Çok uzun zamandır İstanbul’un Anadolu yakasında oturup Avrupa yakasında çalışan bir kırtasiyeciyim. Her fırsat bulduğumda araba kullanmayacak kadar akıllı olduğumla övünmeyi severim. Erenköy’den trene binip sonra Haydarpaşa’dan vapura atlayıp işime gittiğim yıllarım oldu . Simdi ise Kadıköy’den vapura binip Karaköy’e geçip işime gidiyorum. Şehir hatları vapurlarına aşığım. Kapıları denizlere açılan, arkasında dalgalar önünde türlü çeşitli […]
Çok uzun zamandır İstanbul’un Anadolu yakasında oturup Avrupa yakasında çalışan bir kırtasiyeciyim. Her fırsat bulduğumda araba kullanmayacak kadar akıllı olduğumla övünmeyi severim. Erenköy’den trene binip sonra Haydarpaşa’dan vapura atlayıp işime gittiğim yıllarım oldu . Simdi ise Kadıköy’den vapura binip Karaköy’e geçip işime gidiyorum. Şehir hatları vapurlarına aşığım. Kapıları denizlere açılan, arkasında dalgalar önünde türlü çeşitli İstanbul manzaraları olan bu seyahat aracı bence bir nimettir. Eşsizdir. Bir kadın, bir çocuk, bir yaşlı, bir erkek; yalnızlar, çiftler ve aileler ve herkes bu araçta mutlu mesut seyahat edebilirler. TV gibi işgalci güçler yoksa gazetelerini kitaplarını okur, istiyorlarsa içinden Kızkulesi geçen rüyalara dalarlar. Son on yıldır bu güzelim yolculuk aracı ve çevresi tehdit altında.
Artık vapurla Karaköy’e giderken sol tarafıma bakınca Sultanahmet camiine küfür eden üç çirkin kule görüyorum. Sağ tarafıma bakınca Haydarpaşa’nın durmuş tarihi saatini. Tek çarem açık denizlere bakmak. İndiğim Karaköy iskelesi bir iskele değil çirkin bir baraka. Bırakın Sait Faik’i, Yahya Kemal’den bile utanıyorum.
Acaba diyor sevgili iş ortağım Tülay Önen, İstanbul’u acıtan, inleten bu karar vericiler gençliklerinde hiç vapurun keyfini sürmediler, hiç Bostancı’dan trene binip Ankara’ya gitmediler, hiç Gümüşsuyu’ndan aşağı yürümediler de o yüzden mi bu kadar kör ve kıyıcı olabiliyorlar? Düşünmek lazım.
Arabası var özel mi özel!
Eskiden devletin işlettiği toplu taşıma araçları yerine özel arabaların insanları özgürleştireceğine inananlarla tartışmaya bayılırdım. Şimdi hele hele referandum sonrası tabir edeceğimiz son bir yıldır çok muhatap bulamıyorum. Ahmet İnsel’in üniformalı kondüktörlerin çalıstığı trenleri nasıl sevmediğinden bahsettiği bir makalesi vardir. Devletçi-totaliter ideolojiyi eleştiren bir sekilde eleştiren bu “teorik” yazıyı hep aklımda tutmuşumdur. Artık devletin işlettiği pek bir şeyimiz yok. Diyelim devletin sermayesi ile kurulu araçlarla, yani TDİ veya TCDD gibi klasik kamu iktisadi teşebbüslerinin işlettiği araçlarla seyahat etmeyi sürdürebilseydik bu bizim özgürlükçülüğümüze nasıl bir zarar verebilirdi bilemiyorum ve soruyorum.
Bu yolculuk işlerine bir feminist olarak bakınca kimlerle nasıl nerelere yolculuk yapabileceğimizin kadın özgürlüğü açısından önemli bir tema olduğu görülür. Dini ideolojilerin İslamisti kadınların tek başlarına hacca gitmelerine izin vermez. Şehirlerarası yolculukları da yetişkin bir kadın tek başına yapmamalıdır. Ama kadın özgürlüğü hareketleri ve kapitalist hayat bu gidişi değiştirmiştir. Günümüzde kadın isçiler, sürücüsü erkek olan özel kiralanmış güvencesiz toplu taşıma servisleri ile işlerine gidebilirler, en ucuz maliyetle vardiyalarına giderken kaza geçirebilirler, üstlerine kapanmış kapılar arkasında çalışırken yanıp ölebilirler. 2000’li yıllarda iş kazaları normal karşılanıyor ne acı. Ama hala toplu taşıma araçlarında kadınların erkeklerle bir arada seyahat etmesini normal karşılamayan pek çok insan var. Onlara kalırsa en büyük tehlike birbirine akraba olmayan kadınlarla erkeklerin şu ya da bu şekilde bir arada olması. Ne kadınlara ne erkeklere insanlara güvenmeyen bir bakış açısı bu.
Kadınlar yalnız gezebilir mi?
Kadınların lüzumlu isleri olmadıkça evden dışarı çıkmamasını isteyenler, ille de çıkacaklarsa saclarının bir teli görünmeyecek şekilde örtülü olmasını önerenler bununla da yetinmezler, örtülü bile olsanız toplu ulaşım vasıtalarına binmemenizi isterler. Ben kibarlıktan ‘isterler’ diyorum, doğrusu şart koştuklarıdır. Bugün büyük şehirleri reklam panolarındaki dev fotoları saran “armina eşarpları kadını” diyeceğimiz yeni kadın tipine neler yasaktır bilinmez ama özel araba kullanmanın ve alışveriş merkezlerinin çok serbest olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla.
1980 sonrası Türkiyeli kadınların bir kısmını en çok şaşırtan şey başı örtülü kadınların özel araba kullanması olmuştu. Bu “çağdaş” kadınlara göre araba modern bir şeydi -tesettürlü kadınlar modern bir şey değildi, o halde nasıl oluyordu da onlar araba sürüyordu. Bu kadınlar bazı şeyleri göremiyorlardı: Birincisi örtünmenin araba kullanmaya engel olmadığı idi. İkincisi ise tesettürlü kadınların ille de araba alamayacak kadar fakir ve eğitimsiz olmadıkları realitesi idi. Üçüncüsü ise gelişmiş, ileri, çağdaş bir kişi olmanın özel araba sahibi olmakla bir bağı olmadığı idi.
Evden dışarıya özel arabası ile çıkan bir kişi diğer insanlara benzemez bence. Bir kere bu insanlık tarihi açısından yeni bir türdür. Gürültü yapar, havayı kirletir dünyaya kendi arabasından, hep aynı ön ve yan camdan bakar, eğer sürücü ise. Bu yeni tür, arabasının markası ile de kendini diğer insanlardan ayırır. Öyle ki araba kişiden önce görünen bir şeydir. Önce o gider, siz sonra onun içinden çıkarsınız. Televizyonlarda araba reklamlarına ayrılan yer ve bu reklamlarda kullanılan kandırıcı mesajlar, bir arabanın bir arabadan fazla bir şey olduğunu insanları ikna etmeye çalışır. Bu arabaları köprüde veya TEM yolunda veya Maslakta birbirlerinin ardına dizilmiş halde görebilirsiniz. Bu vasıtalar trafikte tıkalı kalmak gibi bir kadere mahkûmdurlar. Ama nedense insanlar bu vasıtaları bir özgürlük aracı olarak görür, tıkalı yollarda müzik dinleyip cep telefonu ile konuşup kendilerini avutmaya çalışır. Benzin tüketir ve egzoz salarlar.
Kadınlar özel arabaları ile toplumdan korunurlar. Herkes için görünür olmazlar. Sadece trafikteki insanlar için bir kadın sürücü olarak görünür olurlar. Sarkıntılıktan, en azından elle olanından korunur olurlar. Aileleri veya kendi seçtikleri dışındaki insanlarla yolculuk yapmıyor olurlar. Mesela bir araba tamircisisi, bir hazır giyim işçisi, bir yazar, bir ev kadını ve bir seks işçisi ile aynı trende yolculuk yapabilirsiniz ama arabanıza sadece kendi yakınlarınızı alırsınız. Otostop denilen müessese yabancı filmlerde olur ve genellikle insanların başına isler açtıkları bir macera anlamı taşır.
Banliyö trenleri bakımsızlıktan ölecek hale getirildikleri son yıllar itibarıyla bile son derece misafirperver araçlardır. Hiç bir zaman trafikte tıkanmazlar. Söyledikleri zamanda kalkıp söyledikleri zaman duraklarına varırlar. Haydarpaşa’dan yola çıktığınızı düşünün, diyelim güzeller güzeli Kızıltoprak veya Erenköy durağında ineceksiniz. Bu durağa kaçta varacağınız bellidir ve bu bence özgürlük demektir.
Batan iskele, yanan gar bizim
Karaköy’deki vapur iskelesi batalı dört yıl oldu biliyorsunuzdur. Kaç yıldır kışın soğuk, yazın sıcak olan bir kulübeden vapura binilip iniliyor. Canım Karaköy İskelesi -ki nice lodoslar görmüş de batmamıştı- İDO’nun ellerinde inleye inleye, ağır ağır battı. Anlaşılan o ki iskelenin bakımsız bırakılarak batırıldığı 11 Kasım 2008 gecesi suya düşen AKBİL kasalarını arayan İDO yetkilileri, paralarını bulduktan sonra eski iskeleyle olan bütün bağlarını kopardılar… 25 Şubat 2005 tarihli Radikal haberi şöyle idi: “Şehir Hatlarının İDO’yla birleştirilmesiyle 73 vapur, 54 iskele ve Haliç Tersanesi TDİ’den Büyükşehir Belediyesi’ne devrediliyor. Uzun vadede hedef vapur, deniz otobüsü ve motorların tek iskele, tek bilet altında birleşmesi. Buna göre, şehir hatları vapurları zamanla yerini deniz otobüsü ve motorlara bırakacak, vapurlar ise sadece belirli hatlarda ‘özlemli amaçlı’ kullanılacak.”
Bu günlerde yani dokuz sene önc
e ‘Vapurlarıma Dokunma’ diye başlayan bir kampanya çığ gibi büyümüştü. Bir süre sonra gelen tepkilerle olsa gerek, iskele tabelamıza turuncu da olsa kavuşmuştuk tekrar. Hala vapurlara biniyoruz
Haydarpaşa Garı’nın yandığında nerede idiniz ve ne yapıyordunuz hatırlıyor musunuz? Sizden ricam eliniz değerse” yuutup” denen arşive girip görüntüleri izlemeniz. Acı dolu bir filmin trajik bir sahnesi için kurulmuş bir dekor yanıyor sanacaksınız ama değil. Yanan gerçek bir tanecik sevdiceğimiz tren garımızdı ve o tarihten beri garın eşsiz saati hep 3’ü çeyrek geçeyi gösteriyor.
‘Vapurlarıma Dokunma’ kampanyasını yürüten yazarlar ve gazetecilerin çoğu bugün hala yazıyor ve çiziyor. Peki, neden “Haydarpaşama Dokunma” diye bir kampanya büyüyemiyor bir türlü? Marmaray işinde bizden neler gizleniyor bilimiyorlar mı? Yoksa insanlar ne olacağının, yani artık İstanbul’un içine hızlı veya yavaş tren gelmeyeceğinin farkında değil mi?
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Haydarpaşa trenlere kapatıldıktan sonra bir soru üzerine yaptığı 2 Şubat 2012 tarihli açıklamasında şunları söylemişti: “Hızlı tren ve hatların rehabilitasyonu için bir çalışma başlatıldı. Bu tabii ki mevcut banliyö hatlarını da etkiliyor ve Haydarpaşa, Marmaray ‘dan sonra gar fonksiyonunu bir miktar yitirmiş oluyor. Artık trenler mevcut Marmaray’ı kullanmak suretiyle kesintisiz geçecekler.”
Bu açıklama bir dile sahip, o da bir tür kuşdili. Türkçesi “gerçek gizleme dili”. Oysa bir belediye başkanının dili bir tren tarifesi kadar açık ve güvenilir olmalı. Kadir Topbaş demeli ki, evet Haydarpaşa artık gar olmayacak. Artık İstanbul’a tren gelmeyecek. Son tren rayları Mart 2012’de sökülecek. TCDD bizimle uyum içindedir. Tren çalışanları kendi işlerini düşünmektedir. Burasını Manhattan gibi yapacaktık izin vermediniz, şimdi başka bir şeye benzeteceğiz. Yani mazisinden kopmuş, anlaşılmaz, kar getirici, halka hizmet etmeyen bir yer yapacağız. Yani Haydarpaşa binasını otel, etrafını alışveriş merkezi, camii vs. yapacağız. Buraya yolcu gelmeyecek ve buradan yolcu gitmeyecek. İstanbul’un bu harikulade kapısını halkın yüzüne kapatacağız.
Açıklama bekliyoruz
Belediye Başkanımız bize, millete karşı açık konuşabilir ve kurtulabilir. Haydarpaşa’ya artık hiçbir zaman tren gelmeyecek diyebilir. Yok, Haydarpaşa’ya tren gelecekse, hangileri, ne zaman, nasıl bunu söyleyip kurtulabilir. Elbette çok daha iyisini yapmış olur.
İşte şu 8 Mart ertesinde yetkililerden sorularına cevap bekleyen İstanbullu bir kadın yurttaşım. Açık denizlerden aldığım güçle yine de yalvarıyor ve uyarıyorum. Haydarpaşa’yı İstanbul milletinden ayırmayın, aziz Kızıltoprak, Feneryolu, Erenköy, Göztepe, Suadiye Bostancı, Küçükyalı, Maltepe, Pendik duraklarını kapatmayın. Belki yıkarsınız yıkılanlar yeniden yapılır, ama insanlar, binalar ve anılar sizden hesap soracaktır.