BDP’li arkadaşlar Ankara Adliyesi önündeki buluşma sırasında “KCK davasında da aynı tabloyu yaratabilseydik çok şey değişirdi, ama bunu yapamıyoruz” diyorlardı. Ersanlı ve Zarakolu’nun veya Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasının benzer bir anonim harekete yol açmamasının nedenleri üzerinde düşünmemiz gerekiyor Hopa Davası, solun güzel bir buluşmasına vesile oldu. Davaya karşı yürütülen kampanya, BDP’li milletvekilleri ile […]
BDP’li arkadaşlar Ankara Adliyesi önündeki buluşma sırasında “KCK davasında da aynı tabloyu yaratabilseydik çok şey değişirdi, ama bunu yapamıyoruz” diyorlardı. Ersanlı ve Zarakolu’nun veya Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasının benzer bir anonim harekete yol açmamasının nedenleri üzerinde düşünmemiz gerekiyor
Hopa Davası, solun güzel bir buluşmasına vesile oldu. Davaya karşı yürütülen kampanya, BDP’li milletvekilleri ile CHP’li milletvekillerini aynı otobüsün üzerinde buluşturan bir geniş güçbirliği atmosferinin yaratılmasını sağladı.
Ankara Adliyesi önünde kürsü olarak kullanılan ses aracı üzerindeki bu buluşma aynı zamanda kampanyanın başarısının da sırrıydı.
Başarı, Hopa Davasının, sözcüğün geniş anlamıyla “solun” ortak davası haline getirilebilmesiyle elde edildi. “Hopa otobüsü”nün anonim solun kürsüsü haline geldiğinin işareti ise BDP’li ve CHP’li milletvekillerinin aynı kürsü üzerinde, yan yana durmaları oldu.
Bu birlikteliğin üretilmesinde elbette AKP hükümetinin her geçen gün şiddetlenen muhalefeti bastırma politikasının artık AKP’li olmayan herkese uzanmasının bir rolü var. Ama bu anonimliği yalnızca AKP saldırganlığına bağlamak da doğru değil. Çünkü aynı saldırganlığın başka kurbanlarına ilişkin davalarda aynı anonim karşı çıkışın üretilemeyeceğini hepimiz biliyoruz.
BDP’li arkadaşlar Ankara Adliyesi önündeki buluşma sırasında “KCK davasında da aynı tabloyu yaratabilseydik çok şey değişirdi, ama bunu yapamıyoruz” diyorlardı.
Gerçekten de Prof. Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nun veya Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasının benzer bir anonim harekete yol açmamasının nedenleri üzerinde düşünmemiz gerekiyor.
Hopa davası etrafında gelişen bu “anonim karşı çıkış”ın temelinde davanın “sterilliği”nin, yani tartışmasız ortak değerlere dayanmasının bir rolü olduğu söylenebilir.
Öyle ya davada ne PKK var, ne Ergenekon. “Hopa örgütü”nün ilişkilendirildiği “terör örgütü”, artık Türkiye solunun tamamının ortak değeri haline gelen THKP-C.
Davanın sanıklarının militanı olduğu hareketler de “darbecilik”, “bölücülük”le değil, ancak yine Türkiye solunun tamamı için onur verici bir suçlama olan “komünistlikle” ilişkilendirilebiliyor.
CHP’li ve BDP’li milletvekillerini “Hopa Otobüsü”nün üzerinde bir araya getiren şeylerin içinde, Türkiye solunun bu “temiz, ortak değerleri” ile kurdukları ilişkinin de bir yeri olmalı.
Ama bu noktada hepimizin bilince çıkarmamız gereken bir şey var: Hopa otobüsünün üzerindekilerin hiçbiri bir diğeri için “bunların burada ne işi var” demedi. Demek ki, BDP’liler de CHP’liler de, Sosyalistler de birbirlerini halen bu ortak değerlerin ortağı olarak görüyorlar.
KCK davasında aynı tablonun yaratılamamasında, davanın PKK ile ilişkilendirilmiş olmasının rolü olduğu elbette bir gerçek. AKP muhaliflerini bastırmak için açılan bir davanın PKK veya Ergenekon’la ilişkilendirilmiş olması, bu “bastırma hareketi”ne karşı ortak direniş temelini önemli ölçüde zayıflatıyor. (Aynı şey Ergenekon’la ilişkilendirilen Şık-Şener, hem PKK hem Ergenekon’la ilişkilendirilen Devrimci Karargah davaları için de geçerli.)
Ama, KCK davasına hedef olan açık-kitlesel Kürt Özgürlük Hareketinin “toplumsal eşitlik” talebi biraz daha ön planda olsaydı… KCK davasından yargılanan “Kürt siyasetçileri” Kürt halkının neoliberal yıkım politikalarına karşı tepkilerinin de örgütleyicileri, sözcüleri olsalardı bu “yalnızlık” yine de yaşanır mıydı? KCK davasının PKK ile ilişkilendirilmiş olması, davanın anti-demokratik içeriğini şimdiki kadar gizleyebilir miydi?
Dinamizminin önemli bir kaynağını neo-liberal yıkım politikalarından alan “son Kürt İsyanı”nın, bu politikaları uygulayarak Kürt halkını ağır bir yıkıma sürükleyen “Türk devleti”ni hedef aldığı kadar, neo-liberal yıkım politikalarının kendisini yeterince hedef almamasının bir “maliyeti” de var mı bu “yalnızlık” durumunun yaratılabilmesinde?
Hopa davasından birkaç gün önce Diyarbakır Adliyesinin önünde hissedilen “yalnızlık” duygusunun bana sordurduğu soru bu.