Yarın Tunus’ta “Suriye’nin Dostları” adı verilen bir toplantı düzenleniyor. ABD ve Türkiye’nin yanı sıra Ortadoğu ve Avrupa’dan 70’e yakın ülkenin temsilcileri Suriye’deki kan banyosunu durdurmak için birlikte neler yapabileceklerini konuşacaklar. Girişim, Beşar Esad’ı devlet başkanlığından ayrılmaya çağıran karar tasarısının şubat başında BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya ve Çin’in vetosuyla akamete uğratılmasının ardından, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin önerisiyle […]
Yarın Tunus’ta “Suriye’nin Dostları” adı verilen bir toplantı düzenleniyor. ABD ve Türkiye’nin yanı sıra Ortadoğu ve Avrupa’dan 70’e yakın ülkenin temsilcileri Suriye’deki kan banyosunu durdurmak için birlikte neler yapabileceklerini konuşacaklar.
Girişim, Beşar Esad’ı devlet başkanlığından ayrılmaya çağıran karar tasarısının şubat başında BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya ve Çin’in vetosuyla akamete uğratılmasının ardından, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin önerisiyle gündeme gelmişti.
“Dostlar”, BM Güvenlik Konseyi’nin yasallık zırhından artık yoksun kalınsa da, uluslararası toplumun Suriye ile ilgili olarak atılacak adımlar hususunda en geniş meşruiyet zeminini vücuda getirmeyi amaçlıyorlar.
Toplantıya ilk Arap Baharı ülkesi Tunus ile Fransa ve Türkiye başkanlık edecek.
Ve biliyorsunuz, Türkiye Fransa ile siyasi işbirliğini “soykırımı inkâr yasası” nedeniyle askıya almış bulunuyor. Yani Türkiye Fransa ile “konuşmuyor”. Üçlü başkanlık makamındaki iki “Suriye dostu”nun birbirleriyle kavgalı olmalarının, toplantının uyum ve koordinasyonu açısından bir sorun teşkil edip etmeyeceğini de ilgiyle izleyeceğiz.
Bu arada sadece tartışma kızıştırmak için bir soru: Kendilerine “Suriye’nin dostları” adını verenler Suriye’nin dostuysa, bu toplantıda yer almayan İran, Rusya, Çin ve Şam nüfuzundaki küçük Lübnan, “Suriye’nin dostu” değil mi?
Tabii ki değil. Bu dördü, halkını katlettiği için meşruiyetini kaybetmiş, kan dökücü bir rejimin dostu. Mamafih bu rejim, Suriye nüfusunun bir kısmını oluşturan Nusayri mezhebinin azınlık tabanına oturuyor.
Ama kendilerine “Suriye’nin dostları” diyenler de Tunus’taki toplantıya katılmak suretiyle, isyanın çatı teşekkülü “Suriye Ulusal Konseyi”ne siyasi destek vermiş oluyorlar. Ve isyanın tabanı da Sünni…
İster rejimden yana isyancıya karşı olsun, ister isyancıdan yana rejime karşı… Türkiye dâhil Suriye’ye müdahil olan ülkelerin hiçbiri bugünkü durum itibarı ile “Suriye’nin dostu” sıfatını taşımayı hak etmiyor.
Şu nedenle: Bir yanda Rusya ve İran’ın rejimi ayakta tutmak için verdikleri büyük askeri, maddi ve manevi destek…
Öte yanda, katliamları önlemek ve rejimi devirmek için şu veya bu nedenle askeri eyleme geçemeyen Türkiye dâhil kifayetsiz “Batı ittifakı” ve destekçilerinin isyancı güçlere sağladığı son derece sınırlı katkılar…
Bu iki grubun Suriye’de yaratmaya başladıkları dehşet dengesi, ülkedeki tüm azınlıkların hak ve özgürlüklerini güvence altına almayı da gözeten bir dış müdahale ile Baas rejiminin aleyhinde bozulmadan devam edip giderse, neticede ortada Suriye falan kalmayacak.
Bir zamanlar Baas rejiminin eski “Şam vilayeti” sınırlarına dayanmış bir “Büyük Suriye” sevdasıyla Lübnan’a müdahale ettiğinden söz edilirdi…
Böyle giderse, yani bir uluslararası koalisyon oluşturulmaz ve Suriye’ye müdahale edilmez ise yakın bir gelecekte Suriye’nin bir “büyük Lübnan”a dönüştüğüne tanık olacağız.
Son derece kanlı bir mezhepsel/etnik ayrışma, paralelindeki nüfus mübadelesi ve sınır aşan büyük mülteci akınlarının akabinde Suriye fiilen üçe bölünecek.
Hıristiyanların, azınlığın azınlığı konumuna düştükleri bir Nusayri bölgesi…
Kürt bölgesi…
Ve çoğunluktaki Sünnilerin Suriye’si…
Değiştirilmediği takdirde gelişmelerin yönü Suriye’nin Lübnanlaşacağına işaret ediyor.
Üç nedenle…
Bir: Baas rejimini askeri, maddi ve diğer bakımlardan desteklemek, rejim çökse bile Lübnan’daki Şii Hizbullah bölgesi ile sınırdaş bir “Nusayri Suriye”yi Irak üzerinden ayakta tutmak bu dönemde İran açısından hayati önemdedir. Nükleer programı yüzünden askeri saldırı ve ambargo tehdidi altında yaşayan İran rejiminin, İsrail ve genelde “Batı İttifakı”na karşı Doğu Akdeniz’deki asimetrik caydırıcılığından vazgeçmesi düşünülemez.
İki: Obama yönetimi seçim yılında savaş istemiyor. NATO müdahaleden yana olmadığını zaten açıkladı. Gücü ancak Libya’ya yeten Fransa ve İngiltere’nin Suriye’yi işgal etmek haddi değil. Türkiye ise tek yanlı hiçbir şey yapamaz, yapmamalı. Bu durumda isyancıları silahlandırmak ve eğitmek gibi izafi önlemler, her gün katledilen çaresizlerin kendilerini savunma imkânını artıracak ama ülkenin Lübnanlaşmasını önleyemeyecektir.
Üç: Suriye’deki Nusayriler, Irak’taki Hıristiyan ve Sünni azınlıkların başına gelen felaketleri gördüler ve ders çıkardılar. Kin dolu Sünnilerin gazabından kendilerini ve ailelerini korumak için ölümüne direnmeleri eşyanın tabiatı gereğidir. Üstelik ciddi bir orduları da var.
Suriye Lübnanlaşırsa ki öyle oluyor, “Sünnilerin hamisi” Sünni AKP Türkiye’si, güneyinde kendisini hasım gören bir “Nusayri olgusu” ve Kürt sorunu yüzünden asla güvenemeyeceği bir “Kürt bölgesi” ile baş başa kalacak.