‘Nasıl ayaktayım bilmiyorum’ diyordu. Uludere katliamının 40. gününde yakınlarını kaybeden şu üç kişiyi dinleyin FERHAT ENCÜ, GARİBE ÜREK, HİKMET ALMA (soldan sağa) Çoğu 90’lardaki halleriyle donup kalmış yüzler, şimdi eşlerinin, annelerinin, çocuklarının ellerindeki fotoğraflarda, Galatasaray binalarının arasından süzülen güneşe dönmüştü. 1995’te İstanbul’un göbeğinde beyaz bir Renault’ya zorla bindirildiğinde Diyarbakır, Liceli Fehmi Tosun 36 yaşındaydı. Kocasını […]
‘Nasıl ayaktayım bilmiyorum’ diyordu. Uludere katliamının 40. gününde yakınlarını kaybeden şu üç kişiyi dinleyin
Çoğu 90’lardaki halleriyle donup kalmış yüzler, şimdi eşlerinin, annelerinin, çocuklarının ellerindeki fotoğraflarda, Galatasaray binalarının arasından süzülen güneşe dönmüştü. 1995’te İstanbul’un göbeğinde beyaz bir Renault’ya zorla bindirildiğinde Diyarbakır, Liceli Fehmi Tosun 36 yaşındaydı. Kocasını o günden sonra göremeyen Hanım Tosun konuşuyordu. “Bulunan her kemikle biz geceleri uyuyamıyoruz” diyordu. Bu ülkede gerçekten hukuk var mı diye soruyordu. Cumartesi Anneleri/ İnsanları yıllardır bunu soruyor.
Mikrofon, kayıp yakınlarında dolaşırken yanıma 50’li yaşlarında bir kadın yanaştı. Kulağıma “Şimdi biz bu insanları alkışlayalım mı? Bir şey yapmamız lazım olar için” dedi. En iyisinin hikâyelerini dinlemek, bir de haftaya yine gelmek olacağını söyledim. “Önümüzdeki hafta yine mi buradalar?” diye sordu. “Bu 358. cumartesi” dedim. 358’i uzun uzun heceleyerek kendi kendine bir daha söyledi. “Hepsi de 90’larda ölmüş, yazık. Neler oluyor, bihaberiz.” Şaşkınlığında da, kendisine kızgınlığında da samimiydi.
Galatasaray’da ‘Gerçekleri istiyoruz’ diyenlerden ayrılıp caddenin başında aynı talep için çağrı yapan Barış Meclisi’nin toplantısına yöneldim. Uludere’de sevdiklerini kaybedenler konuşacak… Ferhat Encü, Garibe Ürek, Hikmet Alma…
‘Neden toplu gömdünüz?’
Bugün tam 40. günü Uludere’de yaşanan katliamın. Heron’lar gördü, F16’lar vurdu, 34 köylü öldü. O gece otsuz kayalıkların arasında yakınlarının parçalarını toplayanlar tam 40 gündür cevap bekliyor. ‘Operasyon kazası’nın bile mesulleri olur, olmaz mı? Uludere’de yaşanan doğal afet mi?
Ölenlerinin yarısından fazlası akrabasıydı Ferhat Encü’nün. “İnsanlar sadece sevdiklerini değil, kendilerini de kaybetti. Kendisini bıçaklamak isteyenler oldu. Psikolojik desteğe ihtiyaç var” diyordu. Sıfır noktasındaki köylerinden 90’larda zorla Gülyazı’ya yerleştirilmişler. Daha önce yapabildikleri hayvancılığa imkân vermeyen bir coğrafyası var Gülyazı’nın. Kaçakçılık değil ‘sınır ticareti’ demeyi tercih ediyor. “Bin kişi de ölse, buna mecburuz” diyor. Katırlarına insan isimleri vermişler; tek varlıkları.
Yara büyük; bir de kanırtanlar var. Mesela suç duyurusu için gittikleri savcılıkta ‘Neden toplu gömdünüz?’, ‘Tabutlara o bez parçalarını kim koydu?’ gibi sorularla sorgudan geçirilmişler. Sanık gibi…
Bir de ona ‘Roboski şu anda açık cezaevi’ dedirten 70 kişi için arama kararı var. Kaymakama yönelik saldırıdan sonra beş kişi tutuklandı, 70 kişi ise kıpırdayamıyor. Her an gözaltına alınabilirler. Kaymakamın bir tuzak olarak gönderildiğini düşünüyorlar zaten.
Ölü sayısının sonra 35’ten 34’e nasıl düştüğünü de açıklıyor. Şöyle bir sahne: “Aileler cesetleri toplarken bu senin oğlunun bacağı, bu benimkinin kolu diye kavga ediyordu. O sırada karışıklık olmuş.”
18 yaşındaki Garibe Ürek maddi imkânsızlıklar yüzünden bir süredir üç kardeşi ve annesiyle İstanbul, Gazi Mahallesi’nde yaşıyor. Tekstilde çalışıyor Garibe. İki amca ve iki hala oğlu dışında 19 yaşındaki nişanlısı Adem Ant’ı kaybetmiş. Elinde kapağı güllü bir albüm, geçen temmuzdan nişan fotoğrafını gösteriyor. Doğum günü olan 14 Şubat’ta Adem İstanbul’a gelecekmiş, “Hem doğum günüm, hem Sevgililer Günü’ydü. Mayısta da evlenecektik. Onunla birlikte bütün hayallerim gitti diyor.”
Öfkesine yenilmiyor, soğukkanlılıkla, nasıl tane tane anlatıyor: “Siz hiç paramparça bir insan gördünüz mü? Bende bir fotoğraf var, kimseye gösteremem ama ömür boyu da unutmam. Vurulduktan sonra hemen helikopter gitseydi 13’ü kurtulabilirdi ama bunu yapmadılar.”
“Bize yapılan size de yapılabilir. Bunları unutmayın” diyen Garibe’nin anlattığı şu görüntüyü ben nasıl unutabilirim ki zaten: “Adem’i sırtı bir kayaya dayalı, gülümseyerek yolu gözler gibi gözleri açık bulmuşlar. Sonra ne yaptılarsa da gözlerini kapatamadılar. Benim yolumu gözlüyordu.”
Tazminat en son söz
Kardeşi Nadir’i kaybeden Hikmet Alma’yla toplantı başlamadan evvel salonun bir köşesinde konuşurken “İnanın şu an nasıl buradayım, böyle ayakta durabiliyorum bilemiyorum” demişti. Olayı anlattı dakika dakika, sonra kendisinin de bildiği ‘kaçak’ işini… “Ben sınır ticareti demeyi de sevmiyorum. Kravatımızı takıp ticaret mi yapıyoruz ki? Ameleyiz biz, sınır amelesi.”
Alma, askerlerin sınır taşının yakınında herkesin birikmesini sağladığının ısrarla altını çiziyor. Bir de tazminat mevzuu var. Bu konu her açıldığında yarasının büyüdüğünü söylüyor. Para böyle bir olayda en son söz onun için. Sorumlular ortaya çıkmadan bu konuyu bir daha açmamalarını öneriyor. Bu, üçünün de ortak görüşü. “Bir kişi sorgulanmadan Emine Hanım da gelmesin” diyorlar hatta.
Çıkışta Garibe ısrarla diyor ki, “İntikam peşinde değiliz, ne olur bunu yazın. Gerçekleri istiyoruz, adalet istiyoruz.”
Ne çok insan aynı şeyi istiyor; soğukkanlılıkla ve inatla…