TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in Kürt kadın sanatçı Rojin hakkında söyledikleri üzerine söylenecek çok şey var. Herhalde, önce Arınç, ardından Başbakan (hatta eşi) devreye girip Rojin’i sahiplenmeselerdi herhalde bu olay büyümez, kısa süre içinde de unutulurdu. Erdoğan ailesi ve Arınç’a “kol kırılır yen içinde” demeden doğru olanı yaptıkları için teşekkür edelim ve olayın insani boyutunun […]
TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in Kürt kadın sanatçı Rojin hakkında söyledikleri üzerine söylenecek çok şey var. Herhalde, önce Arınç, ardından Başbakan (hatta eşi) devreye girip Rojin’i sahiplenmeselerdi herhalde bu olay büyümez, kısa süre içinde de unutulurdu. Erdoğan ailesi ve Arınç’a “kol kırılır yen içinde” demeden doğru olanı yaptıkları için teşekkür edelim ve olayın insani boyutunun ötesinde siyasi yönüne de bakalım.
Bilindiği gibi AKP hükümeti, iktidara geldiği andan itibaren Kürtleri, Öcalan ve PKK çizgisinden koparmaya çalışıyor. “Devlet öteden beri böyle yapmıyor mu?” diye sorulabilir. Ama arada büyük bir fark var. Önceki dönemlerde devlet Kürtlere hep “öteki” olarak bakmış, onları kazanma yerine parçalayıp bölüp öyle yönetmeye çalışmıştı. Dolayısıyla geçmişteki stratejilerin hemen tümü “Kürtleri koruculaştırma”nın ötesine geçemediği için başarısızlığa uğramıştı.
Zaten Kürtler içinde belli bir toplumsal desteğe sahip olan AKP ise, ne kadar başarılı olduğu tartışılır ancak Kürtleri ötekileştirmemeye özen gösterdi. PKK çizgisiyle başetme potansiyeline sahip olabilecek Kürt şahsiyetler kendi tabanında pek bulunmadığı için de dışa açılmaya çalıştı. Bu bağlamda ilk aklımıza gelen isimler olarak Kemal Burkay’ı, Şivan Perver’i, Rojin’i sayabiliriz.
Bu kişiler, özellikle “demokratik açılım”la birlikte zaten belli ölçülerde mesafeli oldukları PKK’dan iyice uzaklaşıp devlete yaklaştılar. Bu kendileri için son derece riskli bir davranıştı. Nitekim adları hemen “işbirlikçi”ye çıktı, PKK tarafından tehdit edildiler…
Hükümetin son dönemdeki baskıcı politikalarının ardından Kürt sorununda yeniden açılımcı bir perspektife döneceği yolunda işaretlerin olduğu, yani “makul ve makbul Kürtler”e yeniden fazlasıyla ihtiyaç duyacağı bir döneme girmek üzereyiz. Dolayısıyla TRT Genel Müdürü’nün, Rojin’den “kullanım süresi bittikten sonra bir kenara atılacak bir işbirlikçi”ymiş gibi söz etmesinin devletin en üst düzeyinde infiale yol açması anlaşılır bir şeydir.
Kabahat ve özür
Şahin önce “benim üslubum böyle” diye her zamanki gibi eleştirileri kaale almaz bir tutum takındı, ancak hükümetin olaya el koymasıyla şu açıklamayı yaptı: “Toplantıda bulunanlardan biri, kanalın yayıncılık anlayışını hakkaniyetsiz bir biçimde eleştirdi. Kışkırtıcı nitelikteki soru ve ifadelerin ardından ben de TRT 6’nın yayıncılık sürecinde karşı karşıya kalınan zorlukları anlatırken, sanatçı Rojin’le ilgili maksadı aşan bir ifade kullandım. Bundan dolayı hem kendisinden hem de Türkiye kamuoyundan özür diliyorum.”
Bu birkaç cümle üzerine de çok cümle kurabiliriz. Mesela neden o soru ve ifadelerin sahiplerinin yüzüne “kışkırtıcılık yapmayın” demeyip orada bulunmayan Rojin’e hakaret ettiğini; TRT 6’nın yaşadıkları zorlukların sorumluluğunu neden Rojin’e bağladığını sorabiliriz. Tabii sözlerine “aramızda kadın yok değil mi?” diye başlamasındaki cinsiyetçi dili de sorgulayabiliriz.
TRT 6 neden başarısız?
Buradan TRT 6 konusuna geçelim: Kanal kurulduktan sonra benden de görüş almışlardı ve TRT 6’nın Türkiye için bir tür devrim niteliğinde olduğunu belirtmiştim. Hâlâ aynı kanıdayım. Bu bağlamda PKK çevrelerinden kaynaklanan itiraz ve karaçalmalara itibar etmiyorum. Bununla birlikte TRT 6’yı başarılı da bulmuyorum. Şahin yönetimindeki TRT’nin çok şey yapıyormuş gibi görünüp çok az şey yapma çizgisinin en bariz bir şekilde TRT 6’da hakim olduğu kanısındayım. Evet, Kürtçe bilmiyorum ama birçok kişi gibi, ilk günler heyecanla bu kanalda neler yapıldığını izlemeye çalışmıştım. Çok uzun bir süredir böyle bir merakım kalmadı. Güneydoğu ziyaretlerimde de TRT 6’nın yaygın bir şekilde izlendiğine tanık olmadım. En önemlisi bu kanal kendinden söz ettiremiyor, galiba söz ettirmek de istemiyor.
Bu başarısızlığın ardında, iktidar partisi ve bürokrasi içindeki bazı kişilerin TRT 6’yı “büyük devletimizin Kürtlere bahşettiği bir lütuf” gibi görmesi ve göstermek istemesi yatıyor. Halbuki hepimiz biliyoruz ki Türkiye’de Kürtler kendilerine verilen hakları nice mücadeleyle kazanmışlardır ve daha da fazlasını hak etmektedirler.
Özetle, “size hiç yoktan kanal verdik, daha ne istiyorsunuz?” tavırları veya başarısızlığı kendilerinde aramak yerine “öteki”ni (son olayda Rojin’i) suçlama kolaycılığı Türkiye’nin demokratikleşmesine hiçbir şekilde yardımcı olmuyor.
Bu konuyu Arınç’ın tarihi bütçe konuşmasından bir bölümle noktalayalım: “Kim ne varsa bu topraklar üzerinde, o kimliğe saygı duyacağız, o kimliğin bütün kültürel haklarını, Anayasal haklarını vereceğiz, tanıyacağız, diline saygı duyacağız. Ben Kürdüm diyen bir insanın eğitim, kültür, dil hakkı ne varsa vereceğiz. Bu ulufe, bahşiş değil.”
Umarım Arınç’ın bu sözleri birilerinin kulağına küpe olur.