DİSK’in sendikal özgürlüklere yönelik hükümetin yeni kısıtlamalarına karşı emekçilerin sesini duyurmak gibi haklı bir sebeplere dayanan İLO binası işgali, devletlerarası örgütlerin doğasının ne olduğuna dair yeni bir tartışmaya ihtiyaç duyulduğunu da göstermektedir. Zira, sırf insan hakları, emek meseleleri veya azınlıkların korunması alanlarıyla uğraşmaları nedeniyle, bu örgütlerin emperyalist karakterleri zaman zaman göz ardı edilebilmektedir. Oysa, sosyalist […]
DİSK’in sendikal özgürlüklere yönelik hükümetin yeni kısıtlamalarına karşı emekçilerin sesini duyurmak gibi haklı bir sebeplere dayanan İLO binası işgali, devletlerarası örgütlerin doğasının ne olduğuna dair yeni bir tartışmaya ihtiyaç duyulduğunu da göstermektedir. Zira, sırf insan hakları, emek meseleleri veya azınlıkların korunması alanlarıyla uğraşmaları nedeniyle, bu örgütlerin emperyalist karakterleri zaman zaman göz ardı edilebilmektedir.
Oysa, sosyalist eğilimli devletlerin kendi aralarında oluşturacakları örgütlenmeler dışında, hiçbir devletlerarası örgüt emperyalist sömürü ilişkilerinden ayrı bir biçimde ele alınamaz. Bu örgütler emperyalist çıkarları korumak için kurulmuşlardır ve bunlarla bir çatışma içerisine girdiklerinde hemen cezalandırılırlar. Üstelik uluslararası ilişkilerde önemlerini korumak için emperyalist çıkarları daha da ilerletecek faaliyetler içerisine girmek baskısı altındadırlar. İLO’nun tarihi bunun örnekleriyle doludur.
I
İLO Milletler Cemiyeti döneminden gelip Birleşmiş Milletler sistemine entegre edilmiş nadir devletlerararası örgütlerdendir. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ardından, 1919 tarihindeki müzakerelerden anlaşıldığı üzere, İLO’nun iki kuruluş amacı vardır. Birincisi, doğuda ortaya çıkan Bolşevizm tehlikesine karşı Verseilles düzenini korumaktır. İkincisi ise, köleciliği kaldırılmasından sonra, sömürge ülkelerinde, sadece doğal kaynakların değil, insan emeğinin de daha verimli sömürülmesini sağlayacak koşulları güvence altına almaktır. Bu yönüyle, emekçi sınıflar üzerinde ideolojik hegamonyanın kurulmasında önemli bir işlevi vardır.
II
İLO’nun burjuva ideolojik hegamonyasını kurmadaki rolü özellikle emek sömürüsüne yaklaşımında açığa çıkmaktadır. İLO belgelerinde emek sömürüsü kapitalizmin içsel bir olgusu olarak değil, ancak çocukların, kadınların, yerli halkların ve insan ticareti mağdurlarının bir sorunu olarak ele alınmakta ve emek piyasasına eşit koşullarda katılma hakkıyla sınırlı tutulmaktadır. Böylece sömürü o kadar istisnai bir olgu haline getirilmiştir ki, İLO’nun Fransızca, İngilizce ve İspanyolca teknik terimler sözlüğünde yer verilmeye bile gerek duyulmamıştır. Ancak İLO bununla da yetinmemiş, Filedelfiya Beyannamesi’nde de olduğu gibi, “emek bir meta değildir” diyecek kadar, emek-sermaye ilişkilerinin kapitalist karakterini gizlemekte absürd noktalara gitmiştir.
III
İLO, ancak sınıf mücadelesinin dünya ölçeğinde keskinleştiği dönemlerde, emperyalist çıkarlarla çatışacak bazı kararlar almak zorunda kalmıştır. Fakat, ABD’nin 1977’de İLO’dan çekilmesi, örgütün böyle yaptığında nasıl en ağır şekilde cezalandırılıp hizaya getirildiğinin tarihi bir örneğidir. ABD’nin bu kararı almasında iki temel neden vardır. Birincisi, 1970 tarihinde bir Sovyet vatadaşının Genel Sekreter Yardımcılığı görevine getirilmesidir. Sovyetlerin böylece İLO üzerinde etkisi gittikçe artınca, ABD, İLO bütçesine katkı payını yarı yarıya indirmiştir. İkinci neden ise, 1974’de Filistin Kurtuluş Örgütü’nün gözlemci statüsüyle İLO’ya alınması ve ertesi yıl da İsrail’i ırkçı ve emperyalist bir ülke olarak kınayan çok sert bir kararı kabul etmesidir. İLO’nun o tarihteki bütçesinin yarısının ABD tarafından karşılandığı düşünülürse, emperyalizmin başını çeken bu ülkenin örgütten çekilmesinin ne kadar ağır bir yaptırım olduğu açıktır. Bugün Filistin’i tanıdığı için benzer bir yaptırımla karşı karşıya kalmış bir diğer örgüt de UNESCO’dur. ABD, İLO’ya 1980’de ancak çok ciddi tavizler elde ettikten ve kendi vatandaşlarının üst pozisyonlara getirilmesini garantiledikten sonra geri dönecektir.
IV
Dersini alan İLO, 1980’ler boyunca Washington Konsensusu çerçevesinde uygulamaya konan küresel neo-liberal politikalar karşısında tam bir sessizliğe bürünmüştür. Bu aynı zamanda İLO’nun uluslararası sahnede önemini ciddi bir şekilde yitirdiği bir dönemdir. Aynı dönemde, Avrupa Topluluğu, İLO kararlarını tamamen göz ardı ederek, İngiltere’nin devlet iletişim sektöründeki kamu çalışanlarının sendika üyesi olmasını yasaklamasını onaylayacaktır. Benzer şekilde, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, bu yasaklamanın örgütlenme özgürlüğünün bir ihlali olmadığı sonucuna varmıştır. Avrupa Adalet Divan’ı da İLO Anayasasını ve 1998 Beyannamesini, ki bu sadece negatif haklara gönderme yapıyordu, Avrupa Birliği hukukunun dışında tutmuştur. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İLO prensiplerine aykırı bir şekilde örgütlenmeme özgürlüğü normunu geliştirmiştir.
V
2000’li yılların başlarında, İLO yeni Genel Sekreteri, örgütü uluslararası alanda daha önemli bir aktör haline getirmek amacıyla, küresel neo-liberal politikalara sessiz kalmak yerine, bu politikaların uygulanmasına aktif olarak katılmasını sağlayacak bir çizgi geliştirecekti. Böylece İLO emek-sermaye ilişkilerini düzenleyen bir örgüt olmaktan hızla uzaklaşarak daha çok bir kalkınma kuruluşunun ağırlık vereceği programlarla ilgilenmeye başlayacaktı. Yeni geliştirilen politikalarda, sosyal ve ekonomik haklar vurgusunun yerini insan onuruna yaraşır iş, toplu iş pazarlığının yerini sosyal diyalog ve eşitlik taleplerinin yerini adil muamele talepleri alacaktı. Bu sayede, BM çatısı altında yürütülen yoksulluk, küreselleşme ve Milenyum Kalkınma Hedefleri tartışmalarında daha önemli bir aktör olarak yer almasına izin verilecektir. İLO hizaya gelmesinin karşılığını, ayrıca, genellikle iki yılla sınırlı kısa dönemli projelere yüksek miktarlarda fonların aktarılmasıyla alacaktır. Bu durum ABD ve AB devletleri gibi emperyalist güçlerin örgütün faaliyetlerine çok daha doğrudan müdahale edebilme imkan yaratırken, örgütün gelişmekte olan ülkelerle bağını daha da zayıflatmıştır.
Şurası unutulmamalıdır ki, şimdilik emekçiler sendikal örgütlenme özgürlüklerine Türkiye’de getirilmek istenen kısıtlamalar karşısında seslerini daha fazla duyurabilmek için İLO binasını işgal ediyor olabilirler. Hatta İLO platformlarını sınıf mücadelesinin bir parçası haline getirmeye çalışabilirler. Ancak bu emekçilerin İLO gibi bir örgütün gerçek doğasına ne olduğuna gözlerini sonsuza kadar kapayacakları anlamına gelmemektedir. Tam tersine, kendi ödedikleri vergiler sayesinde İLO’da yüksek maaşlarla çalışanların küresel neo-liberal politikaların fütursuz uygulayacıları olduklarını anladıklarında o binaya çok daha farklı bir şekilde gireceklerdir. Özellikle, kapitalizmin kriz içinde olduğu şu günlerde, burjuva demokratik temsiliyet mekanizmaları ve insan hakları söylemi derin bir meşruiyet sorunu yaşıyorken, bu hiç de uzak bir gelecek olmayabilir. Yeter ki, devrimciler çetin bir ideolojik mücadeleyi temel mesele haline getirsinler.