AKP’nin toplum üzerindeki baskısının giderek arttığı, sendikacıların, öğrencilerin, gazetecilerin, Kürt siyasetçilerin hapse atıldığı bir siyasi atmosferde DİSK Genel Kurul’a gidiyor. Kıdem tazminatından bölgesel asgari ücrete, çalışma rejiminin güvencesizleştirilmesinden genel sağlık sigortasına kadar emeğe yönelik saldırının yoğunlaştığı bir dönemde 10-11-12 Şubat tarihlerinde gerçekleştirilecek DİSK 14’üncü Olağan Genel Kurulu öncesinde Genel-İş Başkanı Erol Ekici, Nakliyat-İş Başkanı Ali […]
AKP’nin toplum üzerindeki baskısının giderek arttığı, sendikacıların, öğrencilerin, gazetecilerin, Kürt siyasetçilerin hapse atıldığı bir siyasi atmosferde DİSK Genel Kurul’a gidiyor. Kıdem tazminatından bölgesel asgari ücrete, çalışma rejiminin güvencesizleştirilmesinden genel sağlık sigortasına kadar emeğe yönelik saldırının yoğunlaştığı bir dönemde 10-11-12 Şubat tarihlerinde gerçekleştirilecek DİSK 14’üncü Olağan Genel Kurulu öncesinde Genel-İş Başkanı Erol Ekici, Nakliyat-İş Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, Birleşik Metal-İş Başkanı Adnan Serdaroğlu ve DİSK Sosyal-İş Başkanı Metin Ebetürk ile görüştük
Genel İş Genel Başkanı Erol Ekici: “Genel Kurul ittifakları mücadeleye bakış açılarında asgari müşterekleri yansıtır.”
Sendika.Org: Genel Kurula giderken DİSK’e ilişkin değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
Genel İş Başkanı Erol Ekici: Başlangıç gününe kadar DİSK sıradan bir konfederasyon değil. Bu yüzden toplumun tüm kesimlerinin genel kuruldan beklentileri var. Nasıl bir DİSK olacak, nasıl bir yönetim olacak tartışmaları tabii günlerdir var.
Her genel kurulda olduğu gibi farklı mücadele anlayışına sahip sendikalar var ama asgari müştereklerde buluşulabiliyor. Tabii bir sendikanın tek başına süreci götüremeyeceği bu tür süreçlerde olduğu gibi genel kurullar belirli ittifaklara dayanır. Bu ittifaklar, en azından mücadeleye bakış açılarında asgari müştereklerde bir araya gelen bir yönetim oluşturmak zorundadır.
Geçmişimizden ders çıkararak geleceğe yön verme adına, bugün ülkemizde yaşanan süreç, baskılar, istesek de istemesek de bizi bu ülkede demokrasi diyen hak diyen, adalet diyen özgürlük diyen, gelecek kaygısı duyan herkesin kaygılarına cevap veren bir DİSK genel kurulu oluşturmaya zorluyor.
Bolu’da yapılan DİSK Başkanlar Kurulu toplantısında DİSK Genel Başkanlığı’na adaylığımı açıkladıktan sonra kurulda yer alan tüm sendika başkanlarının istek, dilek, temenni ve bakışlarını da dikkate alarak o günden bugüne kadar sürdürdüğümüz bir çalışmamız var. O çalışmadan önümüze koyduğumuz ilk hedef, DİSK’e yakışan bir genel kurul yapacağız. Genel Kurul’dan, toplumun tüm kesimlerinin beklentilerine yanıt verecek bir iradenin çıkması temel hedefimiz.
4 Şubat Cumartesi günü Birleşik Metal-İş’te son bir toplantı yaptık. Bu toplantıda bugüne kadar yaptığımız çalışmaları orada arkadaşlarımıza açıkladık. Bizim temel bir eğilimimiz vardı. Bu da, bu genel kurulda geçmiş genel kuruldaki sıkıntıların yaşanmamasıydı. Dört yıl önceki genel kurulda BMİS, TEKSTİL ve Genel-İş üzerinden çok fazla bir konsensüs gibi görünse de genel kurul sonrasında o mücadele sahiplenilemedi. Oradaki sıkıntıyı ben tam olarak bilemiyorum, ama yeniden başkan olunup olunmamasıyla ilgili bir tartışma olabilir ya da Süleyman Çelebi’nin milletvekili olmasıyla ilgili bir tartışma olabilir, ben buna şahit değilim.
O dönem son gece bir araya gelinmişti. O yüzden son gün yapılan bir ittifak değil, herkes eteğindeki taşları döksün, ne düşünüyorsa, nasıl bir DİSK istiyorsa, kiminle yan yana durmak istiyorsa, en son sağlanacak ittifak da bunlar üzerinden şekillensin dedik.
Genel Kurul’a tek liste ile mi gidilecek?
Öncelikle şunu belirteyim Genel-İş, Birleşik Metal-İş, Lastik-İş, TEKSTİL, Tüm Ka-İş, Nakliyat-İş, Gıda-İş’in içinde olduğu bir yönetim olacak. Genel-İş’ten iki arkadaşımız olacak. Benim Genel Başkanlığım konusunda BMİS’in genel sekreterliği konusunda hemfikirdik. Biz bunu 4 Şubat’taki toplantıda paylaştık. Bank-Sen’deki arkadaşlar “Burada açıklanan isimlerin bizim açımızdan bir bağlayıcılığı yok, biz delege arkadaşlarımızla toplanıp görüşeceğiz” dediler. Tabii ki böyle bir hakları var. Hatta ayrı bir liste de çıkarabilirler. Biz her ne kadar bir araya geldiğimiz sendikalarla bir yönetim oluştursak da bu listenin dışında kalan sendikaları da mücadelenin dışında görmüyoruz, hiçbir zaman da görmeyiz. O arkadaşlarımızla her zaman birlikte yolu yürüyeceğiz. O hassasiyetlerimizi paylaşacağız ve taşıyacağız. Mücadeleyi birlikte örgütleyeceğiz.
Bu genel kurul öncesindeki tartışmalarda mücadele anlayışları arasındaki farktan doğan tartışmalar yaşandı mı?
Yok, biz DİSK’e bağlı sendikalar olarak kim olduğumuzu, ne yapmak istediğimizi, kiminle yapacağımızı biliyoruz. Bu noktada bir netlik var. Bu netlik üzerinden biz birbirimize güveniyoruz. Farklı bakışları da bu mücadele sürecinde bir zenginlik sayıyoruz. Keşke DİSK’teki 17 sendikanın genel başkanı yönetim kurulu üyesi olabilse ama bu tüzükte böyle bir şey yok. Burada tüm hassasiyetlerimizi ortaya koyup en iyi şekilde 9 kişilik bir yönetim çıkarmak istedik. Bu dokuzun dışındaki arkadaşlarımız yönetim kurulunda yer almayacaklar. Bu noktada kırgınlıklar olabileceğini düşünüyorum. Bank-Sen’li arkadaşlar, belki bu zamana kadar ortaya çıkan tabloyu delegeleriyle paylaşmadıkları için toplanma gereği de duymuş olabilirler. Farklı bir yol bile izlemiş olsalar, genel kurul sonrasında sandık açıldığında biz yeni mücadele sürecinde de bu arkadaşlarımızla birlikte yine toplumun beklentilerine birlikte yanıt vereceğiz.
İşçilerin beklentileri neler? Özellikle son dönemde yetki tartışması yaratıldı. DİSK’e yönelik açıktan bir saldırı olduğu ifade edildi ancak DİSK bir basın toplantısı yaptı, yani yeterince güçlü bir müdahale yapmadı. Bunun yanı sıra 1980’de 3,5 milyon sendikalı işçi varken bugüne gelindiğinde 700 bin sendikalı işçi var. Sendikalar git gide güç kaybediyor. Bu iki süreci birlikte ele aldığımızda acaba DİSK Genel Kurulu, bu sıkıntılara yanıt üretebilecek mi? DİSK’in mücadele perspektifinde bir yenilenme, bir atak bekliyor muyuz?
Derdimiz de bu zaten. Sendikalar yasasını ele aldığımızda. Özellikle 12 Eylül’den beri dokunulmayan bu yasalara özellikle 2007-2008’den sonra AKP iktidarı tarafından “bu yasanın değişeceği, ortadan kaldırılacağı” hissiyatı yaratıldı. Bunun kaldırılacağı topluma da inandırıldı, sendikalara da inandırıldı. AKP iktidarının onuncu yılına geldiği bugünlerde biz artık şunu biliyoruz. “AKP ne söylüyorsa tersini yapıyor.” Böyle bir algı oluştu, böyle bir algı oluşturamayanların da AKP’yi doğru okuması gerekiyor. AKP’nin, toplumun belli kesimlerine ve sendikalara da kabul ettirdiği bu değişimi yapma şansı yok. 12 Eylül’le hesaplaşmak adına 12 Eylül hukukunu meşrulaştırmak istiyor. Bu her alanda böyle, sendikal yasalarda da böyle. Sayılar konusunda da böyle. Bakanlık tehdit unsuru olarak son güne kadar kullandı. Şu anki sendikalar maalesef “Buyurun açıklayın” deme cesaretini gösteremedi. Biz “açıklayın dedik.”
Bugünkü koşullarda bakanlığın kayıtlarına göre 5 buçuk milyon, SGK kayıtlarında 11 milyon işçi var. Bakanlık “Orada yalan söyleniyor” dedi. Ama o zaman da sen iktidardın ve sorulur bu “Neden yalan söylüyordun o zaman?” diye.
2007’de değiştirilen SGK kayıtları esas alınacak dedikten sonra istatistiklerin açıklanmasını geciktirdiler. Kamuoyunu da yüreklendirdiler. “Biz bunu çıkardık ama ILO normlarını uygulayacağız sabredin” dediler. Şimdi bugün bırakın ILO normlarını, işkolu barajı binde 5 olacak diye mutabakat yapıldı. DİSK’in böyle bir mutabakatı olmadı. Belki son yapılan üçlü danışma kurulu toplantısında herkes tüm taleplerini söyledi ve toplantıdan sonra açıklama yapıldığında kamuoyunda huzursuzluk olabilir diye açıkl
ama yapılmaması konusunda mutabık kalındı. Ama bakan çıkıp açıklama yaptı ve 33 maddede mutabık kalındığını söyledi. Bütün dikkatler ona çevrildi. Öyle olunca sen ne söylersen söyle değeri olmuyor ve sanki tamamen uzlaşma varmış gibi göründü. Biz de başkanlar kurulunda üçlü danışmadan çekilme kararı aldık; çünkü 33 maddenin büyük kısmı kabul edilebilir maddeler değildi ve biz bunları kabul etmedik.
Gelinen noktada AKP’nin bu yasayı kaldırma değil de sendikaları yok etme niyeti olduğu ortada. Bu yasadaki işkolu barajının yüzde 3’e çekilmesiyle birçok şeyi perdelediler. “Sendikalar kapatılıyor, DİSK bitiyor” söylentileri yayıldı. Herkes telaşa düştü. Oysa DİSK, ne bu çalışma bakanı ne de bundan önceki çalışma bakanı kurun dediğinde kurulan bir örgüt. Türk-İş’in o zamanki yapısıyla işçi sınıfını temsil etmediğini belirten, sınıf ve kitle sendikacılığını ortaya koyan bir anlayış içinde kuruldu. DİSK, bakan “kapanacak” dediğinde kapanmaz. Ama asıl niyet sendikaları bitirmektir. Yetkilerin düşmemesi için 5 yıllık süre bu yüzden verildi. Bu beş yıllık süre içinde yetkiler düşünce “Biz süre verdik ne yapalım sendikalar beceriksiz, işçiler de sendikalara ilgi duymuyor” algısı yaratacaklar. O süreçte kalmasını düşündükleri kendi düşüncelerini taşıyan birkaç sendikadan oluşan bir konfederasyonla Avrupa’ya da “Türkiye’de sendikalar var” diyecekler.
Burada yapılan değişiklik gibi görünüyor ama tam tersi. 12 Eylül öncesi DGM’ler kapansın diye bağırdık. Bugünkü Özel Yetkili Mahkemeler onara rahmet okutuyor. Değiştirmek değil yok etmek istiyorlar. Bakıldığında yüzde 3’lük işkolu barajı iyi gibi görülüyor ama nereden baktığına bağlı. Yüzde 10’u düşürüyorlar ama işkollarının şişirilmesi, taşeronlaştırma var. Kamunun tasfiyesiyle temel hizmetler alınıp satılır hale getiriliyor, özel sektördeki çifte barajlar var.
Hadi diyelim yüzde 3 barajını aştın, yüzde 50 artı 1’lik işyeri barajını da aştın. Noter şartı kalktı para vermedin diyelim, işverenin itirazıyla üç yıllık bir hukuki süreç var. 3 yıllık bir yetki sürecinde orada sendikalı işçinin kalması mümkün değil. TEKSTİL, Genel-İş, BMİS birçok yerde böyle boşa çıkıyor.
Barajı yüzde 3’e çekmek işe yaramıyor yani. Bir de noter şartı kaldırılıp sendikalara e-devlet yoluyla üye yapılacak. İşsizliğin bu kadar yoğun olduğu bir yerde patron “bana e-devlet şifreni ver” dediğinde vermeyecek işçi çok az. Böyle olunca patron o işçiyi istediği sendikaya üye yapabilir.
İşe iade davası için çok fazla para harcanacak duruma geldi yeni KHK ile. Bir işçi sendikalı olunca ne isteyecek, günlük yaşamını kolaylaştıracak ekonomik haklar elde etmek ve güvenceli bir çalışma yaşamı isteyecek. Bu beklentilerle üye oldu ama sonra işten atıldı. Bu parayı işçi vermeyecek çünkü asgari ücretle işe girmiş, bu 350 lira civarında para bunu nasıl karşılayacak. Bunları sendikalar da zor yapar, ekonomik bir külfet. Sonuçta önüne çıkan engeller saymakla bitmiyor.
Birçok engel var. Örneğin toplu iş sözleşmesi yetkisi düzeneği ile aslında sendikaları bir çıkmaza sürüklediklerini görüyoruz anlattıklarınızdan. Bu tür bir mücadelenin dışında yeni bir mücadele perspektifi nasıl yaratılır. DİSK yeni döneminde bunu yaratmak için neler yapacak?
Bütün bunların hepsi demokrasi sorunu. Bizdeki demokrasinin ne olduğunu herkes biliyor. Demokrasinin ‘D’si yok. DİSK’in de zaten temel amacı toplu iş sözleşmesi yapmak değil. DİSK’in, Türkiye kamuoyuna, toplumun tüm kesimlerine vereceği mesajlar var. Biz bunu gerçekleştireceğiz. DİSK’in her alanda söyleyecek sözü, yapacak işi, eylemi, etkinliği var. Bizi evet çalışanların toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan sorunları da ilgilendirecek, evet torba yasa da ilgilendirecek, evet tam gün yasası da ilgilendirecek, kıdem tazminatının kaldırılması da gündemimizde olacak. Ama Malatya’da Grup Yorum bileti sattığı için 11-13 yıla kadar mahkum olanlar da, KTÜ’de rektörü eleştirdiği için okuldan bir dönem atılanlar da gündemimizde olacak. Demokratik hak ve özgürlükleri kullanmada sıkıntı çeken vatandaşların günlük yaşamlarını kolaylaştırma noktasında yapacağımız eylemlerimiz, etkinliklerimiz olacak. Biz önce DİSK’e bağlı sendikalar ve sonra Türkiye’de büyün demokratik kamuoyuyla mücadeleyi, tabiri caizse iğneyle kuyu kazar gibi örgütleyip, bu ülkede öncelikle tüm yaşananların bu ülkenin demokrasi sorunu olduğunu ve demokrasinin tüm kurallarıyla işletilmesi yönünde mücadeleyi büyütmekten başka bir çıkar yolumuzun olmadığını biliyoruz.
Bu DİSK Genel Kurulu’nda toplumun beklentilerini karşılayacak araçlar sunan ve oluşan iradeyle bundan sonraki süreçte önümüzdeki en yakın gündem toplu iş ilişkileri yasası, ondan sonra da tüm bu taleplerle önümüzdeki 1 Mayıs’tır ve toplumun tüm kesimleriyle, toplumun tüm kesimlerinin talepleriyle işçi sınıfının tüm taleplerini ortaklaştırarak mücadele sürecini büyüteceğimize inanıyoruz.
Tabii bekleyen, yani sonlanmayan saldırılar da var. Kıdem tazminatı, özel istihdam büroları mesela. Anladığım kadarıyla bu tür gündemlerin yanı sıra Kürt sorunuyla ilgili, üniversitelilere düşüncelerinden ötürü ceza verilmesi gibi gündemlere de DİSK yanıt üretmeye çalışacak.
Zaten bize 12 Eylül’le birlikte unutturulmaya çalışılan da buydu. Biz kendi çocuklarımızdan kopartıldık. Sendikalar eylem yaparken polisin ilk yaptığı şey öğrencileri engellemek oldu. Öğrenciler kimdi? Üniversite harçlarının kaldırılmasını isteyen ya da üniversitede okuması için babasının işsiz kalmamasını talep eden daha iyi ücret almasını talep eden çocuklardı. Bunlar için “marjinaldir, ayakları yere basmıyor” diye diye unutturdular.
Şimdi tabii örgütsüz işçilere de sendikayı kötü göstermek için ‘ideolojik’ denildi, bundan da birçok işçi etkilendi aslında…
12 Eylül’ün yarattığı en büyük tahribat da bu zaten. Yahu şimdi ideolojik olmayan mı var. AKP’nin Tekel’i özelleştirirken ideolojik davranmadığını düşünebilir misin? E şimdi ona karşı mücadele de elbette ideolojik olacak. DİSK de kendisini böyle tanımlıyor zaten. 12 Eylül’de yaratılan bu atmosfer ve korku ortamında sendikalar, işçileri değiştirip dönüştürmek yerine kendimizi onlara uydurmaya çalıştık. Sendikaların çoğu böyle yaptı. Böyle bir süreç yaşandı.
Bu ülkede işçi sınıfı ideolojisi doğrultusunda toplumun tüm kesimleriyle, emek cephesini birleştirmekten başka çaremiz yok.
Bunun çizgisi belli sonuçta tamam ama bu birleşmenin ve mücadelenin biçimi nasıl olacak, nasıl somutlaşacak? Farklı bir perspektif olacak mı? Çünkü sonuçta güvencesizleştirme, taşeronlaştırma giderek yaygınlaştı, tüm bu sıkıntılara yanıt vermek ve 700 bin sendikalı işçiyi değil sadece 8 milyon işçiyi kapsamak nasıl olacak?
Bizim de elimizde sihirli bir değnek yok sonuçta. Bunlar yılların tahribatı sonuçta. Öncelikle bu ülkede yaşayan insanların doğada dönüştürülen her şeyin kendisi için bir hak olduğuna inandırılması gerekiyor. Farkında olmasını sağlamak gerekiyor. Eğitim uzun soluklu. Üniversiteden profesör getir, “bu ülkede yasalar böyle, bunu yaparsan böyle olur” gibi bir yol değil bu. Öncelikle “bu ülkede, insanca yaşam, güvenceli bir iş, güvenceli bir gelecek benim hakkımdır” demesi ve bu ülkede tüm bunları çalışarak elde etmesi gerektiğini bilmesi gerekir. Bunları dedirtebilecek bir eğitim ki bunun adına istedikleri kadar ideolojik desinler b
iz ideolojik davranmaya devam edeceğiz ve bunun ancak bu davranış biçimiyle olacağını düşünüyoruz.
Söylediğiniz kadar kolay değil. Bu süreçte toplumun örgütsüz kesimlerinin bütün bu sıkıntılarının ortadan kalkmasının tek bir yolu var. Örgütlenmek, örgütlenmek, örgütlenmek.
Örgütlenmenin de sadece noterden üye kaydı değil, örgütlenmeyi de işçi sınıf mücadelesi temelinde, ne istediğini bilen, bu ülkede insanca yaşamanın bütün nimetlerini kendisi için bir hak olduğunu bilen örgütlü bir toplumun yaratılmasıyla üstesinden geleceğiz. Ama öncelikle önümüzde biz sadece DİSK’e bağlı sendikalara yapılan bir saldırı değil, tüm toplum kesimlerine baktığında sendikalar küçüktür, etkisizdir ama sokağa çıktığında bence siyasi partilerden, CHP ne yapıyor demekten çok sendikalar ne yapıyor sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz.
Sendikaların yapması gereken, önce işçi sınıfına yönelen saldırıların bilince çıkarılması. Bu biat ederek, ya da bakanlıklardan, danışma kurullarından ya da bize sunulan sosyal diyaloglarla olmayacağını, elbette ki oturup konuşacağız ama konuşurken ne yapılmak istendiğini onlarla müzakere ederken mücadeleyi de en yüksek seviyeye taşımaktan başka çaremiz yok. Bu potansiyel var aslında, bunu doğru bir önderlikle, bu insanların yılgınlığı üzerlerinden atabilecek evet bir şeyler yaptığımızda biz de bir şeyleri başarıyoruz. Şöyle bir şeye hakkımız yok, işçiler eylemden uzak demek gibi bir hakkımız yok. Sendikal alanda bunlar çokça söyleniyor. Bunları biz DİSK saflarından uzaklaştırarak. Özellikle taşeronlaştırmanın devlet politikası haline geldiği bir süreçte, yağma ve talan, 12 Eylül’le hesaplaşma derken, 12 Eylül’ün yargılanması elbette ki önemlidir ama 24 Ocak kararlarıyla hesaplaşmadan bu ülkede 12 Eylül’le hesaplaşma olmaz. Bu ülkede geç de olsa bütün bu yaşananların sorumlusunun 24 Ocak kararlı olduğunu söylememiz ve bunlarla hesaplaşarak bu ülkede taşeronlaşmanın, kamunun tamamının yağmalanmasının önüne geçecek bir örgütlenmeyi önümüze koymamız lazım.
Taşeronlaştırmayı devlet politikası olarak görüyorsunuz, buna karşı mücadelede şöyle sıkıntılarla karşılaşılıyor. Toplu sözleşme olmuyor, firma değişiyor, kamudaki normal bir işçinin çalıştığı gibi değil. Bunu aşarken mesela fiili mücadele de önemli herhalde, yetkiyi kıran oluyor, o sürede 3 tane firma değişiyor mesela, o biraz daha öne çıkıyor gibi. Burada izlenecek şey meşru mücadele zemini.
Kamuda taşeronlaştırmanın devlet politikası olmasının nedeni güvencesiz bir çalışma yaşamı yaratma derdidir. Kamu kaynaklarının sermaye eline sunulmasının altında yatan bir plan var, devlet kamuyu tasfiye edecek, kamunun yürüttüğü hizmetler sermayenin eline devredilecek, burada da sınırsız bir emek sömürüsü yaratılacak. Bunu yaparken de bu durumun nasıl yaratılacağı da iyi düşünüldü. Hizmet satın almak için ihaleye çıkarılacak, bu istersen 6 ay istersen bir yıl. Her yıl ihale yapılarak katlanarak gelen bir maliyet var ama işçinin aldığı ücret değişmiyor. Ücretin yanında da yemek parası. Onun dışında bir şey olmaz.
Bu insanlar vahşi çalışma koşullarından memnun değiller ki. Sendikalaşma konusunda karşılarına çıkan ilk engel işverenin işkoluna itirazı ve barajlar. İşverenin “Barajı geçmedi” demesi yetiyor. İşçilerin çalıştığı taşeron şirket bir sonraki ihaleye girmeyince aynı patronun başka bir şirketi alıyor; toplu görüşmeye otursan bile “yok kardeşim biz anlaşmadık, o firmanın kapısında oturun. Ben o firma değilim, ben sizinle çalışmak isterim ama önce sendikadan istifa edeceksin sonra ben seni işe alacağım” diyor.
Toplu sözleşme düzeneği tutmuyor yani…
Tabii bu düzeni devlet sağlıyor. Kamunun tasfiyesinin sessiz sedasız yapılmasını, öbür tarafta güvencesiz bir çalışma yaşamının sermayenin emrine sunulmasını sağlıyor. Taşeron uygulamasının ortadan kaldırılmasını ve bizim 2821-22’de yapılan değişikliklerde noter şartı kaldırılsa öbür taraftan yüzde 50+1’e işverenler sarılıyorlar, sarılsınlar; tek istediğimiz şu, işçilerin sendika seçme seçmeme iradelerini, mahkemeden bakanlıktan çıkarsın, referandumla belirlesin. O zaman işçilerin sendikalara talebinin hangi düzeyde olacağını hep birlikte göreceğiz. Üç tane konfederasyonun yazılı olduğu sandıkları koysunlar kim kazanırsa herkes o iradeye uysun. O zaman toplu sözleşmede bak bakalım sendikaya olan ilgi ne durumda ya da sendikalaşmaya olan ihtiyaç ne ölçüde. Sonuçta mücadele ediyorsun, barajı aşıyorsun ama hukuku aşamıyorsun.
Sonuçta fiil mücadele var…
Fiili mücadeleyle, evet… Onun için biz taşeronlaşmaya karşı yasalardan çok fiili mücadeleyi tercih etmeliyiz. Taşeronlaştırma ancak böyle bitirilebilir. Sendika olarak baktığında iyi bir toplu sözleşme yapabiliriz, iyi haklar da elde ederiz ama demokrasi kurallarının işlemediği bir ülkede bu hakları kaybetmek de mümkün. Sonuçta taşeronlaştırmaya karşı mücadele için de demokratik bir ortamın sağlanması ve böylesi bir ortam için mücadele edilmesi de gerekir.
DİSK genel kuruluna giderken, son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Özellikle DİSK’e üye arkadaşlarım açısından da toplumun diğer kesimleri açısından da DİSK’in 14. Genel Kurulu önemli. Herkesin gözü kulağı burada olacak. DİSK’e bağlı bir sendikanın genel başkanı 14. Genel Kurul’a genel başkan adayı olarak, tüm DİSK’e bağlı sendikaların ve DİSK’ten beklentisi olan insanların başta Türkiye işçi sınıfı olmak üzere; beklentilerini boşa çıkarmayacağımızı ve beklentilerine uygun bir mücadele çizgisini onlarla birlikte, toplumun tüm kesimiyle birlikte DİSK’e yakışan bir tarzda yürüteceğiz.
DİSK Genel Kurulu sonrasında hak alma mücadelesi içinde bu ülkede insanca yaşamak isteyen her insan, “hak” diyen “adalet” diyen “özgürlük” diyen, “barış” diyen, “iş” diyen, “aş” diyen, “ekmek” diyen her insan yol arkadaşımızdır, mücadele arkadaşımızdır. 14. Genel Kurul’dan sonra DİSK daha iyi bir DİSK olacak, mücadele tarzı da. Geçmişimizden ders alarak geleceğe daha güvenli yürüyeceğimizi, mücadeleyi yükselteceğimizi umut ederim.
Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu: Yasal çerçeve sınıf mücadelesi açısından tek yok değil.
Sendika.Org: Genel Kurula giderken DİSK’e ilişkin değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu: Sınıfsal anlamda önemli bir süreçte DİSK 14. Genel Kurulu toplanıyor. İşçi sınıfına yönelik sermayenin saldırılarının genel olarak yoğunlaştığı bir dönem. Son 20 yıllık sürede işçi sınıfının kazanımlarına yönelik sermayenin saldırıları devam ediyor. Sadece ülkemizde değil birçok yerde bu böyle ve bu süreç bir müddet daha böyle gideceğe benziyor. Elbette işçi sınıfının karşı koyuşları var. Sermayenin saldırılarına karşı işçi sınıfı da bir yanıt veriyor. Her ülkenin kendi öznel koşullarına göre bu süreç devam ediyor. Kimi yerlerde bu emeklilik yaşıyla oluyor, kiminde 2008’deki gibi emperyalizmin krizine karşı faturanın emekçilere kesilmesine karşı direnme şeklinde oluyor. Türkiye’de de bu süreci yaşıyoruz. Özellikle 2008’den bugüne bakıldığında reel ücretler aşağı çekildi. Bir yandan emeklilik yaşı, eğitimdeki sağlıktaki hak gasplarına, güvencesiz çalıştırmaya, kıdem tazminatındaki hak gasplarına baktığımızda böyle bir sürecin yaşandığını anlıyoru
z.
Şimdi buradan bakılınca sendikaların işkolu bazında ya da konfederasyonlar düzeyinde bir tepkisi oluyor. Lokal olarak bu mücadeleler gerçekleştirilse de tam olarak bir mücadele hattı ortaya koyulamıyor. Sendikal hareket siyasi hareketlerin ya da sosyalist hareketlerin dışında düşünülemez. Sınıf mücadelesinin bir alanı ekonomik sendikal bir mücadeleyse diğer bir alanı da siyasi mücadeledir. Bunlar birbirinden ayrılamaz gerçeklerdir. Kuşkusuz bunun da bugüne gelinmesinde ciddi bir etkisi var.
Geçenlerde Türk İş genel kurul yaptı ve onun içerisinde bir muhalefet var. Böylesi bir süreçte tamamen tabandan bir hareketle kurulmuş bir muhalefet.
En son ilave olarak söyleyebileceğimiz de şu. Özellikle 2821 ve 2822 sayılı yasalardaki değişiklerle amaçlanan, aslında başta DİSK olmak üzere mücadele eden sendikaları etkisizleştirmektir ki bu yasa şu anda meclise sevk edildi. AKP iktidarıyla Türk İş’in ve sermayenin anlaşması sonucunda ortaya çıkan bir yasa tasarısı gündemde. Mesele sadece yüzde 3 meselesi değil aslında. Yüzde 3 meselesi de kamuoyuna bir lütufmuş gibi sunuldu. Ama iş kollarını birleştirerek bizim iş kolumuzdaki baraj artmış oldu. Yüzde 3 aslında yüzde 15’i temsil eder hale dönüştü. Yani sonuçta 5 işkolu birleşiyor. Bir de sadece baraj meselesi değil. Türkiye’de sendikal bir örgütlülükten söz edebilmek için gerçek bir grev hakkından söz etmemiz gerekir. Grev hakkının güvence altına alınmadığı bir yasa hiçbir anlam ifade etmez. Bir diğeri de e-devlet denilen sistem getirilmeye çalışıyor. Burada da devletin son derece açıktan müdahalesi var. İşçi sendikaya başvurabilmek için devlete başvurmak zorunda kalıyor. Tamam bir noter şartı ortadan kaldırılıyor ama diğer bir taraftan da devlet müdahale etmiş oluyor. İşçi ile sendika arasındaki bir ilişkiye devlet birinci elden girmiş oluyor. E-devlet tartışılmıyor yani. Baktığımızda bu 12 Eylül’ün ardından çıkan yasaların devamı niteliğinde. 12 Eylül’e göre biraz daha süslenerek sunulsa da özü itibariyle aynı yasalar.
Tam da böylesi bir dönemde DİSK’in genel kurulu önem kazanıyor. Elbette geçmişteki kadar güçlü bir örgütlülük yok ama sonuç olarak tabandan bir iradeyle kurulan bir örgüt. İcazetle kurulmadı. Bundan dolayı tarihsel olarak işçi sınıfı mücadelesinde önemli bir yerde duruyor. Bu dönemde de gerek sendikaların tek tek iş kollarında verdiği mücadele gerekse 1 Mayıs sürecinde elde ettiği kazanımlar ortada. Bunlara baktığınızda, DİSK’in bu sürece yanıt verebilen bir genel kurul olması gerekiyor.
DİSK burada bir fiili mücadele tartışmasını da gündeme koyacak mı?
Tabii. Çünkü bu yasal düzenlemelerle kaçınılmaz bir şey. Beş yıllık bir geçiş süreci olsa da o da bir hile aslında. Şu anki tepkileri zamana yaymak için yapılan bir şey. Bakın bunu bazı sendikalar kullanmaya başladı. Bu yüzden bu mesele DİSK açısından bir varlık yokluk meselesi haline dönüştü. Aslında bu sürece karşı bütün sınıf örgütlerinin bir mücadele örgütlemesi lazım. O yüzden bu genel kurulda sürece cevap verebilecek bir sendikal anlayışla beraber fiili bir mücadele anlayışının ortaya koyulması gerekir.
Peki bu mücadele nasıl verilecek?
Geçen dönem genel kurul biraz tartışmalı geçti. Ama bu dönem bu süreci kavrayarak gerek sermayeden gerek AKP iktidarından dolayı sınıfa ve DİSK’e yönelik saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde tartışmaları en aza indirmesi gerekir.
Tek yürek, tek yumruk mesajı verildi. Acaba, DİSK içinde böylesi bir söylemi gerekli kılacak tartışmalar var mıydı?
Yani bir genel kurul öncesi, genel kurula yönelik olağan tartışmalar yaşanmıştı. Bu sefer DİSK’e bağlı sendikalar bu genel kurula daha örgütlü gelmeli. Genişletilmiş başkanlar kurulu toplantısında sendikalar arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi yolunda adımlar atılmalı. Daha fazla ortak örgütlenmeye, daha fazla ortak mücadeleye ihtiyacımız var. Bunu yapabilecek, bunu anlayabilecek bir yönetim anlayışına ihtiyacımız var. Sonuçta ortak bir mücadeleye ihtiyacımız var çünkü saldırının amacı belli. Saldırının amacı DİSK’i ortadan kaldırmak. Bu planda ancak böylesi bir birliktelikle boşa çıkartılabilir. Bunu da mücadelemizle boşa çıkartacağımızı düşünüyoruz.
Nasıl mücadele verileceği konusuna tekrar dönersek, Türkiye’deki işçilerin çok büyük bir kısmı sendikasız. Sendikalı işçi sayısı giderek azalıyor. Mevcut yasalarla sendikacılık yapıldığında da biliyoruz ki bir yetki itirazı süresi 3 yıl sürüyor ve bu sürede o işyerinde sendikalı işçi kalmıyor. Bu tür sıkıntılar da var ve fiili mücadele bu yüzden önem kazanıyor ama bu mücadele nasıl verilecek?
Tek başına yasal anlayışla çalışan bir anlayış sendikal hareketi bir yere götürmez. Yasal mücadeleyle fiili meşru mücadele hattını yan yana götürmemiz gerekir. İşçi sınıfının örgütlenmesi üzerindeki engeller ancak fiili meşru bir mücadeleyle kaldırılabilir. Yoksa tek başına yasal sınırlarda kalan bir sendikal anlayışının başarılı olma şansıda yok, böyle bir anlayış doğru da değil. Sendikal mücadeleyi sadece TİS ya da bir yetki sendikacılığı olarak da indirgemememiz lazım. Burası bir sınıf örgütü. TİS yapamayabiliriz de. Mücadele edersin, bir direniş gerçekleştirirsin, o da bir kazanımdır. TİS’in tek başına bir amaç olmaması lazım. İşin özü nedir? Karşıda bir sınıf var ve işçi sınıfının o sınıfa karşı örgütlenmesidir. Bunu bu şekilde düşünmemiz lazım. Bunun üzerinden bir sendikal anlayış yürütmemiz lazım.
İkisini de birleştirmek lazım. Sınıfın örgütlü gücünü işyerlerinden başlayarak göstermek gerektiği ve meclis önüne de gitmeli. Bu mücadeleyi ileriye taşıyabilecek her türlü adımı kullanmalıyız.
Tabii özellikle AKP’nin son günlerdeki saldırılarına bakıldığında işçilerin vereceği mücadele daha da önem kazanıyor. Gözaltılar, tutuklamalar bunların hepsi toplumsal muhalefeti baskı altına almaya çalışan saldırılar… Buna karşı gerçek anlamda sınıfsal bir mücadelenin yükselmesi, toplumsal muhalefete de katkı olur. Sürükleyici olur. Bunu geçmiş dönemlerden Tekel direnişinden ya da daha eskiden Zonguldak direnişinden biliyoruz. Bu lokal olan tek tek gerçekleştirilen direnişlerde önemli. Bunları daha da büyütüp kitleselleştirmemiz gerekir.
Bu mücadeleyi ortaya koyabilecek DİSK’in tarihsel birikimi var. Kavel’lerden başlayarak, 15-16 Haziran’lara kadar vb. tarihsel olarak bu süreci yapabilecek bir gücümüz var. Geçmişteki mücadele birikimlerimizi bu tarihsel koşullarda ortaya koyabilmek. Bunu yapabildiğimiz sürece bu saldırıları göğüsleyebileceğimizi düşünüyoruz.
Adnan Serdaroğlu: “DİSK direnen sendikaların, direnen yapıların en önemlilerinden. DİSK şu anda onuncu köyde kalan insanlarla dolu durumda. Bizim gidebileceğimiz başka yer yok. Onuncu köy DİSK’tir.”
“Biz diyoruz ki “DİSK’in benziniyiz; biz yansak da DİSK devam edecektir.” Nasıl ki tarihsel olarak DİSK hep mücadeleyle kendini bugüne taşımışsa bundan sonra da böyle devam edecektir.”
Sendika.Org: DİSK 10-12 Şubat’ta Genel Kurul’a gidecek. Bize bu genel kurulu değerlendirebilir misiniz?
Adnan Serdaroğlu: Genel Kurul’u konuşmadan önce DİSK Genel Kurulu’na nasıl bir atmosferde gidildiğini görmekte fayda var. Hükümetin politikalarına baktığımızda gerileyen birçok şey var ve bunların başında demokratikleşme geliyor. Zaten böyle bir idealleri yoktu
ama kendi söylemlerini bile çiğnediler. Ülke, faşizan bir anlayışla yönetiliyor. Ekonomide dinamit gibi bir tehlike patlamaya hazır bulunuyor.
Kürt sorununa baktığımızda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Çok güzel şeyler olacak” dediği yerden, bugün 90’lı yıllara rahmet okutacak noktaya gelindi. Şimdi Kürt politikacıların hepsini içeri attılar, insanların üzerine bombalar yağdırdılar. Daha önce de bu tür şeyler oluyordu, çobanlar öldürülüyordu, halkın bombalandığını, eziyetleri, işkenceleri biliyorduk ama Uludere’de 34 insan, milyon dolarlık bombalarla param parça hale getirildi. Bu göz göre göre oldu.
AKP, dış politikada çökmüş durumda. “Sıfır sorun” dedikleri dış politikada bugün neredeyse bütün ülkelerle kanlı bıçaklı bir duruma gelinmiş durumda. Önceden karşılarında mağdur pozisyonda olan ve böylelikle sempati toplayan AKP, bugün devleti, askeriyeyi, anayasayı, hukuk sistemini korur noktaya geldi. Bu da demek oluyor ki AKP devleti ele geçirmiş durumda. Üç gücü, yasama yürütme ve yargının aynı kişinin eline geçmesinin adı siyasi literatürde faşizmdir.
Bunlar tehlikenin boyutlarını bize göstermesi bakımından önemlidir.
Peki, emek örgütlerinin durumu nedir bu gelişmeler karşısında?
Emek örgütlerine baktığımız zaman büyük bir bölümü bir biçimde AKP’nin politikalarına teslim olmuş durumda. Toplumun en örgütlü kesimi olan ve geçmişten beri muhalefet olma özelliğini taşıyan sendikaların teslim olması demokratikleşme umudunun da ortadan kalkacağı bir durumu açığa çıkartır. Çünkü sendikalar, güçlü bir şekilde kendilerini ifade edecekleri ortam olduğu takdirde, muktedirlerin her zaman tehlike olarak gördüğü unsurlardır. Onları da zapturapt altına almaya çalışıyorlar. Bugün baktığınızda sendikalı olmak adeta yasak ve böyle bir atmosferde sen nefes almaya çalışıyorsun. Sarı sendikalar sadece üye aidatları ölçüsünde, hükümetin ve sermayenin vereceği destekle ne kadar sürdüreceklerini düşünen bir anlayışla palazlandırılmış durumda. Sarı sendikalarda durum böyleyken diğer sendikalar toplumsal muhalefet gücü oluşturacak yapıya ulaşamıyorlar.
Hükümet, “Sendikal özgürlükler olmasın, toplum örgütlü olmasın, demokratikleşme olmasın” diyor. İşçilerin daha kötü şartlarda yaşaması pahasına sermayeyle işbirliği yapıyor. Buna karşı “Hayır bu devam edemez, biz özgürlük istiyoruz” diyen güçlü bir sendikal yapı yok. DİSK ve KESK’in dışında böyle diyen bir unsur dahi yok. Böyle olunca hükümet dikensiz gül bahçesinde gibi.
Bu gelişmeler karşısında DİSK ne diyor, nasıl bir genel kurul bekliyorsunuz?
Biz de genel kurul öncesinde daha güçlü bir DİSK yaratmanın çabası içindeyiz. DİSK de hükümet tarafından hizaya çekilmeye çalışılıyor. Torba yasayla birlikte belediyelerde ortaya çıkan sürgünler, örgütlenme önündeki engeller vs. Biz ısrarla, hizaya çekilemeyeceğimizi söylüyoruz. Bu açıdan biz DİSK’in kongresine güçlü bir yapıyla gitmek istiyoruz. Birleşik Metal İş kongresini buraya yansıtmak istiyoruz. Diğer arkadaşlarımızla birlikte tek listeyle gidilebilecek, sorunların analitik değerlendirmelerini yapıp çözümlerin sunulacağı bir DİSK kongresi yapılmasını istiyoruz.
“DİSK’in benziniyiz”
Biz diyoruz ki “DİSK’in benziniyiz; biz yansak da DİSK devam edecektir” Nasıl ki tarihsel olarak DİSK hep mücadeleyle kendini bugüne taşımışsa bundan sonra da böyle devam edecektir. Sınıf mücadelesine inanan, haksızlığa boyun eğmeyen, muktedirler karşısında pes etmeyen, her türlü hukuksuzluğa rağmen bunları aşmak için çaba sarf eden bir DİSK’in yaratılmasına ihtiyaç var. O açıdan da Bolu’daki toplantıda DİSK’in önemini bir kez daha anlatmaya çalıştık. “Mevzu DİSK’se gerisi teferruattır” bakış açısını aktarmaya çalıştık. İnsanların bir yerlere gelmesinin önemli olmadığını, önemli olan örgütün iyi bir yapılanma açısından hangi insanı nerede görmek istiyorsa öyle bir yapılanmaya DİSK’in ihtiyacı olduğunu anlatmaya çalıştık. Muhtemeldir ki başarılı bir toplantıdan sonra bunun sonuçlarını göreceğiz. Sendika başkanlarından oluşan güçlü bir DİSK yönetimiyle, AKP iktidarının politikalarına, sermayenin saldırılarına karşı güçlü bir DİSK yaratmaya çalışacağız.
DİSK direnen sendikaların, direnen yapıların en önemlilerinden birisi. DİSK şu anda onuncu köyde kalan insanlarla dolu durumda. Gidebileceği son nokta orasıdır. Bizim gidebileceğimiz başka yer yok. Onuncu köy DİSK’tir. Biz burada onuncu köydeki insanlarla birlikte, toplumun karamsar yapısını ortadan kaldıracak, güven verecek bir oluşumu yaratmaya çalışıyoruz. Biz özellikle şunu belirtmek istiyoruz. DİSK, zulme ve haksızlıklara karşı kurulan ve o doğrultuda mücadele eden bir konfederasyondur. Zulme ve haksızlıklara sözü olmayan dil bize lazım değildir. Biz, zulme karşı dili olan ve söyleyecek kelimesi olan insanlarla yolumuza devam edeceğiz. Herkes görüyor bu zulmü. İki damla bal için iki çuval keçiboynuzu çiğnemek zorunda kalıyoruz. Örgütlenmelerde muazzam enerji sarf ediyoruz ama istenilen sonuç alınmayınca umutsuzluk durumları da oluşabiliyor.
Hükümet çıkıp “Ben yüzde 50 oy aldım” diyerek kendisini eleştiren her kesime saldırıyor, kendini haklı görüyor. Hatırlatmakta fayda var, Kenan Evren de yüzde 91 oy almıştı. O da mı doğru yapıyordu? Tabii biz bunları söylemek zorundayız. Sözün söylenmediği, sözlerin bir araya gelmediği ortamlarda diktatoryal anlayışlar boy verir.
Biz DİSK’te sözlerimizi çoğaltmak ve bir araya getirmek istiyoruz. Birbiriyle dövüşen ağaçların dalları olmak istemiyoruz. Bu hem meyveleri döker hem de dallara zarar verir. Bu yüzden biz yıllardır edindiğimiz tecrübeleri bu dönemde hayata geçirmek zorundayız.
Bakın, Türkiye’de yıllardır işlenen cinayetlerin, başta Kemal Türkler olmak üzere arkasında devlet olan cinayetlerin hiçbiri aydınlatılmadı. Hrant Dink mesela. Mustafa Suphi’den Bahçelievler Katliamı’na, 1 Mayıs, Maraş, Sivas, Çorum’a… Bunların hepsinin arkasında bir yapı var. Hrant Dink göz göre göre öldürüldü. Arkasında devlet var, derin de değil, bilinen devlet ve bunu da açığa çıkarmamak için her şeyi yapıyorlar. Olayların böylesine kör gözüne parmak şeklinde yaşandığı bir toplumda suskun kalmayan yapıları güçlendirmek zorundayız. Toplumun buna ihtiyacının olduğunu görmek zorundayız. Sosyalist partilere, güçlü emek örgütlerine ihtiyaç var. DİSK de toplumun bu ihtiyaçlarına yanıt üretmeli ve bu doğrultuda bir genel kurul yapmalı.
Yük olanlar DİSK’te tutulmamalı
DİSK bugün, sendikaların güçlenmesiyle güçlenecek bir yapı. İçindeki sendikalar ne kadar güçlüyse ve DİSK’e enerjisini aktarabilirse DİSK o kadar güçlü olur. DİSK’te yönetime gelecek insanların onun sırtına yük olmaması gerekiyor. Bu zamana kadarki önemli eksikliklerden biri buydu. DİSK’e giden bazı yöneticiler, DİSK’e yarar sağlamaktan çok, DİSK’e yük oldular. Biz bundan ders çıkarıp DİSK’e yük olacak unsurları DİSK’te tutmamak gerektiğine inanıyoruz.
DİSK’in gücü: Ekonomik mücadele ile demokratik mücadeleyi bir arada yürütebilmek
DİSK, sendikalarının gücünün yanı sıra ülke gündemine müdahale eden eylemleriyle de güç oluşturuyor. DİSK’in başarısının tek nedeni ekonomik mücadele ile demokratik mücadeleyi bir arada yürütmesine bağlı. Sadece ekonomik anlamda ücretlerin artırılması mücadelesiyle olmaz. Emek örgütleri demokrasinin temel unsurlarıdır. Emek örgütlerini demokrasiyi geliştirmek için kullanmazsanız tı
kanır. Bu tıkanmalar da sendikayı işçinin gözünde düşürür. DİSK’e bakınca demokratikleşme mücadelesi vermiş, DGM’ye hayır eylemleri yapmış, fiili mücadelelerle grev hakkını koparmış. Örneğin 1 Mayıs’ın kazanılmasıyla ilgili uzun soluklu bir mücadele var. Bu DİSK’in toplumsal işlevinin önemini gösteriyor. Toplumun önünü açabilecek hareketler DİSK açsından gereklidir. Kürt sorunun çözümünde de DİSK’e ihtiyaç var. Diğer alanlarda da DİSK’e ihtiyaç var. DİSK kendini geleceğe taşımak istiyorsa işçi gözündeki güvenini devam ettirmek istiyorsa demokratikleşme işlevini en iyi şekilde yapmak zorunda.
Hukuk alanına dair gelişmelerden emekçiler nasıl etkilendi?
Hukuk sistemi ele geçirilmiş durumda. HSYK, Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi… İstediği gibi karar çıkarabiliyorlar. Dünyanın en büyük adliyesi bizde. Adliyeyi büyütmek demek, ileride çok fazla suç unsuru çıkarılacak anlamına gelir. Suçlu suçsuz onlar için önemli değil, kendilerine muhalif olan unsurlar ele alınıyor. Biz de hukuk sistemine yönelik saldırının emek alanında handikaplarını yaşıyoruz. Haklı olan yoksul insanların dava açma şansının ellerinden alındığı bir dönemdeyiz. Belirli bir oranda para yatırmadığın takdirde dava açamıyorsun 1 Ekim tarihi itibariyle. Çalışma hayatıyla ilgili sorunlardan baktığım zaman bir insanın en az 600 – 700 lira para yatırması gerekiyor. İşe iade davası açmış. O parayı ödemesi mümkün değil. Borç bulmak zorunda, bu davalar da 2 seneden aşağı sürmüyor. İşkolu ve yetkilere yapılan itirazlar sonucu bu davalar 4-5 yıl veya daha fazla sürüyor. Emekçilerin lehine olan kararlarda bu davalar çok uzuyor ama başka davalarda bu hukuk jet gibi işliyor.
Sosyal İş Genel Başkanı Metin Ebetürk: “Yeni 15-16 Haziranlara…”
Sendika.Org: 2821 ve 2822 sayılı kanunlarda yapıldığı gibi DİSK’e ciddi saldırılar olmakta. Türk-İş ve Hak-İş’in önü açılmak istenmekte. Bu konuyla ilgili neler düşünüyorsunuz? Acaba bir 15-16 Haziran deneyimi tekrardan yaşanabilir mi?
Metin Ebetürk: 12 Eylül’ün yapamadığını sermaye AKP’yle beraber yapmaya çalışıyor. 15-16 Haziran direnişinden DİSK güçlenerek çıkmıştı ama 1970’lerin başındaki o süreç günümüz Türkiye’si için aynı şeyi ifade etmiyor. Çünkü o zaman Türkiye’de uyanan, aydınlanan bir toplum vardı. O zamanlarda gençlerimiz, köylülerimiz ve en önemlisi çok gelişkin sosyal hareketlerimiz vardı. Bugün de var ama maalesef sol rüzgarların oldukça zayıf geçtiği bir dönemde yaşıyoruz. 15-16 Haziranda esen rüzgarı bugün bulmamız oldukça zor ama, DİSK elinden gelen gücü ortaya koyuyor.
Fiili gücünüz varsa sokağa çıkarsınız ya hakkınızı alırsınız ya da emeğinizi sömürmek isteyenlere karşı sözünüzü söylersiniz. Fiili gücünüz olmadan hiçbir şey yapamazsınız. Son 30 yıldır haklarımızın gerilemesinin belki de en büyük nedeni olarak fiili gücümüzün geri planda kalması olabilir. Bir sloganımız var “Hak verilmez alınır zafer sokakta kazanılır” diye sokakta zaferi kazanabilmek için de gerçekten örgütlü bir güce ihtiyaç vardır. Bugün örgütlü gücümüz çok güçlü olmasa da var. Var olan bu gücü arttırmak ve yeniden 15-16 Haziranları yaratmak bizim elimizde. 15-16 Haziranları yaratmak en büyük hedefimiz olmalıdır.
Kılıçdaroğlu da son günlerde “ücret sendikacılığı” vb söylemler üzerinden çeşitli eleştiriler yöneltiyor…
DİSK’e bağlı sendikalar ve DİSK’in ilkesi olan sınıf ve kitle sendikacılığı bağlamından yola çıkacak olursak DİSK ücretle yola çıkmaz. DİSK sınıf sendikacılığıyla yola çıkar. Ücret sendikacılığı derken toplu iş sözleşmelerindeki taleplerimiz olarak değerlendirirsek, bir işçinin sendika üye olmasının iki temel nedeni vardır. Bunlardan birincisi hayat standardının yükseltilmesi ikinci gerekçesi de iş güvencesidir. Bunlar birbirinden koparamayacağımız gerçekler ve taleplerdir. Tabii ki sendikaların tek görevi ücret artışı sağlamak ve bunun devamlılığını yaratmak değildir ya da iş güvencesi sağlamak değildir. Belki de en önemlilerinden biri olan işçilerin eğitilmesi sınıf bilincinin verilmesidir. Üçünü bir arada yapmalıyız. DİSK’e bağlı sendikalarında bunu layıkıyla yaptığını düşünüyorum. Sınıf mücadelesi Türkiye’nin geleceği meselesidir. Aydınlık günlere ulaşması meselesidir. Bu aydınlık geleceğe ulaşmak için herkesin de çaba sarf etmesi gerektiğini düşünüyorum.