AKP hükümetinin işçi ve emekçilere, Kürtlere, öğrencilere, aydınlara, gazetecilere, Halkın Hakları Mücadelesi yürütenlere karşı faşist baskı politikalarını yoğunlaştırdığı bir süreçte, BES kongre süreçlerinin bu saldırılara karşı birlikte göğüs germe zeminlerinin artırılmasına hizmet etmesi gerektiğini düşünüyoruz Büro emekçileri, geçmiş sürecin değerlendirileceği, önümüzdeki iki yıllık mücadele programının tartışılacağı yeni bir kongre sürecinin öngününde bulunuyor. Yaşam alanlarımıza, işyerlerimize […]
AKP hükümetinin işçi ve emekçilere, Kürtlere, öğrencilere, aydınlara, gazetecilere, Halkın Hakları Mücadelesi yürütenlere karşı faşist baskı politikalarını yoğunlaştırdığı bir süreçte, BES kongre süreçlerinin bu saldırılara karşı birlikte göğüs germe zeminlerinin artırılmasına hizmet etmesi gerektiğini düşünüyoruz
Büro emekçileri, geçmiş sürecin değerlendirileceği, önümüzdeki iki yıllık mücadele programının tartışılacağı yeni bir kongre sürecinin öngününde bulunuyor. Yaşam alanlarımıza, işyerlerimize ve demokratik haklarımıza saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde yapılacak olması, Genel Kurul süreçlerini daha da anlamlı hale getirmektedir.
AKP hükümeti, kamunun neoliberal dönüşüm sürecini hız kesmeden devam ettirmektedir. Genel seçim öncesinde başlatılan KHK furyası, devletin yapılandırılmasında çığır açmış bulunmaktadır! Yarım kalan tüm işler hızla bitirilmektedir. Kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması son sürat devam etmektedir. Elektrik ve doğalgaza ait tüm özelleştirmeleri tamamlayan, ulaşımda belediye ile özel araç fiyatını eşitleyen AKP, yaptığı zamlarla halkı soymaktadır. Suyun piyasalaştırılması adına sıra derelerin satışına gelmiştir. Eğitimde ve sağlıkta katkı payı ile başlatılan süreç 2012 yılı sonunda hastane satışlarıyla, bir süre sonra da okul satışlarıyla devam ettirilecektir. İnsanca yaşamın vazgeçilmez unsurları olan temel kamu hizmetleri ve doğa, sermayenin azgın talanına açılmakta; halkın hakları açıkça gasp edilmektedir.
Ulusal İstihdam Stratejisi doğrultusunda “işgücü piyasasının” “katılıklarından” arındırılarak, güvencesiz çalıştırmanın tam olarak hayat bulması için adımlar da atılmaya devam ediyor. Torba Yasanın güvencesizleştirmeye dönük bazı “açılımlarını” bölgesel asgari ücret, özel istihdam büroları ve kıdem tazminatının kaldırılması gibi adımlar izleyecek.
666 Sayılı KHK ile “eşit işe eşit ücret” yalanıyla başlayan sürecin performans ücreti ve 657 Sayılı Yasa değişikliği ile sonlandırılacağı; öngörülen esnekleştirmenin kamuda da genelleştirileceği gün gibi ortadadır. 4688 Sayılı Yasa değişikliği ile gündeme getirilen “Sahte Toplu Sözleşme” yasasıyla kamu çalışanlarına grev yasaklanmaya, kamu çalışanları hareketi daha da etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır.
Demokratik hak kullanımlarına AKP’nin faşist uygulamaları da hız kesmeden devam ediyor. Hopa’da, Gerze’de, Çaykara’da derelerine ve doğaya sahip çıkanlara, öğrencilere, depremzedeye, direnişteki sağlık işçisine, barınma hakkına sahip çıkanlara, halkın hakları mücadelesinin öncülerine saldırıyor. Düzmece operasyonlarla, gözaltı ve tutuklamalarla gözdağı vermeye çalışıyor. Kürt sorununda demokratik çözümü, barışı savunanlar; gazeteciler, aydınlar, kamu çalışanları tutuklanarak sindirilmeye çalışılıyor.
Kabaca özetlemeye çalıştığımız bu süreç, kongre süreçlerini “her zamanki gibi” ele alamayacağımızı yeterince ortaya koymaktadır. Büro Emekçileri Sendikası’nın kongre sürecinin, ciddi altüst oluşların yaşandığı bu günlerde, tüm aşamaları, büro emekçileri hareketine yeniden ivme kazandıracak tüm bu politikalara yanıt üretecek yeni, devrimci bir strateji yaratma fırsatı olarak değerlendirilmelidir.
Büro emekçileri hareketinin ciddi anlamda daraldığı, büro işkolunda bulunan yaklaşık kırk kurumun neredeyse hepsinde yetkinin kaybedildiği, hareketin işbirlikçi ve güdümlü sendikalar tarafından kuşatıldığı, her geçen gün yeni hak kayıpları yaşanmasına rağmen hak alıcı, etkili mücadele süreçlerinin örgütlenemediği koşullarda böyle bir stratejinin aciliyeti mutlaka görülmelidir. Büro iş kolundaki değişim sürecinin geldiği son nokta, artık kaybedilecek her anın hak elde etmeyi, hareketin yeniden ivme kazanmasını daha da zorlaştıracağını göstermektedir.
Yeni bir strateji ihtiyacı, büro emekçilerine yönelik saldırılara hâlihazırda verilen yanıtların yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Büro emekçileri her geçen gün daha fazla “eskiyi” arar hale gelmektedir.
Daralma, tıkanma, kriz, iş yerlerinde hegemonyanın kaybedilmesi adına ne dersek diyelim bugün büro emekçileri hareketi açısından yaşanan durum, hiç kuşku yok ki bir sonuçtur. Bu sonucun ortaya çıkmasında genelde kamu emekçileri özelde ise büro emekçileri hareketine özellikle 95’ten itibaren önderlik yapan siyasal yapıların gündelik, savunmacı ve belli bir stratejiden yoksun yönetim anlayışlarının payı yadsınmamalıdır.
90’dan itibaren yoksullaştırılan kamu emekçilerinin “grevli ve toplu sözleşmeli sendika hakkı” talebi üzerine inşa edilen kamu çalışanları hareketinin Konfederasyonlaşma süreci ile birlikte “fiili, meşru, militan ve kitlesel” özelliklerinin zamanla silikleşmesi, politik bir hareket olarak toplumun tüm kesimleri tarafından sempati toplayan hareketin “memur sendikasına” dönüştürülmesi, “gerçek bir eksen kayması” olarak bugün yaşanan sorunlarda önemli paya sahiptir. Buradan bakıldığında kısa bir süre önce yürütülen “eksen” tartışmalarının ne kadar suni olduğu da görülmektedir.
Neoliberal saldırı programına karşı özgün hareketlerden biri olarak doğan kamu çalışanları hareketi yönetimlerdeki anlayışların, emperyalizmin yeni stratejisi olan neoliberalizme karşı bütünlüklü bir emek stratejisi geliştiremeyişi, neoliberal stratejinin gereği olarak güvencesizleştirilen emekçilerle ve yoksullaştırılan, hakları gasp edilen yoksul halk kesimleriyle araya mesafe koyması, kamu çalışanları hareketinin önce 657 ve 4688 Sayılı Yasaların sonra da devlet ve hükümet güdümlü sendikaların düzlemine yaklaşmasıyla sonuçlanmıştır. “Birleşik Emek Konfederasyonu” “ortak örgütlenme” “ortak mücadele” “mahalle örgütlenmesi” gibi önerilerse “ütopik ve anarko sendikalist yaklaşımlar” olarak nitelendirilmiş, dikkate alınmamıştır. Tren kaçtıktan sonra yapılan tüzük değişiklikleri ise anlamlı olmakla birlikte giden 16 yılı geri getirmeye yetmiyor!
Neoliberal saldırıya karşı strateji yoksunluğuna zaman içerisinde ortaya çıkan düzen içi hareket etme, bürokratikleşme, benmerkezcilik, tabanın karar süreçlerinden koparılması ve merkezileşme, mücadeleyi “yetki” üzerinden 4688 Sayılı Yasa düzleminde Devlet ve Hükümet güdümlü sendikalarla rekabete indirgeme, dar grupçuluk ve tasfiyecilik, toplumsal sorunları dışsal olgular olarak değerlendirme gibi yaklaşımlar hareketin bu noktaya gelmesinde önemli paya sahiptir.
Birtakım istisnaları saymazsak tüm bu süreçte KESK Yönetimini oluşturan siyasal yapılar bağlı tüm sendikalara damgasını vurmuş, belirleyen olmuştur. Kamu Çalışanları Hareketinin bir bileşeni olarak büro emekçileri hareketi de bu süreçte stratejik yönelim açısından hareketin genel karakteriyle uyumlu bir seyir izlemiştir. Yönetimlerin aynı anlayışlardan oluşması büro emekçileri hareketinin farklı bir strateji geliştirmesi önündeki en büyük engel olmuştur. (Kaldı ki farklı bir strateji yaratma çabasına giren, 657’nin dışına çıkarak yüzlerce taşeron işçiyi örgütleyen Enerji Yapı-Yol-Sen’e yönelik KESK’in “kötü çocuk” muamelesi ise “yörüngeden” çıkanların işinin ne kadar zor olduğunu gösteren önemli bir deneyimdir.)
Genel olarak Kamu Çalışanları Hareketinin gelişim seyriyle paralellik taşıyan büro emekçileri hareketinin kendi özgünlükleri açısından bazı önemli kırılma noktalarının ve hatalı yaklaşımlarının da vurgulanmasında yarar görüyoruz.
Bunlardan ilki 1998 yılında KESK’in kararı ve
2001 yılında ise 4688 Sayılı Yasa gereğince gündeme getirilen sendika birleşmeleridir. Büro iş kolunda birliği esas alan her iki birleşmede de ciddi zafiyetler ortaya çıkmış, tepeden inmeci bir yaklaşımla yeterince tartışılmadan bir oldubittiyle sendikaların birleşmesi sağlanmıştır.
Yaklaşık 40 kurumu kapsayan büro işkolunda birliğin bu kadar kolay olamayacağı ta o günden belliydi. Bugün halen kurumlar üzerinden politika üretilmesi, üyelerin eski sendikalarına özlem duyması, büro emekçisi kavramının ve BES’in içselleştirilememiş olması ve çok sayıda sendika birleşmiş olmasına rağmen tek başına Tüm Maliye-Sen’in bile üye sayısına ulaşılamamış olması durumu çok açık ortaya koymaktadır.
Oysa çeşitli mücadele geleneklerine ve dinamizmine sahip sendikaların birleşmesinden daha büyük bir dinamizm, daha güçlü bir mücadele çıkarılabilirdi. İşyerlerinden başlayacak ve sindirilerek yapılacak bir tartışma büro emekçileri hareketini farklı bir düzleme sıçratabilirdi.
İkincisi, 90’lı yılların ortalarından itibaren yoğunlaşan kamu hizmetlerinin taşeronlaştırılması politikası büro iş kolunda diğer iş kollarına nazaran geç uygulanmaya başlamasına ve taşeron sisteminin kamu hizmetlerini parçalama, emekçileri güvencesizleştirme, sendikasızlaştırma ve ücretleri baskı altına alma aracı olarak kullanıldığı bilinmesine rağmen ilk uygulanmaya başladığı andan itibaren karşı çıkılmayışı, mücadele konusu yapılmayışı işkolumuzdaki güvencesizleştirme adımlarını kolaylaştırmış, güvencesiz çalıştırmayı yaygınlaştırmıştır. Bugünse taşeron sisteminin engellenmesinde sergilenmeyen ısrar, taşeron işçilerin BES’te örgütlenmesine karşı rahatlıkla sergilenebilmektedir.
Üçüncüsü, performans değerlendirmesi ve uzmanlaştırma gibi ücret farklılıkları ve rekabet yaratan uygulamaların engellenememesidir. Bugün özellikle Sosyal Güvenlik Kurumunda uygulanan ama bir süre sonra tüm kamuya yaygınlaşacak olan performans ücreti daha şimdiden büro emekçilerinde ciddi şikayet konusu haline gelmiş durumdadır. Ücret kısmı bir yana performans hedeflerinin belirlenmesi, çalışanları bu hedefe kilitleyerek birimler, müdürlükler, iller arası yarıştıran; ayın-yılın memurunu belirleyerek ödüllendiren sistemin altyapısı Toplam Kalite Yönetimi anlayışlıyla yerleştirilmeye başlanmıştır. Sermayenin neoliberal stratejisinin işçi sınıfına ideolojik saldırısının aracı olarak TKY’ye karşı da net ve engelleyici bir mücadele ortaya koyulamamıştır.
Eşit işe eşit ücret ilkesinin pervasızca çiğnendiği ve büro emekçilerinin ücret farkı yaratılarak parçalandığı Maliye Bakanlığı ve Gelir İdaresi Başkanlığında -ki BES’in omurgasını oluşturmaktadır- “eşitlik” mücadelesi, uzmanlaştırma politikasının yarattığı eşitsizliği ortadan kaldıracak, bu eşitsizliğe son verecek tarzda yürütülememiştir. Geldiğimiz noktada yapılan işin niteliği üzerinden değil ünvanlar üzerinden de eşitliği savunma yönelimi ise bu konudaki kafa karışıklığını gözler önüne sermektedir.
Dördüncüsü, devletin neoliberal dönüşümünün en açık görüldüğü işkolumuzda toplumun tamamını ilgilendiren vergi, yargı, sosyal güvenlik, nüfus, istatistik gibi kamu hizmetlerinin piyasacı örgütlenmesinde son noktaya gelinmiş olmasına rağmen bu hizmetlerin piyasalaştırılması süreçlerine müdahale edilemeyişidir. Dolaylı vergilerin bütçe gelirleri içindeki payı yüzde 70’lerin üzerine çıkarken, vergi yükü küçük esnafın ve emekçilerin üzerine yıkılırken, mahkeme harçlarına yapılan zamlarla halkın ve emekçilerin dava açma hakkı elinden alınırken, sağlık ve sosyal güvenlik hak olmaktan çıkarılırken, istatistik hizmetleri hükümetin enflasyon oyunlarının parçası, İş ve İşçi Bulma Kurumu “özel istihdam bürosu” haline getirilirken, işsizlik fonu sermayeye peşkeş çekilirken, bu hizmetleri üreten kurumlarda örgütlü olan BES, susmuştur, susmaktadır.
Gelinen son aşamada politika üretme konusundaki yetersizliklere paralel olarak mücadele içinde yarattığımız ilkelerimizin tartışılır hale getirilmesi de hangi noktada olduğumuzu ortaya koymaktadır. Tabanın karar süreçlerine katılımının organları olan MTK ve Başkanlar Kurulunun işlevsizleştirilmesi, görevlerinin MYK tarafından fiilen devralınması, MTK’ya sorulmadan, 8 yıldır görev yapan sendika çalışanı avukatın işten çıkarılması, kürsülerden “fazla mesai hakkımızdır” diyerek 10 yıldır alınmayan fazla mesainin alınmaya başlanması, şube başkanlarına ve il temsilcilerine “telefon ücreti” adı altında para ödenmeye başlanması vb. gibi yaklaşımlar üzerine gidilmesi gereken zafiyetli yaklaşımlardır.
Geçmişten bugüne sergilenen bu hatalı yaklaşımların Büro Emekçileri Hareketi açısından bedeli oldukça ağır olmuştur. Büro emekçileri hareketinin kendine özgü dinamizmi, coşkusu, militanlığı sönümlenmektedir. İşin acı yanı bu bedel ortadayken sanki bir şey yokmuş gibi davranılmaktadır. Hiçbir anlayış çıkıp “biz bu işten şu kadar sorumluyuz” diyerek “özeleştirel” tutum sergileyememektedir.
Devrimci Büro Emekçileri olarak AKP hükümetinin işçi ve emekçilere, Kürtlere, öğrencilere, aydınlara, gazetecilere, Halkın Hakları Mücadelesi yürütenlere karşı faşist baskı politikalarını yoğunlaştırdığı bir süreçte, BES kongre süreçlerinin bu saldırılara karşı birlikte göğüs germe zeminlerinin artırılmasına hizmet etmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Ancak böyle bir hareket noktası yaratmak, Büro Emekçileri Sendikasını geleceğe taşımak; büro emekçilerine güven verecek, onları yeniden mücadelenin öznesi haline getirecek yeniden güçlü bir mücadele için, yaşanan tüm bu süreci samimiyetle değerlendirmek, özeleştirel bir tutum sergilemek yeni adımları birlikte atabilmek açısından önem taşımaktadır.
Diğer taraftan neoliberal gerici dönüşüm sürecinin sonuçlarına göre acilen yeni, devrimci bir strateji oluşturulmalıdır. Böyle bir strateji açısından eğitim, sağlık, ulaşım, su gibi temel kamu hizmetlerinin hak olmaktan çıkarılmasına; büro iş kolundaki vergi, yargı, sosyal güvenlik, istatistik, iş ve işçi bulma gibi kurumların halkın değil, sermayenin çıkarına hizmet eder hale getirilmesine; büro iş kolunda güvencesiz çalıştırmanın yaygınlaştırılmasına ve büro emekçilerinin güvencesiz çalıştırılmasına; Toplam Kalite Yönetimi, performans ücreti, uzman-memur ayrımının büro emekçileri arasında yarattığı eşitsizliğe; devlet güdümlü sendikaların da çabasıyla işyerlerinin kardeşçe yaşam düşüncesinden uzaklaştırılmasına karşı mücadele önem arz etmektedir. Kuşkusuz böyle bir strateji açısından yeni bir örgütlenme perspektifine olan ihtiyaç da ortadadır.
BES 6. Olağan Genel Kurul sürecinin sunduğu fırsat, geçmişi aşan bir yarını nasıl kuracağımızı ortaya koyduğumuz bir zemin olarak değerlendirilmelidir.