Cumhurbaşkanını halkın seçeceği yeni bir Türkiye’ye doğru ilerlerken, yeni siyasi rejimde iktidarın nasıl denetleneceğini tartışmalıyız Başbakan dindar nesiller yetiştirmek istiyormuş diye çok eleştirildi. Erdoğan’a birçok konuda destek verenler dahi bu açıklaması nedeniyle kalemlerini sivriltmekten geri durmadı. Hayal kırıklığının açıkça belli olduğu, hicran dolu yazılar bir süredir çok revaçta. Bu hayal kırıklığını anlamak güç. Erdoğan hiçbir […]
Cumhurbaşkanını halkın seçeceği yeni bir Türkiye’ye doğru ilerlerken, yeni siyasi rejimde iktidarın nasıl denetleneceğini tartışmalıyız
Başbakan dindar nesiller yetiştirmek istiyormuş diye çok eleştirildi. Erdoğan’a birçok konuda destek verenler dahi bu açıklaması nedeniyle kalemlerini sivriltmekten geri durmadı. Hayal kırıklığının açıkça belli olduğu, hicran dolu yazılar bir süredir çok revaçta.
Bu hayal kırıklığını anlamak güç. Erdoğan hiçbir zaman ‘dindar bir nesil’ yaratmak arzusunun şaşırtıcı karşılanacağı bir söyleme sahip olmadı ki.
Erdoğan’ın şahsında idealleştirdikleri bir hayale fazla bel bağlamaktan kaynaklanan bir aldatılmışlık duygusunun hâkim olduğu anlaşılıyor.
Eski düzen YÖK Kanunu’nda görüleceği üzere ‘Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan’ öğrenciler yetiştirmeyi hedefliyordu. Erdoğan ise kendi ifadesiyle dindar ve ‘muhafazakâr ve demokrat, milletinin, vatanının değerlerine, ilkelerine, tarihten gelen ilkelerine sahip çıkan bir nesil’ yetiştirmeyi hedefliyor. Değişen sadece ‘nesil yetiştirmeyi’ kendi üzerine vazife sayanın kimliği.
Bu nesil dediğimizin talihsizliği de bu işte. Başta kim varsa onun istediği gibi yetiştirileceği zannediliyor. Tekrar etmesi bile gereksiz. Devletin Atatürkçü ya da dindar bir nesil yetiştirmeyi hedeflemesi ve kamu kaynaklarını bunun için harcamasına demokrasilerde pek rastlanmaz.
Rastlanmaz rastlanmasına fakat bundan dolayı Erdoğan’a birden yolunu şaşırmış bir demokrasi havarisi muamelesi yapılması da manasız. Başbakanımız otoriter bir siyaset adamıdır. Çok yüksek oranda bir seçmen desteğine sahiptir. Milli irade fetişisti bir sağ siyaset geleneğinin temsilcisidir.
Başbakan’ı Eliza Doolittle zannedip kendi kendilerine ‘mentor’luk görevi verenlere karşı herhalde Erdoğan’ın bu sebeple bir sorumluluğu olduğu söylenemez.
Devletin bütün unsurları bir iktidar yoğunlaşması sürecinde bir karadeliğe çekilir gibi Başbakan’ın şahsında toplanmakta. Yasama ve yargı üzerinde mutlak hâkimiyet kurulduktan sonra sıranın millet üzerinde kurulacak bir tahakküme gelmesinden daha beklenir ne olabilir? Artık yeni nesiller de Başbakan’ın şahsına doğru çekilecek ve onun iradesiyle birleşecektir. Başbakan yani müstakbel başkan, kuvvetini milli iradeden almakta ve böylelikle iradenin sahibi milleti de şekillendirme hakkını kendinde görmektedir. Önümüzdeki on sene boyunca millet başkanını ve başkan da milletini seçecektir. Sürekli genleşen bir siyasi iradenin demokratik denetim mekanizmaları olmaksızın başka türlü davranması beklenemez.
Statükonun vesayetini kırarken yürütmeyi denetleyip dengeleyebilecek olan ‘egemenliği dağıtıcı’ mekanizmalar getirilemedi. Siyasi rakipsizlik de bununla birleşince, bundan böyle Başbakan yeni nesiller de yetiştirir, dilediği yere dilediği kamusal inşaatları da yapar. Dilesin yeter.
Yürütmenin denetimsiz kalmasına yol açan bir süreçte buna yeterince ses çıkarmayanların, denetimden sadece ‘askeri vesayet’i anlayanların bugün Başbakan’a çıkışması gecikmiş bir sitemden öteye gidemez.
Cumhurbaşkanını halkın seçeceği yeni bir Türkiye’ye doğru tam yol seyahat sürerken bu yeni siyasi rejimde iktidarın nasıl denetleneceğini tartışmaya başlamamız gerekiyor. Yeni anayasanın en önemli konusu bu olmalı.
Yoksa herhalde Başbakan, bazı köşe yazarları çok bozuldu diye kendini dizginleyecek değil.