Dink davasındaki karar üzerinden Ergenekon adlı bir örgütün varlığına yapılan vurgular, doğrudan veya dolaylı, devlet aygıtının “karanlık işler” skalasındaki eylemlerini gizlemeye yöneliktir. Devleti yorumlarken gerek hükümet gerek (sol) liberal kadrolar, kitleleri tarihte kopuşların olduğuna inandırmayı tercih etmektedirler. Bu dezenformasyon ile Dink cinayeti, on yıllık AKP iktidarından ayrıştırılmaya çalışılmaktadır “İçime sinmedi ama…” Toplumsal hafızanın utanç hanesine […]
Dink davasındaki karar üzerinden Ergenekon adlı bir örgütün varlığına yapılan vurgular, doğrudan veya dolaylı, devlet aygıtının “karanlık işler” skalasındaki eylemlerini gizlemeye yöneliktir. Devleti yorumlarken gerek hükümet gerek (sol) liberal kadrolar, kitleleri tarihte kopuşların olduğuna inandırmayı tercih etmektedirler. Bu dezenformasyon ile Dink cinayeti, on yıllık AKP iktidarından ayrıştırılmaya çalışılmaktadır
“İçime sinmedi ama…”
Toplumsal hafızanın utanç hanesine kazınan Dink davası, karar duruşmasındaki sonuçlarıyla tüm kesimleri yeni bir tartışmanın içine çekti. Tartışma demek uygun düşer mi bilinmez ancak mahkeme kararı, rahatsızlıkların farklı biçimlerde dile getirilmesine neden oldu. Özellikle hükümet cephesinin görüşleri, tıpkı N.Ç. davasında olduğu gibi, mütemadiyen uzaktan duyulan bir rahatsızlığın paylaşılması şekline büründü. “İçim rahat değil”, “vicdanım rahatsız”, “içime sinmedi” şeklinde Başbakandan bakanlara uzanan açıklamalara, konunun doğrudan muhatabı Adalet Bakanı da katkı yaptı ve “daha Yargıtay ve temyiz aşaması var” demek suretiyle adalet sistemine duyulan öfkenin ertelenmesini talep etti. Cumhurbaşkanı tarafından “davanın sınav niteliğinde” olduğunun belirtilmesi de bu minvalde tamamlayıcı oldu. Çünkü uzunca zamandır Ergenekon ile başlayarak KCK ile tepe noktasına ulaşan, inişe geçmek bir yana sürekli artarak devam eden tutuklama dalgaları, sokaktaki insan nezdinde halihazırda adalete karşı duyulan güven kırıntılarının da hepten kaybedilmesine yol açmıştı. Soruşturma ve yargı süreçlerinin yüreklere saldığı korku ile vicdanlarda yarattığı isyan duygusunda ağırlık, Dink davasının sonucu itibariyle ikincisi lehine dönmeye başlamıştır.
Obsküratif karar ~ ilişkiler
İdeolojik ve siyasal konumları değişik olmasına karşın Dink cinayeti ve dava süreci, uzun zamandır azınlık ve marjinal kabul edilen, çoğu zaman kriminalleştirilen etnisiteler, mezhepler ve siyasi yapılar için bir tür katalizör işlevi görmektedir. Bu nedenle davanın sonucu geniş bir toplumsal kesim için sessiz/sesli yürüttükleri mücadelelerin çıktılarıyla doğru orantılıdır. Ne var ki, mahkemenin verdiği karar oran/orantı hesabının şaşmasına neden olmuştur. Kararın örgüt bulunmadığına, MİT’çi muhbirin beraat etmesine ilişkin içeriği, dava savcısının belirli bir amaç doğrultusundaki çabaları, mahkeme salonu dışındaki yüz binlerce insanın tepkisine rağmen şekillenmiştir. Davanın sonuçlanmasından bir gün sonra mahkeme başkanının basına verdiği “örgüt yok değil, deliller yetersiz” beyanatı ve dolaylı olarak karardan duyduğu rahatsızlığı ifade etmesi, egemen hukuk paradigması içindeki tutarlılık-sistemlilik ilkelerine de terstir. Davada örgütle sanıklar arasındaki rabıtanın kurulamaması nedeniyle böyle bir açıklamanın davanın hemen peşinden yapılması dikkat çekicidir. İlaveten, yapılan açıklamalara ve savcının temyiz istemiyle sıraladığı gerekçelere bakıldığında olayın absürt tarafı da ortaya çıkmaktadır. Savcı ile mahkeme heyeti ve de hükümet mensupları olayla ilgili aynı düşünce dizgesini paylaşmalarına karşın, kararda “örgüt yok” sonucuna varılmış olması düşündürücüdür. Mahkeme başkanının itiraf ettiği gibi “Trabzon’dan kalkıp bir insanın İstanbul’da birini öldürmesi, hayatın normal akışına aykırıdır.” Ne var ki, söz konusu nedensellik bağıntılarını aşarak ve görmeyerek mahkemenin verdiği bu karar obsküratiftir. Obsküratif (obscuritive) anlaşılmaz, belirsiz, karanlık, çapraşık, gizli, az bilinen, çarptırıcı anlamlarını karşılamak üzere kullanılan bir sözcüktür. Sözcük bu anlamlarıyla, mahkemenin kararına denk düşmektedir. Herkes tarafından kolayca algılanabilen, sonuçları itibariyle “münferit” olmaktan uzak bir olayın, adli suç kapsamında değerlendirilmesi ve buna göre karar verilmesi, kararın verildiği aygıtların meşruluğunu sorgulatmaktadır.
a. Derin değil sığ
Kamuoyunun değişik kesimlerinin verdiği reaksiyon örtüsü aralandığında kimileri için mahkemenin verdiği kararın fonksiyonel boyutları olduğunu görürüz. Bu boyutlar, klişeleşmiş kullanımıyla (sol) liberal-muhafazakar kesimler açısından “krizi fırsata dönüştürme” sürecinin tamamlayıcılarıdır. İlk boyut, devletin ideolojik aygıtlarının son birkaç yıldır yürüttüğü söylemsel mücadeleyi desteklemeye dönüktür. İkinci boyut, hükümetin son zamanlarda “otoriter” uygulamaları nedeniyle arasının açılmaya başladığı liberal üstyapı memurlarıyla arasını düzeltmeye ilişkindir. Dink davasının kararı her iki boyutta ve her iki kesim tarafından klientalist gerekçelerle eleştiriye tabi tutulmaktadır.
İlk boyut, savcının iddianamesinde yer alan “derin yapılanmaya” ilişkindir. İddianameye göre Dink cinayetinin failleri, belirli bir ilişki şebekesi içinde yönetilmiş/yönlendirilmiştir. Silahlar ve irtibatlar derin yapılanma içinde temin edilmiş; lojistiğe ilaveten, Hrant Dink’in seçilmesinde de “derin yapı” etkin rol almıştır. Bu görüş, kamuoyunda daha önce başka olaylarda (Susurluk, Mumcu cinayeti, vb…) deklare edilmiş “derin devlet” örgütlenmesine referans vermektedir. Savcının mahkemeye sunduğu iddianamede yer alan bir şema, yapılanmayı hücre ve yüzey kadrolarıyla birlikte resmetmiştir. Tahmin edileceği üzere şema ve iddialar, Ergenekon üzerinde yoğunlaşmaktadır. Savcının Ergenekon bağlantılarını gösterdiği oklar, Kemal Kerinçsiz, Veli Küçük ve Doğu Perinçek’e yani Silivri’ye uzanmaktadır. Özellikle Samast ve Hayal’in bu oluşum içindeki piyon konumlarından hareketle “ağabeyleri” olduğu görüşü üzeriden Savcılık makamı Ergenekon’un asli faillerine ulaşmaktadır.
Savcının elindeki belgelerde ve hazırladığı şemada, Dink’in katillerini ve azmettiricilerini sadece Ergenekon içinde tanımlaması düşünsel ve pratik tuzaklarla yüklüdür. Bilindiği üzere beşinci ve altıncı dalgadan itibaren zembereğinden boşalan Ergenekon tutuklamaları, geniş bir suçlu kümesi oluşturmuştur. Birbiriyle bağlantısı olduğu düşünülen kişiler, teknik takiplerle ve buna bağlı enformasyon akışıyla birbiriyle ilişkilendirilerek tutuklanmıştır. Son birkaç dalga ile birlikte devlet aygıtı içinde bürokratik ve askeri görevlerde bulunmuş kişilerden uzaklaşılmış, kademe kademe kayarak muhalifler hedef tahtasına yerleştirilmiştir. En son olarak, Ahmet Şık ve Nedim Şener mantık kurallarına aykırı bir şekilde Ergenekon girdabı içinde tutuklanmıştır.
Mahkeme kararının başka bir noktası, devletin “derinliği” konusundaki görüşlere ilişkindir. Artık hepimizin bildiği gibi Ergenekon dalgaları, AKP’nin siyasi iktidara gelişini tanımlarken kullanılan “sessiz devrim” veya “pasif devrim” süreçlerinin başyapıtlarından biri olmuştur. Söz konusu dalgalar “devlet içinde devlet”, “devlete karşı devlet” siyasal argümanlarıyla birlikte hükümetin siyasal manevra alanını genişletmiştir. Şimdiki hükümetin kendisinden önceki hükümetlerden farkını ortaya koymak amacıyla göstermelik sınır çizgisi oluşturmasına yarayan Ergenekon dalgaları, (tarihin en büyük örgütü olan) devletin iç dengelerini yeniden tesis etmeye yaradığı gibi, yeni ekonomik-siyasi-ideolojik-kültürel söylemsel zeminlerini de kalıcılaştırmaya hizmet etmektedir. Dink davasında da savcının, hükümet güdümlü medyanın ve (sol) liberal kadroların
ısrarlı olarak Ergenekon üzerinde durması, Ergenekon sürecini meşrulaştırma-aklama işlemini garantiye almaktadır. Gerçekte karar üzerinden Ergenekon adlı bir örgütün varlığına yapılan vurgular, doğrudan veya dolaylı, devlet aygıtının “karanlık işler” skalasındaki eylemlerini gizlemeye yöneliktir. Devleti yorumlarken gerek hükümet gerek (sol) liberal kadrolar, kitleleri tarihte kopuşların olduğuna inandırmayı tercih etmektedirler. Bu dezenformasyon ile Dink cinayeti, on yıllık AKP iktidarından ayrıştırılmaya çalışılmaktadır. Oysaki hakikat, bizatihi Hrant’ın öldürülmesinden önce onunla görüşen ve onu tehdit eden; Hrant’a yönelik suikast istihbaratını alan fakat önlem almayan; katilleriyle birlikte fotoğraf çektiren; duruşmalar sırasında Hrant’ın ailesine bakarak İsmail Türüt’ün şarkısını okuyan ve cezaevi aracından basına el işareti yapıp sinkaflı küfür edenlerin hepsinin devletin resmi görevlileri olmasıyla ortaya çıkmaktadır.
b. Bloğun taşlarını oturtmak için avantaj
İkinci boyut ise (sol) liberal entelektüel üstyapı kadroları ile hükümet arasında son zamanlarda bozulan ilişkilerin onarılmasıyla yakından ilgilidir. Davanın “beyaz bereliler” hariç kimseyi “tatmin etmeyen” kararla sonuçlanması, liberal kadrolar ile hükümetin vicdan seviyesi yüksek mensuplarının ortak paydalar etrafında birleşmesi için kesişim kümesi yaratmıştır. 2011 seçimlerinden önce daha belirgin olan (sol) liberal kadroların desteği, hükümetin KCK operasyonları ile yeni bir tutuklama dalgası yaratması, bu dalgada -liberallerin başat argümanlarından- “demokratik yönetimle seçilmişlerin” ve “şiddete başvurmadan görüşlerini demokratik çerçevede ifade eden akademisyenlerin” tutuklanması ile geri çekilmeye başlanmıştır. Referandum zamanında safları netleşen “evetçiler” ile “utangaç AKP’liler”, son zamanlardaki hukuki baskının demokratik normları örselediği görüşünden hareketle yazılı ve görsel basında hükümeti eleştirmeye başlamıştı. Bu sürecin sonunda pek çok (sol) liberal gazeteci/yazar işsiz bile kaldı.
Kronolojik olarak (sol) liberallerle hükümetin ayrışmasının ivme kazandığı bu dönemde, Dink davası kararının araçsallaştırılması girişimleri dikkat çekicidir. Karar sonrasında konuşan kadrolar, konuyu ve kararı Ergenekon üzerinden değerlendirmeye ısrar etmektedirler. Hükümet yetkililerini “vicdanen rahatsız” eden bu durum, benzer bir okumaya tabi tutulmaktadır. Dink cinayetinde mahkemenin “örgüt yok” kararı, Ergenekon üzerinden uzlaşan ve hükümetin tarihsel misyonunu onaylayan üstyapı kadrolarıyla hükümet kanadı arasında eş-değer bir rahatsızlığa yol açmıştır. (Sol) liberal kadroların farklı bir okumayla kavradıkları Dink cinayetindeki ceberut devlet algısı, hükümetin mücadele ettiğini ileri sürdüğü “ceberut devlet”le çoğu noktada örtüşmektedir.
Dink davasındaki iki kesimi rahatsız eden bu karar, önümüzdeki süreçte Ergenekon söylemi ile yeni bir boyut kazanacaktır. Hükümet, kendisinden uzaklaştırdığı (sol) liberalleri Dink davası üzerinden kurgulayacağı teminat ile tekrar yörüngesine çekmeye çalışacaktır. (Sol) liberal kadrolar ise bu siyasi pazarlığa icap ederek, kaldıkları yerden Ergenekon söylemini pekiştirmeye, liberal-muhafazakâr hegemonyanın yıpranan özgül bileşimindeki eski konumlarına dönerek ittifakı güçlendirmeye devam edeceklerdir.