Sivas Katliamı’nda öldürülen Metin Altınok’un kızı Zeynep Altınok’a soruyordu: “Aziz Nesin kışkırttığını bir gazete yazdı. ‘Böyle yapmasaydı babam ölmeseydi,’ diye kafanızdan geçti mi?”
1 Mayıs 1977 katliamını komünistlerin kendi eseri olarak görmeyi Halil Berktay’ın kendisinin bile abartılı bulmasından sonra söylem bir nebze değişti. Artık katliamı yapanın değil sorumlusunun sol, daha doğrusu komünistler olduğu söylenir oldu. Ayrıca, Sular İdaresi ya da ETAP Oteli’nden kitlenin üzerine ateş açıldığının bir “şehir efsanesi” olmadığı da tanıkların ve kanıtların konuştuğu bir ortamda iddia sahipleri tarafından önemsiz ilân edildi.
Tüm söylem katliamın asıl sorumlusunun sol olduğu noktasına odaklandı.
Suçlama değişti
Solun/komünistlerin kendi aralarındaki ideolojik ve siyasi rekabetin, örgütlenme ve eylem yeteneği konusundaki rekabete taşınması ve bunun yarattığı gerilimin şiddete varması öne çıkarıldı. Hemen ardından da sol içi şiddetin diğer tüm rekabet alanlarının önüne geçmesinin provokasyonlar için uygun ortamı yarattığı iddia edilir oldu. İmlâsına kadar, devletten ödünç alınmış bu söylemin karanlığı bu kadarla sınırlı değil elbet.
1 Mayıs 1977’ye aralarındaki şiddeti tırmandırarak giren sol provokasyona uygun ortam yarattığı için katliamın asıl sorumlusu ilân edilmektedir. Öyle ki devletten, derin devletten, kontrgerilladan daha suçludur.
Katilin işinin cinayet ve katliam olmasının bir önemi yoktur, ölümün tüm sorumluluğu kurbanın hedef olmaktan sakınmamasıdır. Avcının namlusunu görmeyen bıldırcın elbet ölecektir. Mini eteğiyle erkeklerin arasından geçen kadın tecavüze davetiye çıkarmıştır (henüz “hak etmiştir” pervasızlığını en azından sesli olarak dillendirmediler çok şükür).
Murat Belge de koroya katılır
Murat Belge’nin de bu konuda hiç kuşkusu yok: “Çinci/Moskovacı kavgası olmadan, denilen yerlerden meydana ateş açılsa, gene benzer bir kaçışma, sıkışma, ezilme olmaz mıydı? Bence olurdu. Ama o zaman provokasyon açıkça sırıtırdı.” (Taraf, 8 Mayıs 2012)
Kadın pantolon giyseydi, o zaman kuyruk sallamış denilemeyecek ve tecavüz açıkça sırıtacaktı.
7 Nisan’da Ali Bilge’de Açık Radyo’daki Ekonomi Politik programında aynı şeyleri savunuyordu. Sol içi şiddetin o günkü durumunu provokasyona zemin hazırlamış ve herkes bir şeyler olacağını biliyormuş. Solun bugünkü etkisizliğinin temellerinde de şiddet yatıyormuş ve yeni bir sol için bu geçmişle hesaplaşması gerekirmiş.
Kimin mantığı?
Bunlar gerçekten önemli değerlendirmeler mi? Sol bunlardan dersler çıkarabilir mi, bir şeyler öğrenebilir ve masumiyet müzelerine layık hale gelebilir mi?
Peki, bu önerileri sıralayanlar, kızgın ve hırçın bir şekilde Halil Berktay’ın izinden giderek benzer değerlendirmeleri yapanlar kendilerinin bir ilk olduğunu mu düşünüyorlar acaba?
Halil Berktay’ın bir televizyon programında yaptığı gibi “Oh, ağzıma sağlık, iyi ki söylemişim,” övünme ve gerinmelerine vesile olan sözleri söylemesinden 5 gün önce AKP’nin Diyarbakır milletvekili Oya Eronat, 1993 Sivas Katliamı’nda öldürülen Metin Altınok’un kızı Zeynep Altınok’a soruyordu:
“Aziz Nesin kışkırttığını bir gazete yazdı. ‘Böyle yapmasaydı babam ölmeseydi,’ diye kafanızdan geçti mi?”
Bugün, Murat Belge de Oya Eronat gibi düşünüyor.
“(..) Yani işin içinde “karanlık güçler” de vardır. Ama “karanlık güçler” olur, her zaman ve her yerde, olabilir. Önemli olan, onların işini kolaylaştıracak, hatta onlara fırsat hazırlayacak ortamları yaratmamaktır. Provokasyonu devlet yapmış olabilir, ama ortamı sol belirledi.”
Ne dersiniz belki de düşünmüyordur.
Ama hayır:
“Benim bu konuda bilgiden çok mantığımla vardığım sonuç budur.”
Zihni buluşma gerçekleşmiştir.
Kendinden menkul kıymetler
Halil Berktay’ın düşüncesizce açtığı “Ben”cil ve megalomani yolunda ilerlediğine kuşku yok. O da Berktay gibi kanıt olmadan konuşuyor, o da Berktay gibi “doğru” Marksizm’i bizlere anlatmaya çalışıyor. Ama nasıl? “Mantığımla!”
Ancak hem Belge hem de Berktay (diğer katliam konusunda solu sorumlu tutan liberaller gibi) Oya Eronat’ın mantığından bir katre ileri değiller. Bu da Marksizm konusunda söylediklerine kuşku ve güvensizlikle yaklaşmamız, dolayısıyla dikkate almamamız için yeterlidir. (Hele de Belge’nin bir gün önce, Latin Amerika’da tanık olduğundan hareketle yaptığı oligarşi/oligark tasvirinin “Felsefenin Başlangıç İlkeleri”ni aratacak çocuksuluğu ortadayken. Galiba hep “mantığıyla” sonuçlara varıyor.)
Bir tarihçi olarak salt kendi hafızasına dayanarak (yüz binlerin, en azından, hafızasını küçümseyerek) kanıt sunmadan tarih yazmaya kalkan Berktay gibi Belge’de “bilgi” sahibi olmadan tarih yazmaya kalkıştığına göre her ikisinin de tarihçiliklerine güvenmemiz için neden kalmamıştır.
“Hic Rhodus, hic salta.”
Kendilerini kaynak göstermeleri kendileriyle beraber son bulmuştur.
Bulundukları bu noktadan ileri gitmeleri artık ancak yalancılıkla mümkün olabilir.
Liberaller, hiç de samimi olmayan bir şekilde, katliamın faillerine yönelecek ilgiyi kurbanların suçlarına çekmeye çalışmışlardır. Israrla sol içi şiddeti öne çıkarmak istemişler, ancak komünistlerin ortaklaşmasına hizmet etmiş ve dayanışmayı tetiklemişlerdir.
1 Mayıs 1977’de de saldırıya uğrayanlar da saldırının kimden geldiğini biliyor ve faillere karşı ortaklaşıyordu. O gün herkes şundan emindi:
“Saldıran bizden değildir!”