Değişen bu durum biz emeklileri halkımızın “Yaşlılıktan daha kötü ne var? Yaşlı ve yoksul olmak” diyerek tanımladığı durumun birer canlı örneği yaptı. Bizleri doktorların, huzurevlerinin konusu olarak görmeyin. Asla hayırseverlerin insafına terk edilmek istemiyoruz Etrafımızda normalleşmiş gibi görünen her şey bir düzensizlik içinde. İşyerleri, sokaklar, okullar, aileler hepsi çatışma, bozulma ve kesintilerle parçalanmakta. İddia edildiği […]
Değişen bu durum biz emeklileri halkımızın “Yaşlılıktan daha kötü ne var? Yaşlı ve yoksul olmak” diyerek tanımladığı durumun birer canlı örneği yaptı. Bizleri doktorların, huzurevlerinin konusu olarak görmeyin. Asla hayırseverlerin insafına terk edilmek istemiyoruz
Etrafımızda normalleşmiş gibi görünen her şey bir düzensizlik içinde. İşyerleri, sokaklar, okullar, aileler hepsi çatışma, bozulma ve kesintilerle parçalanmakta. İddia edildiği gibi barış ve sükûnet yok. Eşitlik, demokrasi, uyum cilası; uygulanan şiddet ve ayrımcılığı gizlemekte zorlanıyor. Diğer yandan sürekli kontrol altına alma, bastırma çabaları sonuç vermiyor. Her gün isyanın binlerce türü yaşanıyor.
Sistemin çarkını döndüren biçimler arasındaki açık bağlantıları kavramasak bile bu biçimlerin tümünü genel bir zulüm ve baskı sisteminin boyutları olarak algılıyoruz. Örgütlenmiş kamu alanlarının devletçe terk edilmesiyle hukuku çiğnenen, dışlanan toplum kesimlerinden biri olduk.
TBMM’den bakılınca görülmeyen durumumuzu “Yeni Anayasa Uzlaşma Komisyonu” üyesi on iki Milletvekiline, Meclis Başkanı’na mektupla anlattık. Yazdığımız mektupta; “Bilindiği gibi dünyada ve bizde hızlı bir değişim dönüşüm süreci yaşanıyor. Bu yeniden yapılandırma yaşamı dönüştürüyor. İnsanların yaşamlarını sürdürebilmesinin koşulları ve bu koşulları oluşturmanın araçları da değişiyor.
Bizler bu ülkede var olan tüm değer ve hizmetlerde birikmiş sermayede emeği olan dünün çalışanları bugünün emeklileriyiz.
Her birimiz ülkenin dört bir yanında, farklı alanlarda, verili koşullarda çalıştık, istenilenleri yerine getirdik emekli olduk. Devlet Güvencesinde olan kamu emeklilik, kamu sağlık sigortasının bedelini ödedik. Bunun karşılığında; emekli olduğumuzda ailemizle birlikte yaşamımızı sürdürecek kadar gelir, ihtiyacımız kadar kaliteli ve güvenli sağlık hizmetini almaya hak kazandık.
Bugün yeniden yapılandırılan ve değişime dönüşüme uğrayan bütün alanlar gibi kamu emeklilik-sağlık sigortası uygulaması da değişti. Uygulanan sağlıkta dönüşüm programları, emeklilik statüsünde yapılan değişiklikler bizleri Devlet Güvencesinde bildiğimiz kamu emeklilik-sağlık haklarımızı kullanamaz hale getirdi.
Yani yaşamımızı sürdürecek kadar aylık alamıyor, ihtiyacımız olan sağlık hizmetine ulaşamıyoruz.
Değişen bu durum biz emeklileri halkımızın “Yaşlılıktan daha kötü ne var? Yaşlı ve yoksul olmak” diyerek tanımladığı durumun birer canlı örneği yaptı. Yaşlıların toplumdaki durumu; toplumun kültür seviyesinin ve gelişmişlik düzeyinin göstergesidir.
Bizler nüfustaki kişiler, istatistiksel verilerdeki rakamlar değiliz. Bizleri doktorların, huzurevlerinin konusu olarak görmeyin. Asla hayırseverlerin insafına terk edilmek istemiyoruz. Bizler insanız ve yaşıyoruz. Toplumsal yaşamın bir parçasıyız. Ekonomik, sosyal kültürel yaşamda var olmak bizim de en doğal hakkımız. Yaşamın dışına itilmek, dışlanmak istemiyoruz.
Biz emekliler toplumun vicdanıyız. Emekli aylığımızı işsiz çocuğumuzla, öğrenci kızımızla, oğlumuzla, torunumuzla, işten atılan damadımızla paylaşıyoruz. Bugün yoksullaştırıldık, kendimize yetemiyoruz. Emekliler yoksullaştıkça toplum yoksullaşıyor, yoksulluk toplumsallaşıyor.
Bizler ne istiyoruz:
Yaşama hakkımıza sahip çıkmak istiyoruz. Onurumuzu yaşamımızı tehdit eden, fiziki sonuçları zamanla görünen bilinen araçlarla yapılan şiddete benzemeyen, etkisi daha acımasız ve ölümcül olan yoksulluğa karşı çıkıyoruz. Yoksulluk bir şiddettir diyoruz. Bu şiddetin altında yaşamak istemiyoruz.
Birleşmiş Milletlerin insan hakları adı altında dokuz alanı var birisi de yaşlı hakları alanıdır.
Bu haklarda; “Yaşlılar; beslenme, barınma, giyim gibi temel gereksinmelerini karşılamak ve sağlık bakımından yararlanmak için yeterli gelire sahip olmalıdır… Refah düzeylerini doğrudan etkileyecek politikaların hazırlanması ve uygulanması aşamalarına aktif bir biçimde katılımda bulunmalıdır… Emeklilik koşullarının tanımlanmasında söz sahibi olmalıdır” deniyor.
Hukuk düzenini insan hak ve özgürlükleri temeline oturtmuş, toplumsal yaşamı bu ilkeleri esas alarak düzenlemiş ülkelerdeki gibi sendikalarda örgütlenme özgürlüğü istiyoruz.
Emeklilik statüsü içinde olan bizler, aktif olarak çalışmamakla birlikte, çalışanlar gibi korunması ve geliştirilmesi gereken hakları ve çıkarları bulunan insanlarız. “Emekli ve yaşlılık aylıkları ile öteki sosyal güvenlik hakları, emeklilerin birey olarak tek başına sosyal güvenlik kuruluşlarına, yani kamu işverenine karşı savunabilecekleri, koruyup geliştirebilecekleri haklar değildir. Bu haklar da aktif çalışma yaşamındaki ücretlilerin hakları gibi, sendikal örgütler aracılığı ile korunması ve geliştirilmesi gereken haklardır.”
Bu hakların hukuksal zemini;
Mevcut Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrasında “usulüne göre yürürlüğe konulmuş” uluslararası antlaşma ve sözleşmelerin ulusal hukuk düzenini bir parçası olduğu belirtilmiştir. “Kanun hükmünde” sayılan bu sözleşmeler, Anayasal iç hukukla bütünleştirilmiş sayıldığı için, yasama, yürütme ve yargı organlarınca doğrudan doğruya uygulanmak zorundadır. Birleşmiş Milletler Anayasası’ndaki insan hakları ile ilgili genel ilke ve kurallar, bu kuruluşlara katılmış olan devletleri “Üye Devlet”, onaylanan sözleşmelerde “Taraf Devlet” olarak bağlamaktadır. Bu nedenlerle, Anayasanın öngördüğü yasama ve yürütme organlarınca gerçekleştirilen iki onay işleminden sonra ulusal hukukumuzla bütünleşmiş uluslararası sözleşmeler, iç hukukta özel yasa ile düzenleme yapılmamış olsa bile doğrudan doğruya uygulanması gereken hukuksal düzenlemelerdir.
Örneğin; “Emeklilerin sendikal haklarının dayanağını oluşturan ve onaylayarak taraf olduğumuz; Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşmenin (İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi) 11. maddelerinde sendika hakkının salt işçiler kamu görevlileri, çalışanlar değil, herkes olarak belirlendiği görülmüştür. Ayrıca bu üç sözleşme de Türkiye tarafından onaylanarak, iç hukukuyla bütünleştirilmiş ve doğrudan uygulama yükümlülüğü altına girilmiştir.” Bugüne kadar bu yükümlülük yok sayılmış, ötelenmiş. Hukuki zemini varken düzenleme yapılmamış, hakkın kullanılması engellenmiştir.
İtalya, Almanya, Fransa ve daha pek çok ülke bu anlamda özgürlükleri kısıtlamamış; ayrımcılık yapmadan kendi iç hukukunda düzenleme yaparak kırk yılı aşan bir süredir emeklilerin sendikalarda örgütlenme özgürlüğünün önünü açmıştır. Ülkemizde de benzeri düzenlemeler kendi özgün koşullarımıza uygun olarak yapılmalıdır. Bazı yetkililer; mevcut olanla yetinin mantığı ile dernek, vakıf, kooperatif gibi yapılarda örgütlenin, emeklilere sendika gerekmiyor diyor. Bu, emeklilerin üzerine eşek arılarını salıp taşları elinden almak demektir. Değiştirilmeye çalışılan Anayasa’nın da gerisine düşmektir. Adalet ve özgürlük herkes için olduğunda adalet ve özgürlük olur.
Korkularla, ön koşullarla düşünülmediğinde bugün hazırlanacak anayasanın kendinden öncekilerden daha özgürlükçü olacağını düşünüyoruz.
Bizler,
Sayın Cumhurbaşkanı‘nın “Anayasa özgürlükçü bir zihniyet taşımalı“,
Sayın Başbakan‘ın “Biz yasakları kaldıracağız, hak ve özgürlüklerin önünü açacağız,”
Sayın Meclis Başkanı‘nın “Yeni Anayasa için halkın görüşlerini, taleplerini alacağız. Ve Yeni Anayasa demokrasi kültürümüzü geliştirecek Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yapısını güçlendirecektir,”
sözlerinin ciddi, samimi ve inanılarak söylenmiş sözler olduğunu düşünerek, talep ve düşüncelerimizi sizlere iletmek istedik. Örgütlenme; özgürleşme mücadelesinin temel ilkesidir. Yeni Anayasada talebimizin yer alması için değerli katkılarınızı bekliyor, başarılar diliyoruz. Emekliler Yaşlılar Hareketi adına, “Mahinur Şahbaz- 52.673.010.0, Ahmet Eraslan -50.784.125.0, Mehmet Karadeniz -2103436639” imzası ile mektubumuzu 2 Kasım 2011 tarihinde ulaştırdık.
Zeuksis elinde üzüm tutan çocuk tablosunu yaptığı zaman kuşlar üzümü sahici sanıp yemeye kalkmışlar. Zeuksis, “bu kadar iyi olsaydı çocuğun resmini daha iyi yapardım, kuşlar da korkar gelmezlerdi” demiş. Yeni Anayasanın Zeuksis’in tablosuna benzememesi dileğiyle.