Kimi aydınlar, solun gerçekte bir tehdit oluşturmadığını ancak mevcut sistemin kurbana ihtiyaç duyduğu için mantık aramaksızın solcuları hedef aldığını öne sürüyor. Üstelik sola yönelik bu küçümseme ve körleşme yalnızca aydınlara değil solun kendi içine de sirayet etmiş durumda. Oysa ne iktidarın sola dönük tehdit algısı yersiz ne de sola yönelik operasyonlarda devrimci köklerin unutulmadığına ilişkin […]
Kimi aydınlar, solun gerçekte bir tehdit oluşturmadığını ancak mevcut sistemin kurbana ihtiyaç duyduğu için mantık aramaksızın solcuları hedef aldığını öne sürüyor. Üstelik sola yönelik bu küçümseme ve körleşme yalnızca aydınlara değil solun kendi içine de sirayet etmiş durumda. Oysa ne iktidarın sola dönük tehdit algısı yersiz ne de sola yönelik operasyonlarda devrimci köklerin unutulmadığına ilişkin bulguların ciddiye alınması
AKP iktidarının muhaliflere karşı yürüttüğü genel baskı siyaseti içinde Hopa davasını özgün kılan iki şeyden söz edilebilir. Birincisi, solun, toplumsal muhalefet üzerine bir karabasan gibi çöken baskı politikalarına karşı kendi davasını bütün toplumsal muhalefetin davasına dönüştürebilmiş olmasıdır. Bu durum adliye önündeki buluşmaya da yansımış ve tahliye kararının alınmasında önemli bir etkide bulunmuştur. Hopa davasının diğer özgünlüğü ise, AKP iktidarın sola dönük “şaşırtıcı” tehdit algısının bu ölçüde öne çıkmasıdır. Nedense 40 yıl öncesinin devrimci örgütleri ile ilgili anmalar, posterler, kitaplar vs temel suç unsuru olarak gösterilmekte ve bu yöntem giderek genelleşmektedir.
Hopa davası sürecini, bu iki özgünlüğe odaklanarak çözümlemek, gerek karşı karşıya olduğumuz çatışmanın özünü gerek solun bu çatışma içinde ne tür avantajlara sahip olduğunu anlamak açısından önemlidir.
Sol neyi, nasıl başardı?
Hopa davası, AKP’nin anti-demokratik uygulamalarına karşı toplumun farklı kesimlerinde gelişen direnme eğilimlerini seferber edebilmiştir. Her birinin benzer davalardan mahpuslukları bulunan sosyalistler, sosyal demokratlar, Kürt hareketi, gazeteciler, aydınlar, hak mücadelesi örgütleri ilk kez bir davaya bu ölçüde geniş bir bileşenle sahip çıkmıştır.
Adliye önündeki buluşmanın kitleselliğinde ve tahliye sonucunda elbette ki AKP’nin muhalefete tahammülsüzlüğünün ifrata varması ve iktidar blokunda yargı süreçleri ekseninde iç gerilimlerin belirmesi de etkili olmuştur. Ancak muhalefeti seferber eden de iktidara geri adım attıran da onca şey içinde özel olarak Hopa davasıdır.
Bunu sağlayan, yargılananların masumiyeti* değil meşruiyeti ve militanlığıdır. Yani onlar suçsuz olmaktan çok haklıdır ve inkâr değil sahiplenme üzerine kurulu siyasi bir savunma yapmışlar, başı dik tutumlarıyla takdir toplamışlardır. Bu meşruiyet, söz konusu AKP karşıtlığının halkın hakları mücadelesi ekseninde gelişmesine dayanmaktadır. Hopa’da somut eylem HES’lere, Çay-Kur özelleştirmesine karşı tepkiyle başlayıp iddianamede ulaşım hakkı eylemleriyle vs. ilişkilendirilmiştir. Uzlaşmaz çıkarlara değen ve siyasi iktidarı da hedefine koyan bu hak mücadelesinin kaçınılmaz olarak iktidarın şiddeti ile karşılaşması ve kendini savunması onun politik potansiyelini görünür kılmıştır, o kadar. Ancak fark, demokratik hak ve özgürlüklerin alenen çiğnendiği bu siyasi davada yargılananların, Ergenekon davasındakiler gibi çıkarları halkın çıkarlarından ayrışmış bir egemen kesimine ya da KCK davasındakiler gibi halkın yalnızca bir bölümüne ya da OdaTv davasındakiler gibi bir aydın grubuna değil halkın insanca yaşam kavgasına dayanmasıdır.
Bu nedenle de bu dava, sosyalistlerden Kürt hareketine, yerel hak mücadelesi örgütlerinden sosyal demokratlara ve aydınlara, ilerici toplumsal muhalefetin farklı kesimlerini yan yana getirmiş ancak adliye önüne gelenlerin tek tek toplamından fazlasını açığa çıkarmıştır. Davaya bakan hâkimin sözlerine atıfla kimi gazete manşetlerine taşınan “Hopa solu buluşturdu” iddiası da bu nedenle eksiktir. Çünkü, herkesin dâhil olduğunda kendini aşan başka bir anlam kazandığı ve bir dar gruba ya da gruplar ittifakına mal edilemeyecek bir bileşke açığa çıkmıştır. Halkın ekmek ve insanca yaşam mücadelesinin bir demokrasi mücadelesi olduğunu bilenlerin, bu bileşke karşısında kendi dar grubunu ya da gruplar ittifakını değil de bu bileşkenin kendisini hedef alan bir dil kurması, 9 Aralık buluşmasının hoş bir anı olarak kalmayıp iddia edildiği gibi “umut” olmasının ön koşuludur.
Sol gerçekten iktidara tehdit mi?
Ankara’daki Hopa davasında en çok tartışılan konulardan biri de, yargılananları suçlulaştırmak için THKP-C ve Devrimci Yol örgütleriyle ilişkilendirme yolunun tercih edilmesi, devrimcilerin posterleri ve Marksist klasiklerin suç delili sayılması idi. Bu durum Hopa davası ile sınırlı değil. Anmalar, cenaze törenleri, kitaplar, posterler, özetle sol simgeler delil gösterilerek 40 yıl önce varlığı son bulmuş örgütlere üyelik suçlamasıyla yapılan tutuklamalar sola yönelik operasyonların genel karakteri haline geldi. Üstelik irili ufaklı sol örgütlere dönük operasyonlar, iktidarın solun cüssesi ile orantısız bir tehdit algısı ile hareket ettiğini ortaya koyuyor. Klişe benzetmeyle “bir heyula dolaşıyor…”
Kimi aydınlar bu durum karşısında, solun gerçekte bir tehdit oluşturmadığını ancak mevcut sistemin kurbana ihtiyaç duyduğu için mantık aramaksızın solcuları hedef aldığını öne sürüyor. Üstelik sola yönelik bu küçümseme ve körleşme yalnızca aydınlara değil solun kendi içine de sirayet etmiş durumda. Oysa ne iktidarın sola dönük tehdit algısı yersiz ne de sola yönelik operasyonlarda devrimci köklerin unutulmadığına ilişkin bulguların ciddiye alınması.
Bu cüsse kimin?
Türkiye solu, tek tek örgütler bazında düşünüldüğünde pek umut verici bir manzara açığa çıkmayabilir. Ama bazen bir araya geldiğinde aritmetik toplamından daha fazlasını açığa çıkarabilmekte, tabiri caizse voltranı oluşturmaktadır. 9 Aralık bunun son ve mütevazı bir örneği. ABD’nin Irak işgaline katılım tezkeresinin oylandığı 1 Mart 2003’te Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu tarafından düzenlenen 100 bin kişilik miting, ABD’nin ve AKP’nin unutamadığı solun da akıldan çıkarmaması gereken bir örnek. Orada da egemenler arası bir çatlak söz konusuydu ancak AKP’nin “çıraklık döneminde” tezkerenin kıl payı farkla reddedilmesi, tartışmasız biçimde solun öncülük ettiği sokak muhalefetinin başarısı AKP yönetiminin ise başarısızlığıydı.
Bir başka örnek Tekel direnişidir. İşçilerin güvencesizleştirmeye karşı tepkileri ile sosyalistlerin dayanışması buluştuğunda başkentin göbeğine binlerce kişinin çadır kurarak 2-3 ay boyunca direndiği ve iktidarın başını fazlasıyla ağrıttığı kitlesel bir direniş açığa çıkmıştır. Bir başkası, 1 Mayıs Taksim eylemleridir. AKP’nin bütün polis gücünü seferber edip İstanbul’u felç etme pahasına engellemeye çalıştığı Taksim 1 Mayıs’ı yıllar süren militan mücadelenin sonucunda kazanılmıştır. 2010-2011 yıllarında Küba’yı bir kenara bırakırsak dünyanın en kitlesel 1 Mayıs’ları Türkiye’nin kalbinde, Taksim Meydanı’nda gerçekleşmiştir.
Gerek Tekel direnişinde gerek 1 Mayıs’larda dikkat çeken nokta, bu şaşırtıcı cüssenin sosyalistlerin emekçi halk kesimlerinin mücadele eğilimleriyle buluştuğu anlarda açığa çıkıyor olmasıdır. Sosyalistler emekçi halk kesimleriyle buluşma yeteneğine sahiptir, sadece bu buluşmayı süreklileştirecek biçimde kavrayan örgütsel-politik araçlardan yoksundur. Ancak emeğin güvencesizleştirilmesi, doğanın yağmalanması ve temel hakların piyasalaştırılması nedeniyle emekçi kesimler içinde giderek tırmanan direnme eğilimleri bu örgütsel-politik araçların gelişmesine müsait bir zemin de sunmaktadır. Türkiye’nin dört yanında pıtrak gibi çoğalan irili ufaklı çevre mücadeleleri, kent hakkı mücadeleleri, işçi mücadeleleri gelenek
sel olarak sol siyasete mesafeli kesimleri de içeren halk kitlelerinin sosyalistlerle doğrudan ya da dolaylı temasları sonucunda gelişmektedir. Bu da, ekonomik krizin nefesini sürekli ensesinde hissederken bir yanda da toplumsal yıkımı derinleştirecek projelere hazırlanan iktidarın malumudur.
İçerden pek fark edilmese ve kıymeti anlaşılmasa da Türkiye solu bu zemini sistem açısından tehdit olacak şekilde değerlendirebilecek niteliklere sahiptir.
Sistem bu solla uzlaşamaz
CIA Türkiye Masası eski Şefi Graham E. Fuller, 2008’de çıkan “Yükselen Bölgesel Aktör / Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitabında Türkiye’deki politik güçleri sıralarken, “ılımlı-İslamcılar”, “ulusalcılar” ve “Kürtler”den sonra “sosyalistler” diye bir başlık açıyor. Fuller, sosyalistler için şöyle yazıyor: “Türkiye’deki sosyalist sol uzun zaman Amerika Birleşik Devletleri’ne düşmanca yaklaşmış, ABD’yi kendi küreselleşme projesi ve çıkarları için Türkiye’nin kaynaklarını sömürmüş emperyalist bir güç olarak görmüştür. SSCB’nin çökmesinden sonra bile Türk solu hâlâ varlığını sürdürmektedir ve Ankara için çok popüler olmasa da, sesi epeyce yüksek çıkmaktadır.”
SSCB’nin çöküşünü izleyen dönemde sosyalistler dünya çapında yaygın biçimde yeni sistemle bütünleşmeye yönelirken, Türkiye’de 1980 darbesine ve SSCB’nin çöküşünü izleyen gerici dalgaya rağmen kendini sistem karşıtı bir güç olarak koruyan sosyalistlerin sırrını, bugün savcılık iddianamelerinde “saçma” deliller olarak geçen köklerinde aramak yanlış olmaz. Bugün kimi yerde “olmayan örgüt”, “masum gençlik hareketleri” vs gibi tanımlamalarla anılan o kökler, yani 70’lerin devrimciliği, Türkiye sosyalist hareketinin sistemden kopuşunun, iktidar mücadelesine yönelişinin, halkla buluşmasının; “anti-emperyalizm”, “anti-faşizm”, “anti-kapitalizm” gibi ezberlerinin de kaynağıdır. Bu da buralardan gıpta ile bakılan dış dünyadaki pek çok harekette bulunmayan ve solu sistemin uzlaşamayacağı bir güç yapan özellikleridir.
Halk kesimlerinin mücadele eğilimlerini körükleyecek kriz dinamiklerinin giderek tırmandığı bir ortamda, hak mücadeleleri ekseninde gelişen böylesi bir solun varlığı cüssesine bakılmaksızın elbette ciddiye alınacaktır. İktidar işin ciddiyetinin farkındadır ki solu bu şekilde hedef almaktadır. Solun kendisini ciddiye almasının sonucu da Ankara Adliyesi’nin önünde görülmüştür.
Dipnot:
* Mesele masumiyet olsaydı, puşi taktığı için “terör örgütü” üyesi olduğu iddia edilen Cihan Kırmızıgül’ün davasında da, saç kestirdiği için “terör örgütü” üyesi olarak yargılananların davasındakine benzer bir sonucun açığa çıkması gerekmez miydi?