Bu saatten sonra, Beşar Esad yönetimi kaldığı sürece Suriye ile ilişkilerinin düzelme ihtimali yoktur. Bu ise Türkiye için ekonomik olarak büyük kayıp vermekle eş anlamlıdır. İleriki zamanlarda bu durumun hem içte hem de dışta AKP’ye küçümsenmeyecek darbeler vurma ihtimali oldukça yüksektir. İşte tam da bu nedenle AKP’nin boş durduğunu ya da duracağını sanmıyorum Kurnazlığın makbul […]
Bu saatten sonra, Beşar Esad yönetimi kaldığı sürece Suriye ile ilişkilerinin düzelme ihtimali yoktur. Bu ise Türkiye için ekonomik olarak büyük kayıp vermekle eş anlamlıdır. İleriki zamanlarda bu durumun hem içte hem de dışta AKP’ye küçümsenmeyecek darbeler vurma ihtimali oldukça yüksektir. İşte tam da bu nedenle AKP’nin boş durduğunu ya da duracağını sanmıyorum
Kurnazlığın makbul görüldüğü ve şark kurnazlığının yönetim mekanizması haline geldiği ülkemizde, gündem o kadar yoğun ve hızlı değişmektedir ki takip edebilene aşk olsun. AKP hükümeti de bu gündem değiştirme konusunda pek mahir olduğunu sayısız kere göstermiş ve göstermeye de devam ediyor açıkçası. Ya hükümetin sıkıştığı bir zamanında bir şey ortaya çıkmakta ve böylece birden bire gündem değişmekte ya da kamuoyunun tepkisini çekeceği önceden bilinen bir uygulama arifesinde insanların beyinlerini meşgul edecek ve dikkatlerini dağıtacak bir olay muhakkak yaratılmakta ve bir gölge sessizliğinde asıl planlarını uygulamaktadırlar.
Bugünlerde cereyan eden ülkemizdeki gündemin beyin sulandıran hızını görünce geçmişten daha büyük olayların arifesinde olduğumuz hissine kapılıyor ve korkuyor insan açıkçası.
Daha dün, Suriye ile yatıyor Suriye ile kalkıyorduk. Bugün ise onun esamisi okunmuyor gibi. Bunu hayra mı yormalı yoksa şerre mi cidden bilemiyorum.
Bilindiği gibi AKP, Ortadoğu’da Sünnilik üzerinden bir kanal açarak söz konusu ülkeler üzerinde nüfuz sağlama ve sağladığı nüfuzu Batı ülkelerine karşı koz kullanarak bir taşla iki kuş vurma stratejisini hayat buldurma gayreti içindeydi uzun zamandır. Suriye’de ve Irak’ta kendi stratejisine uygun kişilerin devlet yönetimine gelmesi için sarf ettiği büyük çaba bunun içindir aslında. Yoksa kendi ülkesinde, batılı anlamda azınlıkların haklarını koruyan çoğulcu bir demokrasi yerine; çoğunluğun azınlığa tahakkümü üzerine oturtulmuş çoğunlukçu bir demokrasiyi uygularken ve yine kendi ülkesinde Kürtlere, Alevilere ve diğer azınlıklara haklarını teslim etmemişken; antidemokratik uygulamalar had safhadayken kimseye demokrasi dersi veremeyeceğini sanırım ki kendisi de bilmektedir. Ya da demokrasinin d’sinin bile uygulanmadığı, 21. yüzyılda ortaçağı yaşayan Suudi Arabistan’la veya hâlihazırda emirlik ve monarşiyle yönetilen Katar’la kol kola girerek bölgede bir demokrasi mücadelesini vermenin kimseye inandırıcı gelmeyeceğini de bilmeyecek kadar saf değildir elbette. Lakin bir yandan ABD’nin bastırması, öte yanda yukarıda zikrettiğimiz stratejisi çakışınca, kraldan daha kralcı davranarak tarafını ve niyetini açıkça gösterip tavrını koyunca, çıkmaz ve bir o kadar geri dönülmez bir yola girmiş oldu. İşte tam da bu nedenden dolayıdır ki Ortadoğu’nun “en zayıf halkası” olarak gördüğü Suriye’ye karşı sesini yükselttikçe yükseltti. Türkiye’nin bütün bu kükremelerine ve ABD’nin bütün tehditlerine rağmen Suriye’ye uluslararası bir saldırı ihtimalini evvelden beri çok zayıf görüyordum ben. Yoo, ne Rusya’nın savaş gemilerini göndermesi; ne Çin’in Suriye’nin yanında yer alması; ne de Suriye’deki “muhaliflerin dağınıklığı”dır bunu böyle görmemi sağlayan. Tam tersine; Suriye’nin ve Ortadoğu’nun tek ve asıl hamisi, Suriye’nin hukuken halen savaş halinde bulunduğu İsrail’den başkası değildir. ABD’nin bu şımarık küçük çocuğu İsrail’in Ortadoğu’daki varlığı, Ortadoğu ülkeleri için en büyük güvencedir. Herhangi bir Ortadoğu ülkesine ki özelikle Arap yarımadasındaki ülkelere, başka ülkelerce saldırı düzenleyebilinmesinin yegâne yolu, söz konusu ülkenin yalnızlaşmasından geçmektedir. Aksi takdirde saldırı nerden gelirse gelsin, dört tarafı Araplarla çevirili İsrail’in güvenliği tehlikeye girer. Dikkat edilirse Irak’a bile, Saddam Hüseyin’in bütün Arap ülkeleriyle arasını bozup yalnızlaşması üzerine ancak, bir saldırı düzenlenebilinmiştir. Bugün Suriye’nin içinde bulunduğu durum ise bu hiç değildir. Ortadoğu’da ilginç olan şu ki ülkelerin ekonomik durumları ile bölge üzerindeki nüfuzları arasında ters orantı vardır adeta. Mesela petrol zengini Suudi Arabistan’ın bölge devletleri üzerindeki etkisi, bir Mısır ya da bir Suriye kadar kesinlikle değildir. İran’ı saymıyorum daha… İran’ın, Lübnan’ın ve hatta Irak’ın açık bir şekilde Suriye’nin yanında olduğunu deklere etmiş olması bile başlı başına bir kalkandır Suriye için. İsrail’in güvenliğinin Ortadoğu’daki havanın dinginliğine bağlı olduğu gerçeğini göz önüne aldığımızda; Suriye, Irak gibi yalnızlaşmadığı sürece bir dış müdahaleye maruz kalma ihtimali yok gibidir. İşte tam da bunun içindir ki Arap Birliği devreye sokulmuş lakin o da beklentiye cevap verememiştir.
Gerçek bu olmakla birlikte, Türkiye açısından bir başka realite bütün çıplaklığıyla ortada duruyor: Bu saatten sonra, Beşar Esad yönetimi kaldığı sürece Suriye ile ilişkilerinin düzelme ihtimali yoktur. Bu ise Türkiye için ekonomik olarak büyük kayıp vermekle eş anlamlıdır. İleriki zamanlarda bu durumun hem içte hem de dışta AKP’ye küçümsenmeyecek darbeler vurma ihtimali oldukça yüksektir. İşte tam da bu nedenle AKP’nin boş durduğunu ya da duracağını sanmıyorum. Son günlerde ülkemizde cereyan eden gündemle ilgili fotoğrafları yan yana koyduğumuzda bu acil ve can alıcı gündem değişikliklerini hayra yoramıyor insan açıkçası. Bir yandan ülkemizde füze kalkanları kurulmakta, öte yanda Van depremzedeleri bile bu karda kışta çadırlara mahkum edilirken, bayram ya da seyran olmadığı halde Suriye’den gelecekler için daha, Kilis’te konteynır kentler kurulmaktadır. Bir yanda sınır bölgelerinde başta mülkü amirlerin evleri olmak üzere, polis merkezleri ve askeri birliklerin etrafları kalın ve yüksek duvarlarla çevrilmekte, öte yanda oradaki akrabalarının çoğunluğu nedeniyle, olası saldırıya karşı çıkma ihtimali yüksek olan Kürtler, büyük bir kıskaç altına alınmaktadır. Bütün bunların yanında Türkiye’nin en dinamik ve en muhalif emek örgütü olan KESK’in basılması saldırı öncesi mıntıka temizliği mi yapılıyor, sorusunu akla getirmektedir. Dilerim ve umarım ki yanılıyorumdur. Zira aksi takdirde öyle bir ateşin içine çekilir ki bu güzel ülke… Tek kelimeyle maazallah deyip bırakalım. Dillerinden Allah’ı düşürmeyenler, belki insafa ve izana gelir de gerçekten Maazallah olur.