Bu yazı Kasım 2006’da Halkın Sesi gazetesi için kaleme alındı. Yani Hrant Dink katledilmeden önce ve Türkiye’de pek çok aydın ve baskı altındaki Ermeni cemaati dahi soykırımın inkarını suç sayan yasayı düşünce özgürlüğü adına eleştiren açıklamalar yayımladıktan sonra. 6 yıl sonra yine aynı yasa tartışılırken, arşivdeki bu yazıyı yeniden okurun ilgisine sunuyoruz (Sendika.Org’nin notu) Fransa […]
Bu yazı Kasım 2006’da Halkın Sesi gazetesi için kaleme alındı. Yani Hrant Dink katledilmeden önce ve Türkiye’de pek çok aydın ve baskı altındaki Ermeni cemaati dahi soykırımın inkarını suç sayan yasayı düşünce özgürlüğü adına eleştiren açıklamalar yayımladıktan sonra. 6 yıl sonra yine aynı yasa tartışılırken, arşivdeki bu yazıyı yeniden okurun ilgisine sunuyoruz (Sendika.Org’nin notu)
Fransa Parlamentosu’nun alt kanadı, Ulusal Meclis, Fransa’da “Ermeni Soykırımı’nın inkar edilmesini suç sayan” bir yasa çıkardı.
Türkiye “Fransa’da ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına karşı” ayağa kalktı. Türkiyeli sosyalistlerin bir çoğu da yasaya karşı olduğunu açıkladı. Çünkü Fransa emperyalist çıkarları için ifade özgürlüğünü kısıtlıyordu.
Bu yasayı çıkaran Ulusal Meclis, daha kısa bir süre öncesinde “Fransız sömürgeciliğinin uygarlığı geliştirdiği”ni ilan eden bir başka yasayı da çıkarmıştı. Bu yüzden bu meclisin çıkardığı yasaların “yüksek insanlık değerlerini” değil Fransa’nın emperyalist çıkarlarını temel aldığını söylemek güç değil.
Ancak, bu yasaya Türkiye’den geliştirilecek bir karşı çıkış, gerçekten de “Fransa’nın Türkiye üzerindeki emperyalist emellerine” karşı çıkış anlamını taşıyor mu?
Böyle bir karşı çıkış, “ifade özgürlüğünün savunulması”na hizmet ediyor mu?
Her iki sorunun da yanıtı: “Hayır!”
Fransa’da “Ermeni Soykırımı yapılmamıştır” tezini savunma özgürlüğünün kazanılması, Fransa’nın “Ermeni Soykırımı” sorunu üzerinden Türkiye üzerinde emperyalist politikalar izlemesini kısıtlamaz, engel olmaz.
Bu yasanın Fransa halkının isteğine bağlı olarak değil de Türkiye’nin karşı çıkışıyla , yani “diplomatik nedenlerle” engellenmesi halinde bir fikrin ifade edilmesi serbest bırakılmış olacak ama “ifade özgürlüğü” genişlemeyecek; aksine daralacak. Fransa’da “Ermeni Soykırımı’nın olmadığını” savunmayı suç sayan yasa geri çektirildiğinde, Türkiye’de Ermeni kıyımının yaşandığını söyleyeni “Türklük’e hakaret”le itham eden yasalar, bu suçtan yargılananların linç edilmesini emreden şoven atmosfer çok daha büyük bir güç kazanacak.
Bilmeliyiz ki, Fransa’nın Ermeni Soykırımı sorununu istismar ederek emperyalist politikalar yürütebilmesinde, Türkiye toplumunun, 1915-16’da yaşanan o büyük dehşetle hesaplaşmaması, hesaplaşamaması önemli bir neden.
Fransa’nın meselesi zaten bu hesaplaşmayı sağlamak değil, bir tehdit olarak kullanmak. Yoksa 1915’de yaşanmış bir katliamın niteliğini belirlemek için 2001 yılına kadar niye beklesin? Fransa “uluslararası platformda hesaplaşma tehdidini” emperyalist politikalarında bir denge unsuru olarak kullanabiliyor.
Tehditten duyulan korkunun temelinde ne Ermenilerin toprak iddiası, ne de tazminat korkusu var; korku başka yerden.
Suçlu yöneticilerin, mal hırsı içindeki tüccarların, ağaların, beylerin peşine takılarak bu cinayete ortak olan Anadolu’nun yoksul Müslüman ahalisinin işlediği günahla yüz yüze gelmesi yüz yıldır devlet otoritesiyle, dinsel otoriteyle, feodal tahakkümle, para zorbalığıyla, sürekli bir tarih çarpıtmasıyla engellendi.
Çünkü, kimlerin mallarına kimlerin konduğu ortaya çıktığında, Türkiye’nin bugünkü “büyük patronları”nın servetlerinin arkasında hangi kanlı öykülerin olduğu konuşulmaya başladığında Anadolu’da yaşanan bu kardeş boğazlaşmasının gerçek sınıfsal tablosu da ortaya dökülecek. Bu hesaplaşma, belki ülke dışındaki kimseye bir “hak” kazandırmayacak ama, bu büyük katliamla edinilmiş “mal varlıkları” üzerinde kamunun “hak iddiasını” doğurabilecek.
İşte bu yüzden Türkiye’de Ermeni tehciri ve kıyımının konuşulmasının önüne yıllarca hem devlet gücüyle hem de toplumsal tahakkümle geçildi.
Türkiye’nin egemenleri, istismar ve kışkırtma yoluyla halka işlettikleri suçları kolektif bir suçluluk bilinci haline getirmeyi başardılar.
Ermeni tehciri ve kıyımının bir “soykırım” olup olmadığını saptamak bilim adamlarına bırakılabilir belki. Ama adı nasıl konulursa konulsun, bu büyük toplu öldürme olayları, Anadolu’nun Müslüman ahalisinin ortak tarihsel bilinç altına itilmiş en büyük travmalardandır. Çünkü yalnızca “devlet görevlileri” tarafından işlenmemiştir. Katliamlara ve sonrasındaki yağma hareketlerine sivil halkın katılımı, devlet görevlilerince özel olarak sağlanmıştır. Türkiye halkının daha sonraki “daha küçük” insanlık suçlarını, Kürt isyanlarının kan deryalarında boğulmasını, Maraş katliamını, 12 Eylül işkencelerini, yargısız infaz kampanyalarını, cezaevi katliamlarını bilinç altına itebilmesinde bu travmatik bilincin rol oynamadığını kim söyleyebilir?
Bu noktada bir ayrıntıyı hatırlatmak gerekli oluyor. Soykırım suçlarının inkarını önlemeye yönelik yasalar, soykırım suçlarının sonuçlarını gidermek ve tekrarını önlemek amacını taşır.
Soykırıma hedef olan “azınlıklar” korku içindedir. Aynı tipten hareketlerin yinelenmesinden korkarlar. Soykırımın inkarı, onların bu korkularını şiddetlendirir. Soykırım suçlarının inkarını suç sayan yasalar, soykırım mağdurlarının bu korkularını gidermek için yapılırlar.
Soykırım suçunu işleyen toplum da kendi vicdanıyla yüzleşmekten kaçınır. Bunun için yaptığı veya göz yumduğu soy kırımı bilmezden gelme, yok sayma, inkar etme, mazeretle açıklama gibi yollara yönelir. (Savaş sonrasında sorgulanan Almanlar’ın büyük bir çoğunluğu Yahudi soykırımını bu şekilde “unutmak” istiyorlardı.) Bu yol onlara açık tutulduğunda, aynı suçu değişik “azınlıklara” karşı yeniden işlemelerinin yolu da açılmış olur. İnkarı suç sayan yasalar, soykırım suçunu işleyen toplumun aynı suçu yeniden işlemesini önlemeyi amaçlar.
Fransa Ulusal Meclisi’nin çıkardığı yasanın Fransa’daki Ermeniler’e uğradıkları katliamdan yüz yıl sonra güvenlik duygusu verip vermeyeceğini bilemeyiz.
Ama böyle bir yasanın, yaşadığı trajedinin vicdani yükünü yüz yıldır bilinç altına gömmeye çalışan Türkiye toplumunun ruh sağlığı için Türkiye’de çıkarılmasının gerekli olmadığını kim söyleyebilir?