Eric Hobsbawm, içinde bulunduğumuz çağda, artık devletlerin değil halkların tarihinin yazılması gerektiğini söyler. Ne yazık ki bizdeki tarih yaklaşımı bu anlayıştan fersah fersah uzakta. Armağan’ın Dersim Katliamı’nı anlatırken olguyu Menemen Olayları’yla ilişkilendirip Osmanlı dönemindeki Alevi Katliamları’nı görmezden gelen tavrı bu duruma belirgin bir örnek CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’ün verdiği röportajla yeniden alevlenen “Dersim” tartışması, […]
Eric Hobsbawm, içinde bulunduğumuz çağda, artık devletlerin değil halkların tarihinin yazılması gerektiğini söyler. Ne yazık ki bizdeki tarih yaklaşımı bu anlayıştan fersah fersah uzakta. Armağan’ın Dersim Katliamı’nı anlatırken olguyu Menemen Olayları’yla ilişkilendirip Osmanlı dönemindeki Alevi Katliamları’nı görmezden gelen tavrı bu duruma belirgin bir örnek
CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’ün verdiği röportajla yeniden alevlenen “Dersim” tartışması, daha önce Onur Öymen’in ifadeleriyle tartışılmaya başlanmıştı. Medyada geniş yer alanı kaplayan Dersim Katliamı, bu dönemde ilk defa bu denli açık bir tartışma platformuna kavuştu.
Eskiden Dersim coğrafyasında yaşanan vahşet, sadece kulaktan kulağa anlatılırdı. Yaşanan sürgünler, aile dramları, Seyit Rıza’nın idam edilirken söyledikleri, saatini kendisi gibi idam edileceğini bilmediği oğluna bırakması gibi duygusal ayrıntılar özellikle Alevi çevrelerinde, biraz da kısık sesle, konuşulurdu. Bu katliamın yüksek sesle tartışılır hale gelmesi, demokratikleşmemiz adına oldukça olumlu bir gelişme. Buna karşılık özellikle muhafazakâr zihinlerin bu konuyu tartışırken suçlu olarak sadece ‘Kemalist elitler’den bahsetmeleri konunun tarihsel arka planını görmek istememelerini gösteriyor.
Yaşayan en önemli tarihçilerden Eric Hobsbawm, içinde bulunduğumuz çağda, artık devletlerin değil halkların tarihinin yazılması gerektiğini söyler. Ne yazık ki bizdeki tarih yaklaşımı bu anlayıştan fersah fersah uzakta. Söz gelimi tarihçi Mustafa Armağan’ın Dersim Katliamı’nı anlatırken olguyu Menemen Olayları’yla ilişkilendirip Osmanlı dönemindeki Alevi Katliamları’nı görmezden gelen tavrı bu duruma belirgin bir örnek. Oysa tarihe Alevi Katliamı olarak geçen Dersim Katliamı’na karar verenlerin zihniyetlerini oluşturan, Osmanlı Dönemi’nde Alevilere olan olumsuz bakıştır. Osmanlı Devleti’nin Safevi Devleti’yle girdiği iktidar mücadelesinde, Türk soylu Safevilerle olan gönül bağlarından dolayı Anadolu Alevilerini potansiyel düşman gören Osmanlı yöneticileri, Alevilere karşı birçok katliam gerçekleştirmişti. Özellikle Mısır’ın fethinden sonra Arap coğrafyasından İstanbul’a getirilen ulemaların Anadolu sufizminden uzak yapıları da bu durumu tetiklemişti.
Özellikle Başbakan’ın seçim döneminde gittiği Çorum’da Çorumlular için gurur vesilesi olarak gösterdiği Şeyhülislam Ebussu’ûd Efendi’nin katı fetvaları Alevi çevreleri için “siyaset günlerinin gelip çattığını” haber veriyordu. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına değin devam eden bu algı Cumhuriyet Dönemi’ne de devam etti. Cumhuriyet’i kuran kadrolar, her ne kadar modernizmle bağ kurma ihtiyacı içine olsalar dâhi, geçmişte oluşan inanç algısının dışına çıkamadılar. Neyzen Teyfik’in eski ve yeni dönemi karşılaştırdığı meşhûr benzetmesi; “el aynı el, eldiven farklı” ifadesini doğrularcasına bu algı Cumhuriyet kurulduğundan kısa bir süre sonra kendini gösterdi.
Kendi vatandaşlarının üstüne bomba yağdıracak kadar yönetimi altındakilere yabancılaşmış iktidar sahiplerinin kafa yapısına bakarken, Osmanlının bu konudaki zihniyetini görmemek olanaksız. Can korkusundan mağaralara saklanan köylülere borularla zehirli gaz verip sonra da mağara girişlerinde ölmüş köylülerle hatıra fotoğrafı çektirecek kadar pervasız insanların bu ilhamı nerden aldıklarına bakarken çok uzaklara gitmemize gerek yok. Aynı coğrafyada, aynı inanç gruplarının kafalarını kesip kuyulara dolduran Osmanlı paşası Kuyucu Murat Paşa’dan ilham almış olmalılar.
* Rıza Oylum
Gazeteci-yazar
Başka Yerler Yayınları editörü