Gelecek Uzun Sürer, Sonbahar’dan ötürü büyük bir ilgi ve merak uyandırdı. Ama kimi gazetelere yansıyan eleştirilere bakılırsa, film yanlış bir “gelecek”i tartışmaya açmış durumda. Filme yönelen sanatsal değer taşıyan eleştirileri bir yana koyarsak, tepkisel durumu şöyle özetlemek mümkün: Özcan neyin peşinde, “gelecek”ten kastı da pek hayırlı değil anlaşılan, Kürtleri savunmak dışında ne anlatıyor bu film? […]
Gelecek Uzun Sürer, Sonbahar’dan ötürü büyük bir ilgi ve merak uyandırdı. Ama kimi gazetelere yansıyan eleştirilere bakılırsa, film yanlış bir “gelecek”i tartışmaya açmış durumda. Filme yönelen sanatsal değer taşıyan eleştirileri bir yana koyarsak, tepkisel durumu şöyle özetlemek mümkün: Özcan neyin peşinde, “gelecek”ten kastı da pek hayırlı değil anlaşılan, Kürtleri savunmak dışında ne anlatıyor bu film? Biz Sonbahar’ı ne kadar da sevmiştik, Sonbahar’dan sonra olacak iş miydi bu?..
Evet Özcan Alper’den masal tadında bir şey bekleyenler “tatsız tuzsuz” Kürt gerçeğiyle karşılaştılar. İzleyiciler, Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın Eylül ayı içinde Ankara’daki İsmail Beşikçi Etkinliğinde yaptığı konuşmayı dinleyebilselerdi, derinleşemeyen ve derinleşemeden dağda öldürülen Harun karakterini daha iyi tanıma ve anlama olanağına sahip olurlardı. O konuşmasında şöyle demişti Demirbaş:
“KCK’dan tutuklandığım zaman, o meşhur fotoğrafı anımsarsınız, elime kelepçeyi okuyup polis olmuş öğrencim takmıştı. Çok üzgündü ama başka çaresi yoktu. Devlet her adımda benimle uğraştı. Öğretmenlikten attı, sendikacı oldum. Sendikacı olarak yakama yapıştı, politikacı oldum. Süreç bildiğiniz belediye başkanlığına kadar geldi. Her adımda, her aşamada engellenmeme, itilip kakılmama rağmen yasal-demokratik mücadele zemininden hiç kopmadım. Sağlığımı göz önüne alarak beni tahliye ettiler ama nadir görülen hastalığımın yalnızca yurtdışı ile sınırlı olan tedavi şansını hiçe sayıp yurtdışına çıkma izni bile vermediler. Bütün bunlara tanık olan 16 yaşındaki oğlum bu çabalarımın beyhude olduğunu bana hatırlatarak çarenin dağda olduğunu bildirir son bir mesajla çekip gitti. Bense hala demokratik yöntemlerle mücadelede ısrarlıyım. Ama bize ‘dağdakilerle aranıza mesafe koyun’ diyenleredir bu sözüm: Gel de sen koy bakalım o mesafeyi…”
Evet, yaşadıklarından, tanık olduklarından dolayı, biz Batı yakasındakilerin anlayamadığı bir biçimde yönünü dağa çevirir Harun. Bir gidişine bir de adına düzenlemiş mezar taşına tanık oluruz. Mezar taşı bile lükstür ve de şanstır çoğu kez!..
Özcan Alper, ruhsal olarak derin bir yarılma halinde olan Doğu ve Batı yakalarının giderek büyüyen savruluşlarına Batı yakalı devrimci bir sanatçı olarak tavır alıyor. Epik bir anlatıyla bezediği gerçekliği, belgesel olanı, gözümüze dayıyor. Batılı Sumru karakterinde, altını çizdiği oyunculuk, dışarıdan bakışın, anlamaya en yakın olan durumda bile anlamazlığın ve mevcut yabancılaşmanın özeleştirel bir temsiline de denk düşüyor. Ahmet’de de tersi bir hal söz konusu. En oralı olmaz görünende bile için için yanan, kavrulan; çare üretemeyen kararsızlığa karşın yine de bir şeylerin ucundan tutmaya çalışan Doğulunun temsili.
Gelecek Uzun Sürer’deki kurmaca bölümlerin karakterleri çok fazla derinleşmiyor bu doğru. Ahmet Sumru’dan hoşlanmasına, ve yer yer bu duygunun Sumru’da da var olduğunu anlamamıza rağmen, ikili, bir aşk yaşamıyor, öpüşmüyor ve de hikaye bir türlü masala dönüşmüyor. Alper, faili meçhule kurban veren yakın anlatılarını daha çok önemsiyor ve oyunculukların bu anlatıların önüne geçmesine izin vermiyor. Oyunun bu gerçeğin anlaşılmasında ancak yardımcı bir faktör olabileceğini düşünüyor ve filmini öyle kuruyor. Bu anlamda Gelecek Uzun Sürer kurmacadan daha çok bir belgesele yakın duruyor.
Seyircinin bir belgesel mi kurmaca mı izlediği konusunda kararsız kalması ve buna dair bir tür gerilim yaşaması da bu kurgunun doğal sonucu olmalı. Bura(Batı)dan bakınca en ucundan kötü bir düş, bir hayal gibi gelen ama yine de uzaklarda cereyan ettiği için pek de özdeşlik kurulamayan anlatı, coğrafi yakınları etkisi altına alan ve sarsan bir hale bürünüyor.
Olan pek yakıcı, romantize edilemeyecek türden. Tıpkı Van depreminin gidişatı ve yaşattıkları gibi… Ama yine de gelecek sefer, bize bir masal anlat Özcan, bu kadar gerçek olmasın…
Eşit, özgür, adil ve demokratik bir geleceğin uzun sürmemesi dileğiyle…