Kürtlerin özgürlük kavgası yükseldikçe tanklarla, toplarlarla, uçaklarla saldırılar. Bu kez Amerika’da biri seslendi: “Köklerine kibrit çal.” Sonra kimyasal silahların kullanılması başladı. “500 veya 5 bin de olsa saldır, bombala, işini bitir” dedi. Herkesi hedef al diye “emir” verdi. Sonra 35 canımıza uçaklardan bombalar yağdı Gece sessiz ve ağırdı. Alaca karanlıkta yüreğim aktı şafaklara. Çok uzaktan […]
Kürtlerin özgürlük kavgası yükseldikçe tanklarla, toplarlarla, uçaklarla saldırılar. Bu kez Amerika’da biri seslendi: “Köklerine kibrit çal.” Sonra kimyasal silahların kullanılması başladı. “500 veya 5 bin de olsa saldır, bombala, işini bitir” dedi. Herkesi hedef al diye “emir” verdi. Sonra 35 canımıza uçaklardan bombalar yağdı
Gece sessiz ve ağırdı. Alaca karanlıkta yüreğim aktı şafaklara. Çok uzaktan seyrettim ülkemin mazlum ama onurlu insanlarını. Kış gecelerine meydan okur gibi yaşamları için akmışlardı ay ışığına. Yaşam bir başka akıyordu onlar için. Hüzünler ve umutlar birbirini sarmalıyordu. Dağlar onların gerçek dostlarıydı ve umutlarını baharda bırakırlardı kırlara, savururlardı özlemlerini doruklara.
Yaşamın en zor anında küçücük çocuklarımız ekmek kavgasına tutuşmuşlardı. Kış onlar için bir savaşın parçasıydı, zorlu karlı yollarda ailesini geçindirmek saatlerce yürümek zorunda kalıyorlardı. Birisi 12 yaşında, ama ailesini geçindirme sorumluluğunu üstlenmiş kocaman yürekli çocuğumuz, okul harçlığını çıkarmak için düşmüş karlı yollara, kendisinden iki yaş küçük kız kardeşine bir ayakkabı almak istemişti. Kardeşine aldığı hediye yerine bombalarla parçalanmış bedeni gitmişti evine.
Hayat bir başka akıyor Kürdistan’ın her köyünde. Silahların gölgesinde korkusuzca yola koyuluyorlardı. Üzerine akan kurşunlara rağmen ekmek savaşı veriyorlardı. Yaşamak için direnen o küçük yüreklere ‘kaçakçı’ denildi yıllarca, bilmiyorlar ki alışveriş için gittiği köy en yakın akrabalarının yaşadığı bir yerdi. Bazıları kendi çıkarları için akrabaların yaşadığı iki köy arasına mayınlar döşeyerek yapay çizgiler oluşturmuştu. Ama onlar için bu yapay çizgilerin hiçbir anlamı yoktu. Ruhsal dünyaları aynıydı, yaşamları bir bütündü, bir adımlık yoldu uzaklıkları. İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da oturan birinin, iki köyün çocukları arasında hiç kopmayacak bir şekilde oluşan ruhsal derinliği anlaması mümkün değildi. Sadece TV’lerde yükselen yalanlar üzerinden, ‘küçük’ kaçakçılar olduklarını düşünürler. Bilmezler ki, onların yüreklerinde bir özgürlük özlemi vardır.
Tarihi tekerrür ettirmek istediler. Yıllar önce 33 kurşunla 33 canımızı yok etmişlerdi. Daha o zamanlar Kürtleri toprağa gömeceğiz demişlerdi. 33 kurşunla vurulan yüreklerimiz susturulmak istenmişti. Kürtlerin beynine kazınması için de kışlalara verilmişti katil generalin ismi.
Bir yüz yıl geçti, başaramadılar, yok edemediler ve barbarlar yeniden bombalarla vurdular 36 yüreğimizi. Bu kez bir başbakanın ismi yazılacak belleklerde. Yeniden geçmişi hatırlatıp sonunuz böyledir, demek istedi birileri. Ne ilginçtir ki, bunu da yine kendisinden olan bir ‘beyaz’ Kürde söylettirdiler. 35 can için yaptığı ‘operasyon kazası’ açıklamasıyla yüreğindeki insanlığı bitirmişti. Kim bilir, araştırsa belki de ölen 35 canın içinde bir akrabası vardı. Ama o, gülümseyerek ‘operasyon kazası’ diyen ‘Kürt’ kökenli bakan, Kazan vadisinde 34 gerillaya yönelik kullanılan kimyasal silahları meşrulaştırıyordu.
Tarihe tanıklık edenler bilir ki, Kürtlerin bu topraklardan silinmesi için, egemenler bütün gücünü kullanıyor. Yaşamın her alanında yüreklerimizi yakıyorlar, doğamıza saldırıyorlar. Bize ait ne varsa ona düşman oluyorlar. Kürtler özgürlüğü için hep isyan etti, sırtını verdi dağlara, bir isyan bastırıldı diğeri başladı.
Ninelerimiz isyan direnişlerimizdeki kahramanlıklar kadar katledilişimizin hikâyesini de kış gecelerinde bize anlattılar. Koçgiri’de, Ağrı’da, Dersim’de dinledik ve öğrendik gerçek hikâyemizi. Tarihten yok edilmek istenen bir halk olduğumuzu öğrendikçe yüreklerimiz acılara alıştı, hüzünler yol arkadaşımız oldu. Ama aynı zamanda bilincimizde bir öfke oluştu. Böylelikle dilden dile akan ve bize unutturulmak istenen tarihimizi unutmadık. İşte öfke bundandır, yok ettikçe çoğalan, öldürdükçe daha çok dirilen bir toplum olduk. Kelepçelenirken daha çok özgüleştik. Dağlarımız bombalanırken, ormanlarımız yakılırken lalelerimiz küller arasında yeniden yeşerdiler. Bunu gördükçe şuursuzca saldırıyorlar çocuklarımıza.
35 canımız neden katledildi? Bunu anlamak için çok eskilere gitmeye gerek yok, yakın tarihimiz bize tanıklık ediyor: 12 Eylül 1980, faşist generallerin yaptığı askeri darbe bunun en çıplak örneğiydi. Generallerin hedefinde Kürtler vardı. Kürtlerin uyanışı, dirilişi yok edilmek, yeniden toprağın derinliklerine gömülmek isteniyordu. Stratejileri çok açıktı; Kürdistan coğrafyasını yerle bir etmek, Kürtleri tarihten silmek.
Türkiye’nin her bir yanında generallerin fırtınası esiyordu. Ama Kürdistan’da bir başka fırtına esiyordu. Umutsuzluktan hırçınlaşan şuursuzca bir saldırı fırtınası vardı. 12 Eylül ölümdü. Özgürlük adına yola çıkanların önünde ölüm vardı. Ölüm ekmişlerdi yollara. İnançlı, direngen yürekli devrimciler bu ölümlü yolu aşarak benliklerini, onurlarını kurtarmayı başaracaklardı. Direnerek ve boyun eğmeyerek işkencelerden bedenlerinin yok olmasına izin verenlerin başarısı vardı.
Kürdistan sokaklarını ölüm sessizliğine gömmek isteyenler bu gerçeğini görmeye başlamışlardı. Artık yürekleri sarmalıyordu özgürlük ateşi. Karanlıklara asla alışık olmayan bir halkın ayağa kalkışı başlamıştı. Faşist darbecilerin karanlığa gömmek istedikleri Kürdistan’ın işkence merkezlerinde, zindanlarında umuda bağlılık direnişi yükseliyordu.
Umutlar sessiz akan ırmakların derinliği gibi işliyordu insanların yüreğine. Kavganın adı artık Kürdistan’dı. Yaşamın sınanması gereken bir yerdi.
Asker ve polis adeta yaşamın kendisi olmuştu. Sokakları sarmalayan silahlı güçler köylerdeki her evin kapısını dahi denetim altında tutuyorlardı. Her evi bir zindan yapmak istiyorlardı. Tıpkı Amed zindanları gibi.
Bütün saldırılara rağmen Kürtlerin yüreklerinde ve beyinlerinde bir özgürlük sevdası yükseliyordu. Amed zindanında karanlığa gömmek istedikleri Kürtlerin yeniden dirilişi yükseliyordu. Bu ateş sokakları sarmaladı. Zindana çevrilmek istenilen her evde isyan ateşi yükseldi ve özgürlük ateşi harmanladığı vaktinde gülüşlerimiz yükseldi göğe.
Bir kibrit çöpüyle tarihe tanıklık edenler, önce ben varım dediler ve karanlığı aydınlığa çevirmenin ilk adımını attılar. Newroz ateşi dediler, özgürlüğün gökyüzüne yükselişi dediler, özgürlük isyanı dediler. Hepsinde bir başka anlam vardı.
Sonra yaşamın bir başka anında, generallerin zafer çığlıkları attığı bir gecede, küçük bir kasabada patlayan silahlar, tarihi tersine çevirdi. İsyanın başlaması olarak algılandı. Küçük adımların büyük kavgalara nasıl yol açtığına tanıklık ettik. Kürdistan için yola çıkanların yüreklerinde ve elindeki bir silahtan başka hiçbir şeyleri yok. Zaten gerekli olanda yürekti, idealdi, özgürlük sevdasıydı. Bütün bunların adı Kürdistan’dı.
Özgürlük mücadelesi tutkusu dağlarda isyan ateşi oldu. Özgürleşti yürekler Ağrı’da, Munzur’da. Sonra binlerce aktı oralara, henüz on ikisinde terk etti evini, aldı mavzeri eline. Önce on, yüz, sonra bin ve şimdi yüz binler oldular. Milyonlarla özgürlüğe aktılar. Onlar yaşama anlam verdiler, onu güzelleştirdiler, sonra yaşamın özgürlük olduğunu söylediler, özgürlük içinde savaşmak gerektiğini vurguladılar.
Kürtlerin özgürlük kavgası yükseldikçe tanklarla, toplarlarla, uçaklarla saldırılar. Bu kez Amerika’da biri seslendi: “Köklerine kibrit
çal.” Sonra kimyasal silahların kullanılması başladı. “500 veya 5 bin de olsa saldır, bombala, işini bitir” dedi. Herkesi hedef al diye “emir” verdi. Sonra 35 canımıza uçaklardan bombalar yağdı.
Hedef Kürtler, hedef insanlık, hedef onur ve direniştir. 33’ten 35’e tarih akarken, bu kez Kürtlerin ayağa kalkışı bir başka oldu, bu gerçeği anladıkça daha çok saldıracaklar ama saldırdıkça bitecekler.
Her Kürt ailesinin evinde isyanın başladığını anladıklarında, zaferin de bizim olacağını anlamış olacaklar. O zaman ne bombaları, ne kimyasalları beş para edecek.
Gokyuzu9@aol.com