Türk basını İstanbul’da toplanan “Suriye Dostları” konferansının asıl amacının üstünü örttü, Suriye’nin işgalini isteyen ve Suriye’den kaçıp konferansa katılan bir doktorun anlattıklarından Erdoğan’ın ne kadar etkilendiğin yazdı, Suriye halkının yaşadığı trajediyi ise tamamen duymazdan geldi. Türk medyasının çelişkili taraf tutumu bununla da sınırlı değil. Bir yandan Erdoğan’ın suratına yansıyan çaresizlik ve aşırı telaşını görünür kılmadı, […]
Türk basını İstanbul’da toplanan “Suriye Dostları” konferansının asıl amacının üstünü örttü, Suriye’nin işgalini isteyen ve Suriye’den kaçıp konferansa katılan bir doktorun anlattıklarından Erdoğan’ın ne kadar etkilendiğin yazdı, Suriye halkının yaşadığı trajediyi ise tamamen duymazdan geldi.
Türk medyasının çelişkili taraf tutumu bununla da sınırlı değil. Bir yandan Erdoğan’ın suratına yansıyan çaresizlik ve aşırı telaşını görünür kılmadı, diğer yandan konferansın düzenlendiği yerde Esad yanlılarının protestosunun bastırıldığını ve bu emrin doğrudan bir el tarafından verildiğini de es geçti.
Türkiye’nin en büyük çelişkileri geçen mart ayı boyunca ayyuka çıktı. Son bir ayda Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidara geldiği 10 yıldan bu yana en derin ve en istikrarsız dönemini yaşadı.
Bu bir ay içinde Türkiye’deki cezaevi skandalları bile tek başına büyük bir yankı uyandıracak cinstendi; bunu protestolar zinciri takip etti. Yaşam koşulları kötüleşen işçi protestoları yoğun bir şekilde yapıldı, hayat pahallılığı protestoları, yeni eğitim kanununa karşı öğretmenlerin protesto yürüyüşleri… Öğretmenlere karşı darp, göz yaşartıcı bomba ve biber gazı bolca kullanıldı; Kürtler’in Newroz bayramını kutlamaları yasaklandı, ölüm ve çok sayıda yaralanmayla sonuçlanan engelleme ve baskılarla karşılandılar.. Gösterilerin bastırılması konusunda adeta yeni yeni doktrinler geliştirildi. Başbakan’a verilmesi planlanan “uluslararası liderlik” ödülünü önlemek için İstanbul’dan Almanya’ya kadar uzanan birçok protesto yapıldı; bu bir ay boyunca gazete kapatma ve gazeteci tutuklamalarında artışlar devam etti; akaryakıt ve vatandaşın temel tüketim maddelerindeki fiyat artışları peş peşe geldi..
“Demokratik” Türkiye’nin cezaevlerinde patlayan skandallar zinciri
Pozantı Çocuk Cezaevi’ndeki skandalda çocukların dayak, işkence ve tecavüze maruz kaldıkları açığa çıktıktan sonra cinsel tacizin geldiği boyutun ne kadar arttığını ortaya koyan yayınlar çıkmaya başladı. Buradan görülen şu ki, tutuklu gençlere ve çocuklara dönük tecavüzlerin, Türk cezaevlerinin genelinde yaygın olduğu ortaya çıkmış oldu. Hükümet, açığa çıkan skandalın üstünü örtmek için başka cezaevine nakil yaptırmasına rağmen üstünü örtemedi, cezaevi skandalları durmadı. Sincan Cezaevi’ne nakledilen çocuklara cezaevi yönetiminin uyguladığı muamele de ortaya çıktı. Soğuk hücrelerde çıplak tutmanın yanı sıra, her türlü baskı ve hakaret uygulandığı da ortaya çıktı. Ankara cezaevinde yönetimin garip uygulamalarına bir de sadistçe tutumu eklendi. Her öğün adeta bir işkenceye dönüşüyor; yemekler, aç bırakılan çocukların uzağında, bir cam bölmenin ardında tutuluyor, çocukların işkence çekmeleri sadistçe izleniyor..
Newroz Bayramı; Eğer Kürt isen sana yasak!
Kürtlerin yüz yılardan bu yana taşıdıkları ulusal mirasın ritüelleriyle, geçen yıl Newroz kutlamalarında her yerde ve özellikle Diyarbakır’da yüz binler toplandı, hepsinin görüntüleri halen mevcut. Ama bundan bir ürkme sezdik; tatil günü yapmak istedikleri halk kutlamasının mitinge dönüşmesini önleme amaçlı kampanyaya dönüşen tutuklamalar başladı. Sözde tedbir almak amacıyla yasaklamalar getirildi. İstanbul ve Diyarbakır’da izin verilmedi, İstanbul’da kutlama alanına giden bütün yollar kapatıldı. Hatta kutlama bölgesine taşımacılık yapan otobüs iç hat seferleri dahi iptal edildi. Kürtlerin Barış ve Demokrasi Partisi’ne yönelik gaz ve göz yaşartıcı bomba saldırıları ile protestocu kitle dağıtıldı, her koldan güvenlik birimlerinin bir ölümle sonuçlanan saldırıları gerçekleştirildi. Diğer yandan Diyarbakır’da kent tümüyle kapatıldı, bir önceki günün sabahından başlayarak yaya veya araçlarla kente girişlerin tümü yasaklandı. Fakat tüm baskı ve yasaklamalara rağmen bir milyon Kürt alanı doldurarak, efsanevi bir çıkış yaptı; baskıcı iktidarla adeta dalga geçti.
İşçilerin ve öğretmenlerin protestosuna Erdoğan hükümetinin cevabı: Gaz!
Bir dizi işçi sendikası ve konfederasyona bağlı kamu işçileri, 28-29 Mart tarihlerinde iki gün boyunca yürüyüşler ve oturma eylemleri gerçekleştirdi. Kamu çalışanları sendika kanunu ile yeni eğitim kanununu protesto ettiler. Güvenlik güçleri protestoculara saldırdı. Zor kullanarak oturma eylemi dağıtıldı. Öğretmenler ve işçiler görülmemiş bir şiddete maruz kaldı. Belediye önünde özel bir birlik protestoculara saldırdı, oturma eylemi yapan öğretmenlere karşı, her zamanki gibi darp, gaz ve göz yaşartıcı bomba kullanıldı… Hükümet tüm güvenlik birimlerini adeta seferber etti, ildeki birimlere, çevre illerden takviyeler yapıldı. “Gelişmiş teknolojisini” kitlelerin üzerinde kullanan bir hükümet görüntüleri vardı..
Muhalif gazetelerin sesi kısılıyor, kapatılıyor
Muhalif gazetelerden Özgür Gündem yaklaşık bir önceki ay önce kapatıldı. Güvenlik birimleri çok sayıda basılmış yayına el koydu. Neden olabilir? Dikkatinizi çekerim, bu gazete ölümleri yazdı… Bu gazetenin 1992 yılında kurulduğundan beri, 76 kez faaliyeti duruduruldu ve o tarihten bu yana üç kez binası bombalandı. Gazete editörünün söylediğine göre basına ve muhalefete dönük baskılar, Türkiye’nin Suriye karşıtı tutumunu tırmandırmasına paralel olarak arttı. Savaşı tırmandıran basın hükümet cephesince iyi karşılanıyor, ama asıl baskı, Suriye’ye karşı saldırganlığına muhalefet eden ya da edebilecek olanlara yöneliktir. Bu gazetenin kapatılması ve iktidar partisinin düşünce ve ifade özgürlüğüne dönük şiddet ve baskı politikaları, İstanbul Taksim’de büyük bir kalabalık tarafından protesto edildi.
Mezheplere dönük baskılar ve Almanya’ya kadar uzanan Erdoğan karşıtı gösteriler
Bu geçen ay içinde ayrıca mezhep ayırımı ve Madımak katillerinin korunmasıyla ilgili olarak hükümete tepkiler yoğundu. En büyük meydan olan Taksim’de (İstanbul) çeşitli gösterilerle hükümetin bu tutumu kınandı. Ayrıca Almanya’daki Türklerin Erdoğan’ı protestosuna çok sayıda kişi katıldı. Erdoğan’a Almanya’da verileceği duyurulan “Uluslararası Liderlik Ödülü”nü almak için Almanya’ya gelmesi planlanan Erdoğan, büyüyen protestolar karşısında vazgeçmek zorunda kaldı. Oraya varış saati değiştirildi ve Almanya organizasyonu bununla gerekçelendirerek ödülü vermeyeceğini açıkladı. Bu organizasyonda birçok sivil toplum örgütü var. Bu kuruluşların ısrarı üzerine, bir bahane olması açısından, ödülü almak üzere Erdoğan’ın gelmesi koşulu getirildi. Çünkü gösterilerin Türk topluluklarının bulunduğu Fransa, Hollanda ve diğer ülkelere genişlemesinden endişe duyuldu.
Fiyat artışları
Zamlar peş peşe geldi: Elektrikte fiyat artışı % 8.1 oldu, diğer fiyat artışları; doğalgaz % 18.72, benzin % 5.6 oranında arttı. Bu gidiş, yakıt ve enerji alanındaki bu artışların burada durmayacağını ve vatandaşın temel tüketim maddelerinde fiyat artışını beraberinde getireceğinin göstergesidir. Aslında benzindeki bu fiyat artışı, benzinin bu yıl içinde aldığı üçüncü zam. Bu zamların bir dizi nedeni olmakla birlikte esasında Erdoğan’ın İran ve Rusya ile ilişkilerindeki başarısızlığından kaynaklandığı söylenebilir. Yakıt fiyatlarındaki bu artışın asıl sebebi Erdoğan’ın başarısızlığı olarak görülmekte.
Türkiye’de bu geçtiğimiz bir ay içinde bütün bu olanlar (zamlar, Kürtler, Aleviler, işçiler, öğretmenler…), medyanın nazarı dikkatten kaçırmaya çalıştığı, aslında bi
r iç savaş halidir. Ancak Erdoğan hükümetinin tamamen Amerika’ya bağımlılığı ve ona “çavuş ağa” rolünün verilmesi, ülke içinde güçlü bir medya desteğiyle kapak yapıldı. Ülke içindeki baskılar, skandallar, yolsuzluklar nedeniyle aslında çöküş halindeki hükümetin halkla ilişkilerini restore etme çabası içindeki medya, İran ve Suriye politikasını cilalamak ve böylece ülke içindeki çöküşün üstünü örtmek görevini üstlenmiştir. Cilalı kampanyalarla 1981 Askeri darbenin faillerini yargılayacaklarını propaganda ettiler. 12 Eylül sola karşı yapılmıştı ve darbeyle Müslüman Kardeşler’in hizbi iktidar oldu. Burada kimin kimi yargılayacağı, darbenin Lideri Kenan Evren’in söylediklerinden anlaşılıyor. Kenan Evren ne demişti? “Sayın Başbakanla ilişkim her zaman iyi oldu. Sürekli görüşüyoruz. Bana karşı böyle bir dava açılmasına hayret ettim. Eğer siyaset gereği bu bir manevraysa, ben bu durumdan şahsen utandım.”
Hükümet 1993’teki katliamın faillerini çeşitli bahanelerle korurken 1981-1982 dönemindeki katliamların faillerini nasıl yargılayacağı anlaşılmamaktadır? Belki de bu, iktidar partisinin felsefi çelişkisidir; ustalıkla yapmaya çalıştığı şey, bu dönemin asıl sorumlularının darbeciler olduğu gerçeğinin üstünü örtmektir. Çünkü bu yılların cinayetleri kovuşturulmuyor.. Erdoğan’ın bu tutumu, dış politikadaki çelişkileriyle paralellik içindedir. Suriyelilerin yanında olduğunu bağırırken, Esad’ı destekleyen Suriyelilere ‘saldırın-dağıtın’ emrini veriyor; “Yanındayız ama bu Suriyelilerin değil” gibi. 12 Eylül’ü yargılaması da böyledir. “Yargılıyoruz ama o dönemin katillerini değil!” Üç yüzden fazla kişinin ölümüne neden olan güvenlik güçlerini de yargılamaması böyle bir şeydir..
Erdoğan gürledi ve yağdı; şehitlik üzerine bir parça siyasi şiir okudu ve 1981’in gangsterlerinin üstünü kapattı… İşte çelişkileriyle uyumlu bir Erdoğan “demokrasisi”:
Türkiye’ye Hoş geldiniz!
[Arabi Press’teki Arapça orjinalinden Hamide Yiğit tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]