CHP’nin tüzük kurultayı, partinin “sosyal demokrasinin evrensel değerlerine uygun bir biçimde yeniden yapılandırılması”na vurgu yapan söylemler eşliğinde gerçekleştirilen tüzük değişiklikleriyle sonlandı. Parti tüzüğünün “Siyasal İlkeler ve Değerler” başlığını taşıyan 2. maddesi ile “Amaç” başlıklı 3. maddeleri değiştirildi. Siyasal İlkeler ve Değerler’e, “kadın erkek eşitliği” ve CHP’nin “devleti kişilerin özgürlüklerini ve refahını sağlamaya yönelik bir hizmet […]
CHP’nin tüzük kurultayı, partinin “sosyal demokrasinin evrensel değerlerine uygun bir biçimde yeniden yapılandırılması”na vurgu yapan söylemler eşliğinde gerçekleştirilen tüzük değişiklikleriyle sonlandı.
Parti tüzüğünün “Siyasal İlkeler ve Değerler” başlığını taşıyan 2. maddesi ile “Amaç” başlıklı 3. maddeleri değiştirildi.
Siyasal İlkeler ve Değerler’e, “kadın erkek eşitliği” ve CHP’nin “devleti kişilerin özgürlüklerini ve refahını sağlamaya yönelik bir hizmet aracı olarak kabul eden çağdaş demokratik sol bir siyasi parti” olduğu ibareleri eklendi. Amaç maddesinde ise “Ülkenin güvenliğini ve bütünlüğünü, ulusal birliği, ekonomik ve siyasal bağımsızlığı, yurtta ve dünyada barışı koruyup güçlendirmek”le başlayan eski tüzük maddesinin genel yaklaşımı “yer değişiklikleri” ile korundu; sosyal haklara daha geniş yer ayıran ve kültürel farklılıkları zenginlik kabul ederek bir arada yaşayacakları ortam ve koşulları oluşturmayı içeren eklemeler yapıldı.
Deniz Baykal’ın Genel Başkan’a çok geniş yetkiler tanıyan tüzüğünde “parti içi demokrasi” kavramı ekseninde çeşitli değişiklikler yapıldı.
Parti yönetimi, şimdi sıranın “program değişikliğinde” olduğunu, Haziran ayında yapılacağı söylenen Olağan Kurultay’da da bu adımın atılacağını deklare ediyor.
Bütün bunların CHP’yi “Sosyal Demokrasinin evrensel değerlerine” ne kadar yaklaştıracağı ve de bu yolla sağlanacak “ilerleme”nin CHP’yi ne ölçüde “iktidar alternatifi” haline getirebileceği ise belirsizliğini koruyor.
CHP’nin tüzük ve program değişiklikleriyle, yani “kağıt üzerinde” çözemeyeceği yapısal sorunları var.
Bunların başında CHP’nin “halk”la ilişkilerini belirleyen Türkiye’nin iki büyük sorunu karşısındaki “körlüğü” var:
CHP “siyasi soykırıma” tabii tutulan Kürt halkına kör!
CHP neo-liberal yıkıma maruz bırakılan emekçi halka kör!
CHP, Kürtleri ve emekçileri yalnızca delegelere, CHP’lilere “gaz vermek” gerektiğinde “görüyor”.
Emekçilere ve ezilenlere kör bir “Sosyal Demokrasi” “iktidar alternatifi” olabilir mi?
Biliyorum sorum faullü; çünkü cevabı belli: Olamaz!
Ama CHP’nin körlüğüne yaptığım vurgudaki ve sorudaki amacım “CHP iktidar alternatifi olabilmek için Kürt sorununda ve emekçi halkın karşı karşıya olduğu neo-liberal saldırganlık karşısında sol bir politik strateji oluşturmalıdır” diyerek CHP danışmanlığı yapmak değil.
Amacım, CHP’nin “körlüğü”nün “tercihli” bir körlük olduğunu ortaya çıkarmak.
Türkiye’de sosyal demokrasinin iktidara gelecek bir oy oranına ulaşabilmesi çok güç. Türkiye sosyal demokrasisinin oy oranının %33’le %44 arasında salındığı “tarihsel” bir gerçek.
Sosyal Demokrat Kürt milletvekillerinin SHP’den kovulduğu 1989’dan bu yana, Türkiye’de SHP, CHP, DSP gibi “sosyal demokrat” etiketli partilerin %26’nın üzerine çıkamadığı biliniyor. Sosyalist Enternasyonal’e üye BDP’nin geçtiğimiz seçimlerdeki %6.5’luk oyunu ilave ettiğimizde ise Türkiye’deki sosyal demokrasinin %33’lük “asgari oy tabanı”na ulaşıyoruz.
Bu oy tabanının bir araya gelmesi ise artık CHP’nin Kürt Sosyal Demokratlarını yeniden içine alması değil “Türk Sosyal Demokrasisi” ile “Kürt Sosyal Demokrasisi”nin birliğini sağlama sorunu. Böyle bir “birlik sorununu” ortaya koyabilmenin gerçek bir temeli ise neredeyse tükenmiş durumda.
Kendisini “Türk Sosyal Demokrasisi”ne mahkum eden, Kürt Sosyal Demokrasisi ile yeniden buluşmanın yolunu arayamayan bir CHP’nin genişlemek için yönelebileceği “seçmen tabanı” belli: AKP ve MHP seçmenleri.
Bu seçmen tabanının “muhafazakar” karakteri ile, Türkiye’nin şu anki iklimi bir araya getirildiğinde, bu seçmen tabanında bir “çatlak” oluşturabilmesi için CHP’nin kullanabileceği tek araç, sağ iktidar ile seçmen tabanı arasındaki sınıfsal fay hatlarını kıpırdatmak.
Burada da CHP’nin ikinci “körlüğü” devreye giriyor.
CHP “örgütü”nün bir “müteahhitler örgütü” olduğu herkesin bildiği bir başka gerçek!
Son zamanlarda güvencesiz işçilerin mücadelesiyle gündemde öne çıkmaya başlayan “taşeron işçileri”nin diğer adı da “müteahhit işçisi”. Yani neo-liberal emek cehenneminin “kötü adamı” müteahhit, CHP örgütünün “yapı taşı”.
CHP’nin bu “kimyası” ile AKP ve MHP’nin tabanındaki “muhafazakar” kitleyi sosyal demokrasiye transfer edebilmesi için “barutu” yok.
Yani CHP’nin %33’lük “çekirdek” sosyal demokrat oyu bir araya getirip, %45’lere ulaşacağı bir siyasal-toplumsal hareketlilik momentini yakalayabilmesinin yolları bizzat CHP’nin kendisi tarafından kesilmiş görünüyor.
CHP “iktidar alternatifi” olamayınca, iktidar hedefini, “iktidara bir ucundan yapışma” projeleriyle sınırlamak zorunda kalıyor.
CHP’yi iktidara bir ucundan yapışmak için 1990’lı yıllarda TSK’nın kucağına oturtan bu gerçeklik, şimdi de “yeni CHP’yi” TÜSİAD’ın “cici liberal demokrasiciliği”ne doğru sürüklüyor.
Peki, CHP kurmayları benim gördüğümü göremiyor mu? Ne münasebet; elbette görüyorlar, ama belli ki “kör kalmayı” tercih ediyorlar; böylece gerçekten de “evrensel sosyal demokrat” oluyorlar!