Solun dilinde pelesenktir; meşruluk, militanlık ve kitlesellik. Bunlara ulaşmaktan, bunları yapmaktan söz edilir hep. Ancak bilinir ki sadece söyleyince olmaz, hedef gösterince gerçekleşmez. Halkın gerçek sorunlarını politik bir program çerçevesine yerleştirmek, doğruluğunu günlük siyasal mücadelenin içinde sürekli yenilemek ve test etmek gerekir. İnatçı ve istikrarlı bir örgütlü mücadeleyi sürdürecek uzun yola dayanıklı yol arkadaşları gerekir. […]
Solun dilinde pelesenktir; meşruluk, militanlık ve kitlesellik. Bunlara ulaşmaktan, bunları yapmaktan söz edilir hep. Ancak bilinir ki sadece söyleyince olmaz, hedef gösterince gerçekleşmez. Halkın gerçek sorunlarını politik bir program çerçevesine yerleştirmek, doğruluğunu günlük siyasal mücadelenin içinde sürekli yenilemek ve test etmek gerekir. İnatçı ve istikrarlı bir örgütlü mücadeleyi sürdürecek uzun yola dayanıklı yol arkadaşları gerekir. Kendi hedefinde başkalarının da rahatlıkla özne olabilmesini sağlayan bir çalışma tarzı ve eriyik olabilme erdemi gerekir
Bunu hesap etmemişti, bu kadarını hiç hesap etmemişti.
“Tayyip Erdoğan’ın Bakanı” Hayati Yazıcı, o ilçeye sokulmadığında çok bozulmuştu. Yapılır mıydı bu, Kasımpaşalı Tayyip’in (hem de Karadenizli) adamlarına. Zaten sevmezdi onları, oraları. Ne kadar değerli bir insan olduğunu hiç anlamamışlardı. Onların “iyiliği” için bolca HES yaptırıyor, yine onların “iyiliği” için çay fiyatlarını düşük tutuyordu. Ama onlar kendisine oy vermezdi. CHP’yi günahı kadar sevmezdi, ama onlar CHP’ye bile oy vermezdi (Bir insanın günahından daha çok sevmediği ne olabilir ki). Hesabını sormalı, hesap almaya gitmeliydi. Bütün maiyetiyle beraber direksiyonu Hopa’ya kırdı.
AKP, 2011 Genel Seçimleri için Tayyip Erdoğan’ın miting yapacağı il sayısını 64 olarak açıklamıştı. Geriye kalan 17 ile ise Tayyip gitmeyecek, bakanlarını gönderecekti. Tayyip’in programında ilçelerde miting yapmak yoktu, sadece gezecek, geçecekti. Ama ne oldu bilinmez (!) 31 Mayıs günü, Artvin il merkezine bile gitmeden Hopa ilçesinde miting yapası tuttu. Türkiye’deki 957 ilçeden sadece Hopa’yı seçmişti. Elbette bu miting ile CHP’ye bile güvenmeyen Hopalıları AKP saflarına katılmaya ikna edeceğine Tayyip’in bile inanması mümkün değildi. Amaç güç göstermek, kabadayılık yapmaktı. Hopa’yı, HES muhalefetini, solu aklınca ezecekti. Amaç buydu da sonuç bu olmadı. Hortlak görmüş gibi kaçtı Hopa’dan.
Tayyip Erdoğan, “ustalık dönemi”nin ilk darbesini burada, 31 Mayıs’ta aldı. Bir diğerini ise 9 Aralık’ta Ankara’da alacağını, o zaman bilmiyordu.
AKP’nin 3. iktidar dönemi, daha çok, KHK, polis ve yargıya dayanarak, ülkeyi yönetmesi; kendi kontrgerillasının temellerini yaratması; Kürt sorununu savaş yöntemlerine, asker ve polise havale etmesi; rakiplerini ve muhalefeti polis-yargı operasyonlarıyla ve kirli itibarsızlaştırma hamleleriyle bertaraf etmesi; dış politikada kedisine verilen taşeron rolün fütursuzca uygulanması; medyanın tamamen denetim altına alınması; yaklaşan kriz paniği ve toplumsal hoşnutsuzluklarda artış beklentisiyle ilk ikisinden ayrılıyor.
AKP’nin “ustalık dönemi” diye adlandırdığı üçüncü döneminin belki de en göze batan özelliği, yargıyı kullanma biçimi. Kendilerinin bu yargıdan çok çektiklerini düşündüklerinden ve yargının kendilerinin gelişimini ne ölçüde engellediğini bildiklerinden, şimdi aynı “silahı” karşıtlarına kullanıyorlar. Aynı etkiyi yapacağını varsayarak… Bu konuda iki kritik aşama geçirdiler: İlk olarak, referandumla sağladıkları anayasal değişikliklerle dönüşüm için yasal kılıf oluşturdular. İkinci olarak ise yıllardır bir ölçüde biriktirdikleri kadroları en işlevsel pozisyonlara yerleştirdiler. İçişleri Bakanlığı ve polis içindeki kadro değişimi süreci zaten büyük ölçüde ilk iki dönem içinde sağlanmıştı.
Devlet içindeki iktidarlarını paylaşmak istemedikleri “Ergenekoncular”, zaten uzunca bir zamandır Özel Yetkili Savcıların “genç ve temiz ellerinin” insafına bırakılmış, oturdukları koltuklardan kaldırılmışlardı. (Böylece “yeni Ergenekonculara” da yer açılmıştı.) İpliği pazara çıkmış, işkenceci, darbeci oldukları bilinen bu tiplere karşı uygulanacak hukuk kuralları için hiçbir meşruiyet aramaya gerek yoktu. Son değişikliklerle beraber AKP için çok daha “kolay lokma” haline gelmişlerdi.
Kürt hareketi karşısında yargının bir silah olarak kullanılması zaten alışılageldik bir tutumdu. Onlara karşı kullanılacak saldırının”meşruluk gerekçesi” ise elbette terör yakıştırması olacaktı. AKP’nin ustalık döneminde Kürtlerin payına, neredeyse her hafta yaşanan “KCK operasyonu” adı verilen kitlesel tutuklamalar düştü.
Ancak AKP’yi rahatsız eden sadece bu sorunlar değildi. Solun, hala varlığını devam ettirmesi yetmiyormuş gibi, bir de sokak demesi, hak mücadelesi vermesi, AKP’yi hedef göstermesi Tayyip Erdoğan’ın üzerindeki baskıyı artırmaya başladı.
Aslında Hopa’da olanları Tayyip Erdoğan klasik yöntemleriyle halledebileceğini düşünmüştü. Gayri meşru hale getirmek için bir yafta bul; terörist, darbeci, bölücü gibi. Bunun Hopa’daki karşılığı “eşkıya” oldu. Yetmez bolca gaz bombası, göz yaşartıcı ve cop kullan. Bir de toplumdan, mücadeleden, yaşamdan yalıtmak için 3 kişilik hücrelere tık. Solu gayrımeşru zemine ittirebilmek için “terör örgütü” propagandası eşliğinde operasyonlar yürüt. Son dönemde İzmit’te Halkevleri, Kolektif, SDP, Partizan, EMEP’e yapılan operasyonlar bu çerçevede değerlendirilmeli. Yine Adana’da Mustafa Özenç anması nedeniyle ÖDP’lilere açılan dava (Sola karşı bütün iddianamelerde Mahir, Deniz, İbrahim anmaları yer alıyor) ve son olarak, yine, her daim polisin elinde hazır bekletilen “Devrimci Karargah operasyonu” ve tutuklamalar bunun örneklerinden. AKP’nin Suriye üzerinden geliştirdiği riskli dış politika hamleleri ve her an kapıda bekleyen kriz tehlikesinde, sol, iktidar için bir tehdit kaynağı olarak görülüyor.
Ama bu sefer olmadı. Meşru, militan ve kitlesel bir demokratik mücadele karşısında her türlü yasa maddesi, en kemik AKP’li savcı bile işlevsiz, edilgen kaldı.
Solun dilinde pelesenktir; meşruluk, militanlık ve kitlesellik. Bunlara ulaşmaktan, bunları yapmaktan söz edilir hep. Ancak bilinir ki sadece söyleyince olmaz, hedef gösterince gerçekleşmez. Halkın gerçek sorunlarını politik bir program çerçevesine yerleştirmek, doğruluğunu günlük siyasal mücadelenin içinde sürekli yenilemek ve test etmek gerekir. İnatçı ve istikrarlı bir örgütlü mücadeleyi sürdürecek uzun yola dayanıklı yol arkadaşları gerekir. Kendi hedefinde başkalarının da rahatlıkla özne olabilmesini sağlayan bir çalışma tarzı ve eriyik olabilme erdemi gerekir.
9 Aralık’ta Ankara’da kazanılan başarının arkasında aslında bunlar yatıyor. Ne savcının saçmalıkları, ne milletvekillerinin duyarlılıkları, ne de basının gündem yapması bu sonucu açıklamaya yetmez.
Tıpkı Karadeniz’de HES karşıtı mücadelelerde yaşanan gibi… Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun (EPDK) kayıtlarına göre 2003’ten beri 812 HES lisansı verilmiş. 2011 yılında verilen toplam HES lisansı ise 150’yi geçecek. Hepsi AKP döneminde, inşa edilmekte olan HES’lerin yüzde 40’tan fazlası Karadeniz’de bulunuyor. Bu bölgede, şimdilik, toplam 250 HES yapıldı. Tasarlananlarla birlikte ülkede toplam HES sayısı 2 bin 300’ü bulacakmış. Ama bu 2300’den bir tanesi yapılamayacak: Hopa’daki Güneşli HES projesi. Güneşli’de HES yapmak üzere lisans alan Nett Enerji 28 Haziran’da bir basın açıklaması yayımlayarak projeden vazgeçtiğini duyurdu. Neden mi? HES’çi şirket açıklıyor: “…Yaklaşık 5 yıldır üzerinde çalışarak tüm hazırlık çalışmalarını tamamlamış olmamıza rağmen Hopa’da hayata geçirmeyi planladığımız Güneşli HES Projesi’nden, sorumlu bir davranış sergileyerek toplumsal bir olaya bahane edilmemesi amacıyla vazgeçtiğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.” Bu durumu tek amacı para kazanmak alan şirketin iyi niyetiyle mi a