Sendikal hak ihlallerinin artarak sürdüğü, işçi kıyımlarının sistemli bir şekilde devam ettiği, yüzde 10’luk işkolu barajı, işletme barajı, noter şartı, karmaşık ve engelleyici yetki prosedürünün ihlalleri, grev yasakları ve engelleri, sendikalı işçinin yüzde 40’ının grev hakkının olmaması, kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşmeli sendikal hak ve özgürlüklerinin kabul edilmemesi vb. bütün bu saldırılara karşı direnmenin en […]
Sendikal hak ihlallerinin artarak sürdüğü, işçi kıyımlarının sistemli bir şekilde devam ettiği, yüzde 10’luk işkolu barajı, işletme barajı, noter şartı, karmaşık ve engelleyici yetki prosedürünün ihlalleri, grev yasakları ve engelleri, sendikalı işçinin yüzde 40’ının grev hakkının olmaması, kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşmeli sendikal hak ve özgürlüklerinin kabul edilmemesi vb. bütün bu saldırılara karşı direnmenin en etkin silahlarından biri olan Genel Grev silahı bugün kullanılmayacaksa ne zaman kullanılacak…
Türk-İş’in 21. Genel Kurulu, 8-11 Aralık 2011 tarihleri arasında Ankara’da yapıldı. Seçimi eski yönetim, Mustafa Kumlu’nun başını çektiği liste kazandı. M. Kumlu 223 oy alırken, “suskun Türk-İş istemiyoruz” ilkesiyle yola çıkan Sendikal Güç Birliği Platformu (SGBP) adayı Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın ise 127’de kaldı.
Mustafa Kumlu’nun deyişiyle “Salondakilerin yüzde 95’i profesyonel yöneticilerden” şube başkanları ve genel merkez yöneticilerinden oluştuğu hesaplandığında bu tablonun normal olduğu ifade edilebilir.
Sendikacılığı bir meslek olarak benimseyen delegelerin ayrıcalıklı konumu nedeniyle işçilerin sorunlarına sınıf mücadelesi ekseninde bakması ve seçimlerde ona göre tutum alması zaten beklenemezdi.
21. Genel Kurul’un ayırt edici özelliği, sadece muhalif söylemlerin dile getirilmesi değildir. SGBP’nin yaklaşık 6 ay önce başlattığı toplantılarla özelinde Türk-İş genelinde ise işçi-emekçi kesimlerde ciddi bir rüzgâr estirmiş olmasıdır. Yapılan toplantılarda sokaklara inilmesinden, mücadelenin yükseltilmesinden ve işçilerin, emekçilerin örgütsel ve mücadele birliğinin sağlanması gerektiğinden söz etmesidir. Daha da önemlisi SGBP’nin genel kurul sonrası da devam edeceğinin ifade edilmesidir.
Değiştirmez ama baskı altına alır…
Şüphesiz ki SGBP’yi oluşturan 10 sendika bir bütün olarak değerlendirildiğinde bütün olumlu söylemlere rağmen Türk-İş’in diğer 25 sendikasından, onların işleyişlerinden ve sendikal bürokrasisinden azade olmadıkları da bir sır değildir…
Bu noktada önemli olan SGBP’nin örgütsel yapısından ziyade söylem ve davranışlarının geniş işçi emekçi kitleleri etkilediği gerçeğinden hareketle bu zemini değerlendirmektir.
Böylesi bir zemin Türk İş’in mevcut sendikal anlayışını değiştirmez ama bu anlayışı baskı altına alabilir. Böylesi bir baskı sınıf mücadelesi açısından küçümsenemez.
5’li çetenin en aktif unsuru
Türk-İş “partiler üstü sendikacılık” politikası adı altında, her zaman düzen partilerinin güvenilir arka bahçesi olmuştur. Ve politika yasağı sadece emekçiler ve onların partileri için uygulanmıştır… Şimdiye kadar bütün Türk-İş yöneticileri geleneksel devletçi anlayışla birlikte, siyasal iktidarlara da yakın davranmıştır. (28 Şubat sürecinde devletin istemi doğrultusunda hükümetin ortağı Refah Partisine çekilen balans ayarında büyük bir rol oynamıştır.)
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasa Tasarısı ile mevcut sağlık haklarını gasp eden, işçi ve emekçilere mezarda emekliliği öngören, neoliberal politikalar doğrultusunda bütçeyi dayatan, Kentsel Dönüşüm Projesi ile halkın gecekondusunu başına yıkan AKP hükümetine, sonucu değiştirecek bir tepki geliştirilemedi. Torba yasa konusunda sesiz kalındı.
Türk-İş hiçbir dönem resmi ideolojinin denetimi dışında davranmamıştır. 12 Eylül döneminde Genel Sekreterini Çalışma Bakanı yapmış, 28 Şubat sürecinde de geleneksel işlevini sürdürmüş, MGK politikası doğrultusunda işveren örgütleriyle birlikte oluşturulan ve ilerici kamuoyunda 5’li çete olarak bilinen, “Beşli Sivil İnisiyatif”in en aktif unsurlarından biri olmuştur.
Sarı sendika bile değil
Türk-İş sendikal mücadele zemininde, sarı sendikacılık nitelemesine bile hak kazanamamıştır: Çünkü işçi sınıfının yeni kazanımlar elde etmesi, örgütlendirilmesi bir yana, mevcut haklarının korunması temelinde bile varlık gösterememiştir. Hatta toplu iş sözleşmesi yapamadığı dönemler bile olmuştur. Sözgelimi 1997 yılında Eşel mobil sistemini kabul etmesiyle, açıkça dernek düzeyinde bir işleve bürünmüştür…
1999 yılında dayatılan düzenleme ile kadınlar için 58, erkekler için 60 olan emeklilik yaşı, SSGSS ile hem kadınlar, hem de erkekler için daha da artırılarak 65’e çıkarıldı… Yine emekliliğe hak kazanabilmek için 5 binden 7 bin güne çıkarılan prim ödeme zorunluluğu 9 bin gün prime yükseltildi.
Türk-İş 20. Genel Kurulu’nda işçilerin kıdem tazminatına dokunulması halinde Genel Grev yolunun açılacağını ifade etmişti. (Türk-İş 19. Genel Kurulu’nda da “Kıdem tazminatına dokunulması genel grev nedenidir” kararı almıştı.) Özellikle kıdem tazminatı ve zorunlu istihdamın daraltılmasına ilişkin düzenlemenin istihdam paketinde yer alması halinde, Genel Greve gidileceğini söylemişti. 21. Genel Kurul’da da aynı sözler söylenmiş, aynı kararlar alınmıştır.
“Gülüp geçin”
Kıdem Tazminatı hakkının gasp edilmesiyle ilgili açıklamalara “gülüp geçin” diyen bir sendikal yapılanmayı ciddiye almak mümkün mü? Geçmişte alınan kararların nasıl boşa çıkarıldığını bilen emekçiler, genel grev açıklamalarını da inandırıcı bulamazlar.
Sormak gerekiyor: Yaşanan bunca saldırı yetmiyor mu? SSGSS ile hak kayıpları yasalaşmadı mı?
Sadece Sağlık Bakanlığı’nı değil, bütün sağlık ortamını yeniden şekillendiren bütün sağlık çalışanlarını, işçileri emekçileri yakından ilgilendiren, Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) 2 Kasım 2011 gece yarısı Resmi Gazete’de yayımlanmadı mı?
Milyonlarca emekçi sefalet ücretine, asgari ücrete mahkûm değil mi? Esnek çalışma biçimleri, kiralık işçilik, bölgesel asgari ücret gibi, emeğin haklarına dönük saldırılar dayatılmıyor mu? Örgütlenme önündeki engeller sürmüyor mu? Giderek kıyıma dönüşen ve tüm işkollarını ahtapot gibi saran taşeronlaştırma uygulamaları emekçilerin yaşamını çekilmez hale getirmiyor mu?
Genel grev, bugün değilse ne zaman?
Özcesi işçilerin sendikal haklarının ihlalinin artarak sürdüğü; iş güvencesini sağlayan ILO’ nun 158 No’lu sözleşmesi TBMM’de onaylandığı halde işçi kıyımlarının sistemli bir şekilde devam ettiği, yüzde 10’luk işkolu barajı, işletme barajı, noter şartı, karmaşık ve engelleyici yetki prosedürünün ihlalleri, grev yasakları ve engelleri, sendikalı işçinin yüzde 40’ının grev hakkının olmaması, kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşmeli sendikal hak ve özgürlüklerinin kabul edilmemesi vb. bütün bu saldırılara karşı, vahşi kapitalist kuşatmaya direnmenin en etkin silahlarından biri olan Genel Grev silahı bugün kullanılmayacaksa ne zaman kullanılacak?
İşte sağlık iş kolunda 21 Aralıkta TTB ve SES greve gidiyor. Yine aynı gün diğer iş kollarında KESK de grevde… Grev sadece TTB ve KESK üyelerini ilgilendirmiyor. TTB ve KESK’in talepleri, örgütlü örgütsüz bütün işçileri emekçileri yakından ilgilendiriyor. 21 Aralık bu anlamda bir mücadele çağrısıdır. Başta DİSK, TMMOB ve SGBP olmak üzere bütün emek ve demokrasi güçlerinin bu çağrıya sessiz kalmaması ve yaşanan sürece yanıt olmaları oldukça önemlidir.
Sorunlar çözüm bekliyor… Çalışma hayatının yeniden dizayn edilmek istendiği ve sahte çözümlerin dayatıldığı bir süreçte çözümün yolu
bellidir. Çözüm, “Genel Grev ve Genel Direniş” nutuklarıyla olmuyor… Bu söylemin ciddiyetine uygun örgütlenme ve davranışın geliştirilmesiyle olur…