Kapitalist sistemin doğasından (işleyişinden) gelen bir eğilim olarak krizleri açıklamaya çalışır Marksist kriz teorisi. Bunun için kapitalizmin nasıl işlediği meselesine yoğunlaşmak bir öncelik kazanır. Konuya girmeden, kapitalizmin, uzun insanlık tarihinde yalnızca bir aşama olduğu, dolayısıyla insan doğasına bağlı olarak yapılan bayağı açıklamalardan farklı olarak bunun ezeli ve ebedi olmadığı, hem değişmeyen tek şey değişimin kendisidir […]
Kapitalist sistemin doğasından (işleyişinden) gelen bir eğilim olarak krizleri açıklamaya çalışır Marksist kriz teorisi. Bunun için kapitalizmin nasıl işlediği meselesine yoğunlaşmak bir öncelik kazanır. Konuya girmeden, kapitalizmin, uzun insanlık tarihinde yalnızca bir aşama olduğu, dolayısıyla insan doğasına bağlı olarak yapılan bayağı açıklamalardan farklı olarak bunun ezeli ve ebedi olmadığı, hem değişmeyen tek şey değişimin kendisidir yasasından ödün vermemek hem de insanlık tarihinin farklı tempolarda cereyan eden gelişim aşamalarına (uğraklarına) sadık kalmak açısından önemli olduğunun altını çizelim.
Mademki kapitalizm bir uğrak noktası ve geçici, dolayısıyla da ebedi bir şey değil o hâlde, bunun, şartlar olgunlaştığında ortadan kalkması kadar doğal bir şey olmaz.
Şeyleri çelişkileri içinde ele alan, yorumlayan diyalektik mantık, kapitalizmin hem geçici karakterini hem de bunun bir başkasına dönüşebilen devinimsel (devrimci) karakterini anlayabilmede bize kılavuzluk edebilir. Elbette tarihin her dönemini, aşamasını, uğrak noktalarını; geçici olması bir tarafa, taşıdığı özellikleriyle birlikte ele almak; kendisinin etkilediği ve etkilendiği süreçleri de hesaba katarak bir açıklama yapmak gerekir. Bu yazının konusu kapitalizm olduğu için bizler daha çok onun taşıdığı temel özellikleri krizler sorunu ile ilişkilendirip, Marksist kriz teorisi üzerine yapılan tartışmalara kısa da olsa değinmeye çalışacağız.
Kendisinden önceki üretim ilişkilerinden farklı olarak kapitalizm, emek gücünün de metalaştığı genelleşmiş bir metalar birikimi, Marx’ın sözleriyle “muazzam bir meta yığını” şeklinde karakterize olur. Onun bir başka ayırıcı yanı genelleşmiş (toplumsallaşmış) iş bölümü (ya da üretim) ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişki, uyumsuzluk hâlidir. Bu temel olgu bizlere krizleri açıklamada olsa olsa bir ipucu verebilir. Konuyu biraz daha açmaya çalışalım… Kapitalizm kâr için, bunun azamileştirilmesi için üretim yapıyorsa; rekabetin olduğu, tekil kapitalistlerin adeta birbirlerinin gözünü oyarcasına hareket ettikleri bir ortamda (pazar) bunların ortak hareket ederek üretimi planlı bir şekilde yürütmeleri söz konusu olamaz. Üretimdeki bu anarşik durum, her bir kapitalistin kârını azamileştirmesi için diğerini yok etme pahasına bunu yapmak zorunda olması ya da pazardaki rekabet koşullarının bunu kendisine dayatmasından ileri gelir. Böylesine bir yarışın ortasında kapitalist kendisini nasıl “birinci” olmaya zorlayacak peki? Üretilen metaların (malların) birim maliyetlerini düşürmek, üstelik bunu hem ucuz hem hızlı ve hem de kaliteli bir şekilde yaparak. Bu maddi şartların kendisine dayattığı zorunluluk da mekanizasyonu arttırmak, yani daha büyük daha karmaşık makineler ile üretimi reorganize etmek, iş bölümünü yoğunlaştırmak, işçi başına düşen iş yoğunluğunu (verimlilik / üretkenlik) arttırmak vs. vs. Bu genel eğilim tek bir kapitalist için geçerli olduğu gibi diğerleri için de geçerlidir. Mekanizasyondaki artış, kâr oranı hesaplamasındaki şemayı hatırlayacak olursak [S / C + V], paydadaki C’nin, yani değişmeyen sermaye oranının büyümesine, bu da mantıksal olarak kâr oranının düşmesine yol açacaktır. Artık-değer oranını arttırma amacına yönelik olarak mekanizasyondaki artış, Marx’ın “Kapitalist üretimin gerçek engeli sermayenin kendisidir” deyişini anımsatırcasına kâr oranlarına aşağı yönde bir basınç uygular.
“Emeğin artan üretkenliği kendisini sermayenin azalan kârlılığında açığa vurur.“[1]
Marx ayrıca, “Kâr oranı, emek daha az üretken hâle geldiğinden değil, aksine emeğin üretkenliği arttığı için azalır. İşçi daha az sömürüldüğünden değil, aksine daha fazla sömürüldüğünden azalır…” der.[2]
Kriz açıklamasına sermayenin organik kompozisyonundaki büyüme üzerinden hareket eden Marx, kriz durumunun derinleşmesinin, kendi içinde kâr oranlarını yükselten karşıt eğilimlerine de vurgu yaparak her kriz durumunun genişleme / daralma çevriminin koşullarını taşıyan ikili doğasına da göndermede bulunur.[3] Şöyle ki: Krizin derinleşmesi, güçsüz sermayelerin piyasadan ekarte olmasını ve güçlü olanların bunların servetlerine el koymalarını gündeme getirir. İşsizliğin artması ile ücretlerdeki düşme sömürü oranındaki artışla el ele gider. Bu da kâr oranlarına yukarı yönde bir basınç uygular ve kârlılık kriz öncesi seviyelere dönmeye başlar.
Marksist kriz kuramı, bizlere, kapitalist uzun üretim çevriminde kâr oranlarının düşme eğiliminin bir düzenlilik izlediği ve krizlerin de altında yatan asli unsurun bu olduğunu söyler.
Marx’ın kriz açıklamasının eksik-tüketim ya da orantısızlık kuramlarıyla bir ilişkisi yoktur. Kapital‘in II. cildinde Marx kapitalizm içinde genişleyen yeniden üretimin mümkünlüğünü göstermeye çalışır ve eksik-tüketim kuramının söylediği gibi kapitalizmde üretimin hedefi tüketim değil, kâr için üretimdir ve Marx, genişleyen yeniden üretim çözümlemesinde kapitalizmin kendi iç pazarlarını oluşturmaya muktedir olduğunu söyler.[4] Eksik-tüketimdeki yaklaşımın tersine, üretim her seferinde bir talep yetersizliği sorunu yaşamaz, bu sorun sistemin kendi içinde ek sermaye yatırımları ile giderilir.[*]•
Tüm üretimin iki ana kola ayrılmasından hareketle I. kesimin [üretim malları üreten sektör] büyümesinin II. kesimin [tüketim malları üreten sektör] kapasitesini genişleteceği kolay sonucuna varmak eksik-tüketimci kuramın temel hatasıdır. Bu iki kesim arasındaki bir orantısızlığa işaret etmek ile her ne kadar genişleyen yeniden üretimin olanaksız olduğu kanıtlanmak istense de, bu, pratikte doğru değildir.
Marx’ın kriz teorisini (teorilerini?); gerçekleşme krizi (eksik-tüketim), orantısızlık teorisi, kâr oranının düşme eğilimi teorisi gibi her birini farklı bir kriz açıklamasıymış gibi sunmak kanımca konuyu açıklamaktan uzak. Muammer Kaymak “Marx’ın bir kriz teorisi yok mu?” başlıklı makalesinde “[Bu] farklı teoriler Marks’ın tutarlı ve somut bir kriz teorisi olmadığı anlamına mı gelmektedir?” sorusuna sorar ve ilerleyen satırlarda buna şöyle cevap verir: “Kişisel kanım, farklı teoriler biçiminde ortaya konulan yaklaşımların her birinin, somut kapitalist krizleri anlamak için dikkate alınması gerektiği yönünde.“[5]
Eksik-tüketim, orantısızlık teorisi gibi kriz açıklamalarını Marksist kriz teorileri olarak sunmak Marx’ın bu konudaki asıl kavrayışını maskelemekle kalmaz, bunun da ötesinde, Marx’ın kabul etmeyi reddettiği, örneğin kârlılığın düşüşünün ücret oranlarındaki bir artışla ilişkili olduğu “saçma” [absurd] düşüncesinin[**]• Marx’a atfedilmesi gibi bir çarpıtmaya da kapı aralar.
Kapital‘in tamamlanmamış bir proje olduğu, Marx’ın 1858’de Engels’e yazdığı bir mektuptan öğrendiğimiz kadarıyla bu projenin 6 cilt olarak planlandığı, bunun son cildinin ise “Dünya Pazarı ve Krizler Üzerine” olduğu; bununla beraber üretim çevrimleri, genişleyen yeniden üretim gibi konuların Marx tarafından nihayetine erdirilemediği hatırlanırsa, kriz teorileri üzerine Marx’ın -farklı sebeplerden ötürü- berrak bir açıklamaya varamadığı söylenebilir. Bu anlamda kriz teorileri konusunda ayrıştırıcı / modüler yaklaşımların her birinin Marx’ın krizleri açıklama çabasının bir ürünüymüş gibi sunmaktan ziyade daha çok en temel dinamikler üzerinden yapılacak açıklamal
arın krizlerin doğasını anlamada daha akla yatkın olduğunu düşünüyorum. Marksizmin burjuva iktisadına göre krizleri açıklamadaki üstünlüğü Kaymak’ın da dediği gibi onun “kriz çözümlemesinde sistemin bütün dinamiklerini dikkate almasından kaynaklanıyor.“[6] [vurgular bana ait]. Evet ama Kaymak burada “bütün dinamikler” derken yukarıda sıralanan “teorileri” kastediyor, Marx’ın bizzat kapitalist sistemin devinim yasalarının analizinden çıkardığı azalan kâr oranı yasasını değil.
Bitirmeden şu noktaya da değinmeden geçmeyelim: Kapitalizmin 3 – 5 ya da 7 – 10 yıllık küçük ve orta ölçekli iş çevrimleri ile 40 – 50 yıl aralıklarla cereyan eden büyük periyodik krizlerini birbirinden ayırmak gerekir.
Elbette Marx Kapital projesi üzerinde çalışırken krizler meydana geliyordu. Bunlar küçük ölçekli krizler olmalarının yanı sıra büyük ölçekli (1820 ve 1870’lerdeki büyük buhranları hatırlayalım) krizlerdi de. Marx, kapitalizmin genel krizlerinden söz ederken daha çok bu büyük iş çevrimlerini baz almıştır.
Dipnotlar:
[1] Kapital, Cilt III. Aktarım: A. Shaikh, Bunalım Kuramlarının Tarihine Giriş, Dünya Kapitalizminin Krizi, Belge yay., Derleme, 2. Baskı / 2009
[2] Artı-Değer Teorileri, Aktarım: A. Shaikh, a.g.m.
[3]Bkz.: A. Shaikh, a.g.m., s. 161-162
[4] A. Shaikh, a.g.m., s. 144
* Benzer bir tartışma için bkz.: S. Savran, Keynesçilik, Fordizm, ‘refah devleti’: Bir efsaneye reddiye, Devrimci Marksizm, Sayı: 10-11
[5] BirGün kitap, 29.10.2011
** “İstisnaî olarak doğru olabilse bile, kâr oranındaki düşüşü ücret haddinde bir artışla açıklamak kadar saçma bir şey olamaz.” [Kapital III, Bölüm XVI]
[6] A.g.m.
* Gencer Çakır
Sosyolog
lillefured@gmail.com