“Böyle bir gün gördük.” Hopa davası için Ankara buluşması, Halkevleri Ankara Film Atölyesi’nin hazırladığı ve 31 Mayıs Hopa olaylarını anlatan belgeseli hatırlatıyordu. Umut ve ilham veren bir devam filmi. Başrolde yine eşkıyalar… Mahkemeler büyüdükçe adaletin küçüldüğünü gözümüze sokan, sınıfsal manası adında gizli Adliye Sarayı’nın hem içi hem de dışı eşkıyalar sarmıştı. İçerideki “saçları kısa başları […]
“Böyle bir gün gördük.” Hopa davası için Ankara buluşması, Halkevleri Ankara Film Atölyesi’nin hazırladığı ve 31 Mayıs Hopa olaylarını anlatan belgeseli hatırlatıyordu. Umut ve ilham veren bir devam filmi. Başrolde yine eşkıyalar… Mahkemeler büyüdükçe adaletin küçüldüğünü gözümüze sokan, sınıfsal manası adında gizli Adliye Sarayı’nın hem içi hem de dışı eşkıyalar sarmıştı. İçerideki “saçları kısa başları dik” eşkıyalar, mahkeme salonunu tam da söz verdikleri gibi iktidarın adaletinin yargılandığı kürsülere dönüştürdüler. Dışarıda ise “arkadaşlarımızı almadan gitmeyeceğiz” diyen ve 13-14 saat boyunca horon teperek, halay çekerek, ateş yakarak, mahkemeden sesimizi duyulsun diye boğazını yırtarcasına bağırarak, zıplayarak ve zıplamayanı AKP’li ilan ederek Ankara’nın soğuk ayazını bile yoldaş sıcaklığıyla alt etmiş binlerce eşkıya…
Gri bir Ankara sabahı, yemyeşil Kurtuluş Parkı’nda renklenmeye başladı. Turuncu bayraklı Halkevciler, mor bayraklı kadınlar, mavi bayraklı öğrenciler, yeşil önlüklü Gerzeliler, solun ve hak mücadelelerinin farklı renklerden bayraklarının buluşacağı Adalet Sarayı’na yürümeye başladıklarında saat 9 idi. Çocukların davasını davaları bilen tutuklu aileleri ve davanın esasında ne davası olduğunu hatırlatan Derelerin Kardeşliği Platformu da kortejde yerini almıştı. Katıldığı yürüyüş boyunca geçilen güzergâhta alkışlı ve kornalı desteklerin eksik olmaması bu davanın toplumsallaşma düzeyinin düşünüldüğünden de yüksek olduğunu hissettirdi.
Adliye Sarayı önünde “özlenen tablo” vardı. “Ne güzel tüm solcular bir arada”yı aşan, bir sürecin ürünü olan bir birliktelikti. Herkes yılların mücadele tarihinde ne biriktirdiyse, eksiğiyle gediğiyle de olsa ortak bir dava etrafında seferber etmişti. Aylardır bu davayı bir şekilde gündemi yapan sol örgütler ve öğrenci örgütleri, Kürt hareketinden temsilciler, sendikacılar, işçiler, kamu emekçileri, sanatçılar, gazeteciler, milletvekilleri, ekolojistler, feministler, akademisyenler ve hatta uzun süredir ortalarda görülmeyen “eski tüfekler”, günlerdir sosyal medyada fırtınalar estiren insanlar oradaydı ve böyle bir gün gördü. Hemen herkes benzeri şeyleri farklı kavramlarla ifade etti. Özgürlük ve adalet istiyorduk, gelecek hapsedilemezdi ve haklar yargılanamazdı. Kimse Hopa tutsaklarının masumluğundan, suçsuzluğundan bahsetmedi. Kalkınma projesi, emeğin güvencesizleştirilmesi / değersizleştirilmesi, kentlerin talanı, doğanın yağmalanması üzerine kurulu bir iktidarın Adaleti de böyle olurdu zaten. Hemen herkes oraya AKP iktidarının yenilmezmiş gibi sunulan korku duvarlarını aşarak, “madem öyle biz de suçluyuz” demeye gelmişti. Kavgaysa kavga, örgütse örgüt, işte burada demeye… Metin Lokumcu’nun “Beni de alın, memleket kurtulsun” çıkışıyla başlayan davaya da bu yakışırdı. Şu ana kadar AKP’nin adaletine karşı en büyük adliye önü buluşması sadece AKP’nin korku imparatorluğunu teşhir edilmesi değil, belki de bunun ötesine geçerek AKP’nin korkaklığını göstermesi bakımından kıymetliydi.
Ayazı yenen yoldaşlık
Adliye önünde yapılan mitingin ardından, davanın başlamasıyla adliyenin arka tarafında geçildi ve şenlikli bekleyiş başladı. Hiç bitmeyen şenlikli halin bir sebebi bu buluşmanın coşkusu, bir sebebi de kuşkusuz Ankara’nın ayazıydı. Halaylar, horonlar, şarkılar, türküler, tiyatrolar, ne zamandır göremediğimiz dostlarımızla sohbetler, duruşma salonundan gelen gurur verici savunma haberleri içimizi ısıttı gün boyu.
Ayazdan en karlı çıkanlardan biri de puşi satan amcaydı. Önce son dönem davalarda puşinin delil sayılmasından haberdar olduğunu düşündü herkes ama yanlış! Amcaya “neden puşi” sorduğumuzda “Halkevleri’ni yakından takip ediyorum, onlar buraya gelecekmiş, biliyorum onların ne isteyeceğini” diye sezgilerinin kendisine yol gösterdiğini söyledi. Haksız da sayılmazdı. Zaten suç delilini gururla taşımak için Adliye sarayına puşili gelen yüzlerce insana yüzlercesi katıldı.
13 saatlik bekleyiş boyunca Adliye Sarayı’nın önünde 1000-2000 kişi hemen hemen hiç eksik olmazken gün boyu gelip gidenler de tükenmedi. Herkes bir şekilde bu güne dahil olmak istiyordu. Öğle arası tatilinde ve akşam iş çıkışı yeni gelenler oldu. Gün boyu adliye çevresinden ayrılmak istemeyenler zaruri ihtiyaçlarını çevredeki mekanlardan dönüşümlü olarak giderirken, “bir ıslık çalınca toplanacak binlerce insan” Sıhhiye çevresindeydi.
İçeride yargılanan Sendika.Org dışarıda pankartını açmış, mini bir stüdyo kurmuş gün boyu yayın yapmaktaydı. Adliye önünü basan eşkıyalar, medyalarını da beraberinde getirmişlerdi. Egemen medyaya güven olmayacağı, davayı gün boyu görmezden gelen yayınlardan anlaşılmış, on binlerce kişi davaya dair dakika dakika haberlerin geçildiği Sosyal Medyaya hücum etmiş ve bu yüklenme nedeniyle Sendika.Org gibi alternatif haber kanalları zaman zaman teknik zorluklar yaşamıştı.
Gece olduğunda gruplar haline ateş başlarında toplanıldı. Çevrede yakılacak ne varsa imece usulü toplandı ve ısınmak için saflar sıklaştırıldı. Safların sıklaştırılmasının bir nedeni de davada sona yaklaşılmasıydı. O ana kadar yaşanan günün kendisini, hem mahkemedeki hem de dışındaki duruş nedeniyle umut ve ilham verici olarak hissedenler, bundan sonra ne yapacaklarına dair tartışmalara başlamışlardı. Tahliye olmaması halinde o çocukları hapishaneye kuzu kuzu göndermeye niyeti olmayan bir ruh haliyle kah öfke bileniyor, kah tahliye sonrasına dair keyif verici planlar paylaşılıyordu. Her şey açıktı. Bu davadan tahliye çıkmalıydı ancak bu işler siyasiydi. Bu nedenle orada bulunanlar da teknik olarak yargıya değil daha geniş anlamda siyasete müdahale etmekteydi ve artık güncel siyasi talebini “hemen şimdi” ortaya koyuyordu: “Arkadaşlarımızı alacağız.” Mahkeme karar için son arayı verdiğinde ateş başlarındaki bekleyişler görece sessizleşti.
Hopa tamam, sıra diğer dostlarda
Ve gece saat 22.10’da beklenen haber bir uğultuyla alındı. İlk haberi alan bir gruptan yükselen sevinç gösterisi tüm ateş başlarını sardı bir anda. “Tahliye, hepsi tahliye” sesleri büyük bir uğultunun arasından sıyrılarak saniyeler içinde tüm topluluğu dolaştı. Herkes birbirine sarılıyordu. Yüzlerce, binlerce kucaklaşma… O soğukta saatlerdir bekleyen 60 yaşlarında bir kadının gözyaşları içinde sarılarak zaferi kutladığı 18-19 yaşlarındaki bir genci sonradan gördüğümde şunu söylüyordu: “Hayatım boyunca bu kadar insanla sarılmamışımdır, hem de tanımadığım insanlarla…” Böyle bir gün gördük…
Sonra zafer konuşması yapıldı. “AKP ile kavgamız bitmedi” dendi, “sıra hapishanelerdeki diğer dostlarda… Gördük, yapabiliriz ve yarından itibaren yapacağız… Ama bugün zaferin tadını çıkarma günü… Haydi, Sakarya Meydanı’na”…
Yol boyunca mahkemenin yasak saymaya çalıştığı ne kadar slogan varsa atıldı. Meydanda konuşan üç örgütün temsilcisinin vurguları benzerdi. “AKP’nin duvarında ilk gediği açtık ama bu daha başlangıç. Bu duvarı yıkıp atmak için gücümüzü, geleneğimizden bize miras olan ve bugün mahkeme salonunda ve dışarıda vücut bulan duruşumuzdan alıyoruz.”
Yargılamaya çalışırken sanık sandalyesine oturmak
Evet, gelenekten gelen bu duruş yenilsen bile daha güçlü bir ayağa kalkış için gereklidir, zaferin gerek şartıdır ancak yeter şartı değildir. “Bu davayı nasıl kazandık” diye sorduğumuzda tabii ki onurlu bir duruşun yanında, özellikle son haftalard
a ivmesi yükselen başarılı bir ön çalışmayı, medya ve hukuk alanındaki önemli deneyimleri, solun kendi tek tek toplamının üzerinde bir etki yaratan birlikteliğini konuşmalıyız ancak yine eksiktir bir şeyler.
Karşımızdaki duvar, her yerde eşit dirençli değil ve bu dava duvarın zayıf noktasını da görmemizi sağladı. AKP iktidarı yürüttüğü diğer savaşlarda hep hasmının belirli noktalarına “iyi” çalıştı. Kırılgan da olsa her dava için kendisini aşan bir cephe oluşturdu. Rejim içi düşmanlarını tasfiye ederken, onların kirli çarşaflarını ortaya serdi ve bunun kontrgerillanın yenilenmesi operasyonu olduğunu görmek istemeyen “yetmez ama”cılara kadar uzanan bir cepheyi operasyonel olarak kullandı. Diğer yandan Kürt halkına karşı açtığı savaşta Türk-İslam senteziyle harmanlanmış militarist söylemle kendi saflarını zinde ve geniş tutmayı başardı. Örneğin “en azılı AKP düşmanı” görünen “Türk Solu” isimli ırkçı bir yayın bile son sayısında Kürtlere karşı AKP’ye ve ‘İmamın Ordusuna destek’ çağrıları yaptı. AKP kendini rahatsız eden sosyalist sola, gazetecilere, akademisyenlere vs. karşı operasyonlarını Ergenekon ve Kürt hareketi üzerinden gerçekleştirerek kırılgan, çelişkili ama o an için kullanışlı saflaşmalar yarattı.
Konu “hak mücadelesi” olunca rejimin adaleti zayıf düştü. Son Hopa operasyonu, doğrudan halkın hakları mücadelelerini hedef alıp, üstelik bunu kökü 1950’lere kadar dayanan bayat bir “sol” düşmanı bir çizgiden ilerletmeye çalışınca “karşı cephe”yi, yani solu politik olarak güçlendirirken ve geniş bir adalet isteyenler cephesi yaratırken kendi saflarını zayıflattı. Ertuğrul Özkök, Hopa davasını eleştiren yazısında “yok mu 21. yüzyıl savcısı” derken belki de bu zafiyete dikkat çekip, kendi sınıfı adına iktidarı bir “tehlike”ye karşı uyarmaktaydı. Sen insanları parasız ulaşım, parasız eğitim, sermayeye kurban edilmemiş bir çevre, barınma hakkı istediler diye suçlayıp, üstelik “tüm mücadeleler bunların başından çıkıyor zira onlar sosyalist” dersen sadece sosyalizme prestij kazandırır, kapitalizmin halklara verecek bir şeyi kalmadığını ilan edersin! Sen solu yargılamaya çalışırken, sol seni sanık sandalyesine böyle oturtuverir!
Evet, mücadele sürüyor… Her nasıl ki sol bu kazanımdan dersler çıkaracak ve duvardaki çatlağı genişletmenin yollarını arayacaksa, iktidar da dersler çıkaracak ve halkın hak mücadeleleri karşısında yeni saldırı taktikleri geliştirmeye çalışacak. Ancak daha nice böyle günler görmek için moral üstünlüğü şu anda bizde. Öyleyse “yola devam”.