Ahmet Altan, süreci çok iyi okuyan ve takip eden biri olarak, ne söylediğini, nasıl bir mesaj vermek istediğini de çok iyi biliyor. Sanki devletin bugün izlemiş olduğu tasfiye sürecin oluşmasının tek sorumlusunun PKK olduğunu belirterek devleti yeniden aklamanın yolunu seçiyor. Öcalan’ı da bu sürecin bir parçası haline getirmek istiyor Devletin Kürtlere yönelik çok yönlü saldırı […]
Ahmet Altan, süreci çok iyi okuyan ve takip eden biri olarak, ne söylediğini, nasıl bir mesaj vermek istediğini de çok iyi biliyor. Sanki devletin bugün izlemiş olduğu tasfiye sürecin oluşmasının tek sorumlusunun PKK olduğunu belirterek devleti yeniden aklamanın yolunu seçiyor. Öcalan’ı da bu sürecin bir parçası haline getirmek istiyor
Devletin Kürtlere yönelik çok yönlü saldırı hamlesi devam ediyor. Sürecin doğru kavranması ve buna uygun temel ve taktik politikaların belirlenmesi de bir o kadar önemlidir. Bu bakımdan Öcalan’ın vermiş olduğu mesajı doğru okumak ve buna uygun politik hamleler yapmak, belki de sürecin en önemli halkasını oluşturacaktır.
Bugünkü politik hava önümüzdeki sürecin çok zorlu geçeceğine dair önemli veriler sunuyor. Devletin tasfiye politikasında hiçbir değişiklik söz konusu değil, bu bakımdan ‘Nisan’da önemli gelişmeler olacak’ biçimindeki değerlendirmeler sübjektiftir ve Kürt toplumunu yeni bir beklentiye sokma projesinin bir parçası olup, psikolojik savaşa hizmet eden bir yaklaşımdır. Bunun niyetle ilgisi olmayıp, içinde bulunduğumuz politik sürecin nasıl okunması gerektiğiyle ilgilidir. Öcalan’ın mesajında Nisan’da iyi şeyler değil, çok daha sert ve kapsamlı bir çatışma sürecinin yaşanacağı anlaşılıyor.
Bunun en somut verisi de, Öcalan’ın aldığı politik tutumdur. Öcalan kardeşiyle olan görüşmeye çıkmıyor. Kendi el yazısıyla bir-iki cümlelik bir not gönderiyor: ‘Burada durum çok hassas, görüşe çıkmamız uygun değildir.’ Öcalan isteseydi görüşe çıkar, belki çok daha geniş bir değerlendirme yapabilirdi. Bunu çok bilinçli olarak tercih etmediği anlaşılıyor. O zaman bu mesajı nasıl okumak gerekiyor.
Bunu herkes durduğu politik pozisyonda okuyor. En somut örneği de ‘Ahmet ALTAN’dır. Şöyle diyor: “Abdullah Öcalan, kendisini ziyarete gelen kardeşiyle görüşmeyi reddetti. Üstelik de kardeşini ‘buyurun gelin, ağabeyinizle görüşün’ diye hapishane yetkilileri davet etmişti…”
Sonrasında da meselenin esasına geliyor. Devletin temel argümanlarına uygun bir değerlendirme yapıyor:
“Onu konuşmaktan vazgeçmeye zorlayan neden belli ki devlet değil. Ne peki? Sanırım bunun iki nedeni bulunuyor.
“Birincisi, Silvan baskınından önce, ‘durun, büyük bir anlaşma yapmak üzereyiz’ demesine rağmen harekete geçen ve onun talimatını dinlemeyen PKK yönetiminin şimdi herhangi bir talimatını dinleyip dinlemeyeceğinden emin olmaması. Bir kere daha aynı duruma düşmek istememesi. Kendini, emirleri dinlenmeyen bir lider konumuna düşürmekten kaçınması.
“İkinci neden ise bizzat kendi örgütü tarafından bir çapraza sokulmak istenmesine karşı çıkması. PKK yönetimi, Silvan baskınından önce Apo’nun talimatını dinlemedi, anlaşılamaz bir nedenle savaşı hızlandırdı.”
Altan, Öcalan’ın görüşe çıkmamasını esasen PKK’ye karşı bir tutum olarak gösteriyor. Öcalan ile PKK’yi karşı karşıya getirmeye çalışıyor. Müzakere sürecini engelleyen ve durduran PKK olduğu mesajını veriyor. Böylelikle Öcalan’ın bizzat PKK tarafından boşa çıkartıldığını vurgulayarak karşılıklı güvensizlik yaymaya çalışıyor. Ayrıca, Öcalan’a liderliğinin tartışmalı olduğunu ima ediyor ve PKK’ye doğrudan müdahale etmesi için ‘ince’ mesajlar veriyor. Bununla da Öcalan’ı güçlendirmek için değil, PKK’yi zayıflamak, boğmak ve içe dönmesini sağlayarak, politik ve askeri olarak gücünü minimuma indirmesini hedefliyor. Biliyor ki zayıflamış bir PKK oluştuğu zaman Öcalan’ın etki ve pazarlık gücü zayıflayacak. Böylece Öcalan, devletle olan görüşmelerde her koşulda dezavantajlı bir durumda olacaktır.
Ahmet ALTAN, süreci çok iyi okuyan ve takip eden biri olarak, ne söylediğini, nasıl bir mesaj vermek istediğini de çok iyi biliyor. Sanki devletin bugün izlemiş olduğu tasfiye sürecin oluşmasının tek sorumlusunun PKK olduğunu belirterek devleti yeniden aklamanın yolunu seçiyor. Öcalan’ı da bu sürecin bir parçası haline getirmek istiyor.
Peki, Öcalan görüşmeye çıkmayarak göndermiş olduğu iki cümlelik yazı ile ne gibi bir mesaj vermek istedi:
Birincisi, devletin ‘Mehmet Öcalan’a çağrı yaparak ‘gel ağabeyinle görüş’ demesi, çok bilinçli bir tercihtir. Buradaki esas amaç, Öcalan’ın görüşmelerini politik bir pozisyondan çıkarıp, bireysel ve ailevi bir noktaya çekmek. Böylelilikle Öcalan’ın liderlik rolünü sıradanlaştırmayı amaçlıyor. Öcalan’ın 35 civarındaki avukatı tutuklandı, bugüne kadar kendi hukuklarını çiğneyerek avukatlarıyla yapılan görüşmeleri yasaklayan devlet, buna yeni bir kılıf oluşturmak için ‘Apo Yasası’nı çıkartıyor. Devletin vermek istediği mesaj şu: “Öcalan herhangi bir mahkûmdur, diğer mahkûmlar gibi ailesiyle görüşebilir. Ama başka bir statüyle kimseyle görüşemez.” Öcalan da, esas meselenin kendisinin politik rolünü hedeflendiğini çok net gördü ve doğal olarak kabul etmedi. Böylelikle meseleyi feodal aile ilişkileri içerisinde ele alınmayacağı mesajını vermiş oldu.
İkincisi, devlet müzakere sürecini durdurup, tasfiye sürecini çok kapsamlı bir şekilde sürdürürken, İmralı’yı bu sürecin dışında tutmamıştır. Belki de en kapsamlı saldırı İmralı’ya yapılıyor. Tecrit edilmiş bir şekilde, tek başına hücrede yaşayamaya zorlanan Öcalan’ın, Özel Kuvvetlerin denetiminde olan bir merkezde tutulduğunu herkes biliyor. Doğal olarak, çok yönlü tasfiye politikasının merkezinde İmralı bulunuyor.
Devletin Öcalan ile çözüm yönündeki görüşmeleri tamamen durmuştur ama tasfiye için her türlü baskı, şiddet ve işkence yöntemlerinin devam ettiğini herkesin bilmesi ve anlaması gerekir. Öcalan’ın ‘burada durum çok hassastır’ cümlesi tam da bu mesajı içeriyor. Yani İmralı’da ciddi baskı ve saldırı var. Daha öncede buna benzer örneklerin yaşandığı biliniyor. Öcalan’ın ‘beni kimse teslim alamaz ve gerekirse buradan büyük bir direniş gösteririm’ açıklamasını herkes hatırlasın.
Devlet, PKK’ye ve Kürtlere yönelik her türlü aracı kullanarak saldırıyor. Ancak kısa süreli elde ettiği psikolojik savaş inisiyatifi de boşa çıktı. Binlerce insan tutuklanmasına rağmen Kürtler, zorlu kış koşullarına rağmen sokaktalar. Devlet saldırının limitini en üst boyuta taşıdı. Ama sonuç olarak, Kürtlerin iradesini kıramadı. Bu başarısızlığı çok acilen kapatmak istiyor. Öcalan’ın PKK ve Kürtler üzerindeki etkisini biliyor. Bu kez İmralı’daki saldırıları yoğunlaştırıyor. Çünkü Öcalan’a açıklama yaptırarak, rahat bir nefes almak istiyor. Bunu fark eden Öcalan görüşe çıkmayarak tutumunu belirginleştirdi.
‘Burası çok hassastır’ cümlesinden çıkartmamız gereken bir başka önemli mesaj da Öcalan’ın fiziki tasfiyesi hala gündemdedir. Bu durum asla küçümsenmemelidir. Bütün bunlara rağmen, Öcalan, saldırılara karşı direndiğini ve direnmeye devam edeceğini belirtiyor.
Üçüncüsü, Öcalan, belirlenecek yeni stratejide, askeri ve politik yönelimlerde PKK’nin kendisinin doğrudan karar vermesi gerektiğini belirtiyor. Kendisinin mevcut koşullarının, süreci değerlendirmeye uygun olmadığını belirtmek istiyor. Çok daha önceleri, kendisinin konumunun ‘barış’ üzerinde şekillendiğini, bu konuda PKK ile devlet arasında rol alabileceğini sıkça belirtmişti. Müzakereler sürecinde bu çok net olarak görüldü. Ancak bugünkü politik ve askeri koşullar tersi bir durumu ifade ediyor. Devlet savaşın bütün kirli yöntemleri kullanmaya devam ediyor. Askeri, politik ve toplumsal alanda yürütülen savaşın sonuçları ortadadır.
Kürtlerin bütün güçlerinin etkisizle