Uzaktan cesur olmak kolaydır, derler. Engin Ardıç almış arkasına iktidarı, medyayı “ne yazarsam yazayım bana bir şey olmaz” diyerek yazıyor da yazıyor Kapitalizmin alternatifsizliğini ve insan doğasının gereği olduğunu anlatırlar. Devrim bir macera, sosyalizm de bir ütopya olduğuna göre yapılması gereken liberal demokrasi için çabalamaktır. Onlar işçi sınıfıyla çoktan vedalaşmış ve değişim umutlarını burjuvazinin demokratlığına […]
Uzaktan cesur olmak kolaydır, derler. Engin Ardıç almış arkasına iktidarı, medyayı “ne yazarsam yazayım bana bir şey olmaz” diyerek yazıyor da yazıyor
Kapitalizmin alternatifsizliğini ve insan doğasının gereği olduğunu anlatırlar. Devrim bir macera, sosyalizm de bir ütopya olduğuna göre yapılması gereken liberal demokrasi için çabalamaktır. Onlar işçi sınıfıyla çoktan vedalaşmış ve değişim umutlarını burjuvazinin demokratlığına bağlamıştır. Anti-emperyalizmse milliyetçilikten başka bir şey değildir, dolayısıyla terk edilmelidir.
Hemen hepsi ‘eski’ solcudur, ‘o yollardan biz de geçtik’çi, ‘sizden önce biz vardık’çıdır. Hiçbir şeyden anlamazlar ama her şeye dair yazabilirler. Öyle daha etkileyici olduğunu düşündüklerinden kısık sesle fakat çoğu zaman bir saat önce söylediklerini unutarak konuşurlar.
Gelelim bu yazıyı yazmamıza vesile olan Engin Ardıç’a! Onu köşesinde gevşek gevşek sırıtan fotoğrafından ve her fırsatta sosyalistlere saldırdığı, buram buram cinsiyetçilik kokan yazılarından tanıyoruz. Kendisi Wall Street’teki anti-kapitalist eylemlerin sistem karşıtı olmadığını sadece iş arayan insanlar tarafından gerçekleştirildiğini düşünüyor. Yunanistan’da kemer sıkma politikalarına karşı sokağa çıkılması solun yükseldiği anlamına gelmez diyor. Rusya’da, Kızıl Meydan’da komünistler eylem yapınca komünizmin geri gelmeyeceğini anlatıyor. Son olarak Davos’ta FEMEN üyelerinin gerçekleştirdiği protestoya dudak bükerek, “Bu tür gösteriler, magazin malzemesi olmaktan öte hiçbir yere varamazlar” diyor.
Elbette tüm bunlar “başka bir dünya mümkün” fikrinden duyduğu korkunun tezahürü. Zira o dünyada kendisine bir yer bulamayacağının farkında.
Yazılarında öne çıkan bir diğer yansa, kadın düşmanlığı. ‘Bacı’ ve ‘Soyunan sosyalist’ başlıklı yazılarıyla gizlemekten çekinmediği bu yönü Sırrı Süreyya Önder’in değimiyle beyni ile bağırsaklarını, kalbi ile üreme organını birbirine karıştırdığının göstergesi. Bu konuda tek olmadığı da düşünülürse, kendisi ve benzerleri susturulmadıkça kimse bu topraklarda kadın cinayetlerinin bitmesinden bahsetmesin ya da tacizin, tecavüzün neden bu kadar ‘olağan’ karşılandığını merak etmesin.
Uzaktan cesur olmak kolaydır, derler. Engin Ardıç almış arkasına iktidarı, medyayı ‘ne yazarsam yazayım bana bir şey olmaz‘ diyerek yazıyor da yazıyor. ‘Biz de geçtik o yoldan’cılardan biri olarak devrimcilerin değerlerine bu şekilde dil uzatmaması gerektiğini mutlaka biliyor. Ancak “Devrimci bacı… Soyu tükenmiştir sanıyorduk, demek ki yumurtalı eylemlerde yaşıyormuş” cümlesinden de anlaşılacağı üzere o kendi sırça köşkünden görebildiği kadarıyla devrimcileri yok sanıyor.
Devrimci değerlere ihanet edebilmenin cesaretiyle hakaret etmeye yeltenen yüksek bilgili alçak ahlaklı liberaller bu yanılgılarıyla yüzleşeceklerdir.
Onların unuttuğu şey devrimin bir ‘an’ değil ‘süreç’ olduğudur. Dün (onların henüz ‘devrimci’ oldukları zaman) devrim olmadığı için yarın da olma ihtimali yoktur. Devrimin ekonomik ve politik olarak bir zorunluluk olduğu gerçeğiniyse ne dün ne de bugün algılamaları söz konusu değildir. Devrimcilere karşı bu kadar pervasız olmalarının sebebi de zaten bu algı eksikliğidir.
Sözü çok uzatmanın gereği yok. Bu yol, “Sizi budala çakallar! Sizin düzeniniz kumdan inşa edilmiştir. Yarın devrim bir kere daha ayağa kalkacak ve trompet sesleri ortasında sizi dehşete düşürerek haykıracaktır: Buradayım, buradayım, buradayım!” diyen Rosa Luxemburg’un inancıyla yürünmeye devam edilecek, çakalların ulumasına rağmen!
* Erdal Kozan
SDP Parti Meclisi Üyesi