Emekçi kitleleri bu mücadelede devrimci bir tarzda emekçi demokrasisi ve sosyalizm yolunda örgütleyen devrimci yapıların yokluğunda bu muhalefetin yenilgisi kaçınılmaz. Ancak Oakland ve Yunanlı emekçilerin anarşistlerin taleplerinin ötesine taşan talepleri ve eylem biçimleri direnişin alması muhtemel bir başka yoludur Oldukça güzel ve güneşli bir gün ve biz ”Londra Borsasını İşgal Edin” (LBİE) eylemcilerinin çadırlarının bulunduğu […]
Emekçi kitleleri bu mücadelede devrimci bir tarzda emekçi demokrasisi ve sosyalizm yolunda örgütleyen devrimci yapıların yokluğunda bu muhalefetin yenilgisi kaçınılmaz. Ancak Oakland ve Yunanlı emekçilerin anarşistlerin taleplerinin ötesine taşan talepleri ve eylem biçimleri direnişin alması muhtemel bir başka yoludur
Oldukça güzel ve güneşli bir gün ve biz ”Londra Borsasını İşgal Edin” (LBİE) eylemcilerinin çadırlarının bulunduğu St Paul Katedraline doğru yaklaşıyoruz. Katedralin önüne ilk vardığımızda gözümüze üzerinde Öcalan’ın bir resmi olan PKK’lilerin çadırı takılıyor. Önce onlarla biraz sohbet ettik. Üç tane anti-kapitalist Kürt genci var çadırın başında. Bize kamp hakkında ilk bilgileri veriyorlar. Kapitalizmin herkesi ezdiğini ve bu yüzden herkesin bir şekilde birlik olması gerektiğini söylüyorlar. Kampta bir meclis olduğunu ve tüm kararların günlük toplantılarda demokratikçe tartışılarak alındığını anlatıyorlar.
Arkadaşım onlara basında yer alan polis baskınını soruyor. Onlar ise birisinin silah gördüğü şeklinde bir ihbar yaptığını, bunun üzerine ise polisin silahlı ekiplerle çadırlarını bastığını söylüyorlar. Aramızdaki genel kanı ise, polisin aslında bunu bahane olarak kullandığı, asıl hedefin oradaki kapitalizmi protesto eden ve çadır kuran insanlar olduğu. İngiltere’de polis normalde silah taşımaz ve ancak silahlı bir olay olma ihtimalinde silahlı ekipler olay yerine yollanır. Bu ekiplerin adam öldürme konusunda sabıkaları çok fazla. En son birkaç ay önce bir siyah yoksulu vurarak öldürmeleri, ülke çapında yoksul gençlerin birkaç gün süren ayaklanmasına yol açmıştı. Polis baskını sırasında yoldaş eylemciler Kürt arkadaşlara desteklerini hemen vermişler.
İngiltere’de 1990’ların başından beri binden fazla kişi polisin elinde ölmüş durumda. Son Londra isyanlarından sonra benim basında okuduğum kadarı ile polis tarafından öldürülen kişi sayısı üç ( bunlar tazer denen şok tabancası ile öldürüldüler). Bunlardan birinde ölen genç kendisi çağırmıştı polisleri, ama polisler kendisine şiddet uygulayınca, evinin dışına kaçıyor ama polisler onu taser tabancası ile şokluyor ve öldürüyorlar. Bazı şahitler zavallı gencin öldürülmeden önce yardım için ”polis polis” diye bağırdığını söylüyor.
Önce çadırlar arasında dolanıyoruz, sabahın erken vakitleri ve insanlar yeni yeni uyanıyor, bir çadır kahve ocağı olarak ayrılmış. İki çay alıp gezimize devam ediyoruz. Çadırların, çevrede bulunan ağaçların duvarların hepsi değişik yazı ve duyurularla dolmuş. Kamptakilerin çoğunluğunu anarşistler oluşturuyor, anarşistler her zamanki yaratıcılıklarını göstermişler, özellikle bazı sloganlar ve yazılar oldukça güzeldi. Halkı kendileri ile birleşmeye çağıran ve oldukça etkili bir dille yazılmış bir duvar yazısı ”bizler protestocu değiliz, bizler direnişiz” diyordu. Yazı güzel ama sanırım gerçeklikten çok özlemi dile getiriyor. Kamp bir direniş değil protesto kampı.
Konuşacak birilerini bulabilir miyiz diyerek enformasyon çadırına gidiyoruz. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen çadır oldukça kalabalık. Dışarıda çadır çevresinde birçok insan var ve bunlardan bazıları içeri girip bağışlarda bulunuyorlar. Bağışta bulunan bu insanların çoğunluğu orta sınıf olarak nitelendirilebilecek insanlar. Ama para verirken tavırlarından politik olarak protestocuları destekledikleri çok açık olarak görülüyor. Aynı olguya akşamüstü aynı çadıra tekrar geldiğimde şahit oluyorum.
Çadırda bulunan gönüllü bizim Türkiye sosyalist basınından geldiğimizi öğrendiğinde basın grubundan birilerini bulmak için çaba gösteriyor ama anlaşılan sabahın erken saatlerinin de olması sebebi ile kimseyi bulamıyor. Bunun üzerine biz iki saat kadar civarda vakit geçiriyoruz ve tekrar enformasyon çadırına geliyoruz. Bu sefer çadırda Sam isimli başka bir gönüllü var. Oldukça meşgul olmasına rağmen bizim ile konuşmayı kabul ediyor. Ancak söylediklerinin sadece kendini bağladığını belirterek.
Sam 1999-2000 yılındaki anti-küreselleşme gösterilerini ilk örgütleyen Reclaim The Streets (RTS) adlı grubun eskilerinden. RTS anarşist bir gruptu ve adını o zamanlar araba kültürüne ve kapitalizme vb karşı eylemleri ile duyurmuştu. Sonra anti-küreselleşme eylemlerinin ilki olan 1999 Haziran’ında J18 eylemini organize ettiler. RTS’nin o zamanki eylemlerine ben de katılmıştım. Dünya finans sermayesinin kalbi olan City’de organize olan çok yaratıcı ve barışçıl bir eylemdi. Ama polis eylemin sonlarına doğru kitleye saldırdı, birçok kişi tutuklandı, bunun üzerine direnen gençler çevrede bulunan birçok banka ve şirketin camını çerçevesini indirdiler. Bir polis arabası doğrudan göstericilerin üzerine sürülmüş ve birçok kişi yaralanmıştı. Olaydan sonra polis birçok eylemciyi 12 Eylül yönetimi gibi duvar afişleri ile aradı. Bu eylem daha sonra Seaatle’da yapılan eylemin öncülüdür.
Sam’a o zamandan bu yana nelerin değiştiğini soruyorum. O zamanlar kapitalizmin özel bir dönemi olan küreselleşme karşıtlığının asıl olduğunu, ama ABD de başlayıp her tarafa yayılan İşgal et eylemlerinde ise hedefin artık kapitalizm ve emperyalizm olduğunu söylüyor. Dünya da birçok sorun olduğunu ama kapitalizm hedeflenmeden bu sorunların çözülemeyeceği fikri, insanlarda giderek daha çok bilince çıkıyor.
Ben ”ABD de başlayan bu hareket …” diye başlamak üzere iken Sam hareketin başlangıcının ABD değil Tunus olduğunun altını çiziyor. Asıl ilham aldıkları şeyin Tunus’ta başlayan Arap halklarının isyanları olduğunu söylüyor. Ben de o zaman Tunuslu direnişçilerin içinde antikapitalistler de olmasına rağmen büyük çoğunluğunun anti-diktatör olduğunu söylüyorum. Mısır’da da durum pek farklı değil. Bu durumda Arap halkının direnişinin hangi öğesinin kendilerine esin kaynağı olduğunu soruyorum. Direnişleri diye cevap veriyor.
Sorum üzerine kamptaki her işin kamp meclisinde demokratik bir biçimde karara bağlandığını söylüyor. Meclis her gün toplanıp kararlar alıyor. İşbölümleri yapılıyor ama hiyerarşi yok. Herkesin eşit bir oyu var. Herkesin söz hakkı var. Ben ona bu tür komitelerin tarihte dünyanın birçok yerinde kurulduğunu, en önemli olanlarının Paris komünü ve Sovyet komiteleri olduğunu söylüyorum. Kendi komitelerinin de antikapitalist olarak kapitalizmi hedefleyip hedeflemediğini soruyorum. Elbette diyor kapitalizmi hedefliyoruz. Peki o zaman yerine nasıl bir yapı kurulacağını soruyorum. Sam bu konuda kafası net değil. Ancak eylemlerinin küresel olduğunu vurguluyor. İşgal et eylemlerinin olduğu her yerde benzer komiteler kuruluyor. Dünya’nın her tarafında İsgal et eylemcileri tarafından kurulan bu entarnasyonalist komiteler, kapitalizmi yıkmak için örgütlenmiş Paris Komünü ya da Türkiye’deki Direniş Komitelerinden oldukça farklı.
Gerek Paris Komünü gerekse Direniş Komiteleri kapitalizmi yıkmayı ve yerine emekçilerin demokrasisini getirmeyi amaçlıyorlardı ve yapılanmaları da bu amaca yani kendi iktidarlarını kurma amacına yönelikti. Ancak İşgal et komiteleri bana daha çok varolan eylemin sorunlarını çözmek için oluşturulmuş ve eylem sonrası dağılacak komiteler görünümü veriyor. Burjuvazinin Paris komününe tepkisi 30000 ile 70000 arası komüncüyü katletmek olmuştu. Direniş komitelerini ise devlet kendisine muhatap görüyordu, o yüzden özellikle Fatsa 12 Eylülün şiddetinin en yoğun yaşandığı yerlerden birisi oldu.
Bu komitelerin bence önünde iki olasılık var, ya eylem büyüdükçe bürokratlaşacak ve tabii dah
a sonra dağılacak (ki şimdiden mesela New York’taki komite yanında daha üst bir organ olan Spokes Council oluşturulmuş durumda ve ortaya çıkan bürokratikleşmeyi eylemcilerden Fritz Tucker oldukça güzel anlatıyor. (http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=27479)
Ama ikinci bir olasılık ise bu komitelerin gittikçe ağırlaşan krizin etkisi ile hızla radikalleşmesi ve devrimcileşmesi. Oakland’da olan işçi eylemleri buna işaret ediyor. Oakland’daki eylemler artık basit bir oturma eyleminden çıkmış işçilerin katıldığı genel greve dönüşmüş durumda. Sanırım her iki eğilimde komitelerde temsil ediliyor.
Sam’a 10 yıl kadar önceki anti-küresel eylemlerin, özellikle de sosyal forumların devreye girmesi ile sönüp gittiğini söylüyorum. Bu sönme de devlet destekli NGO’lardan para alan sosyal forumların etkisini soruyorum. Bu arada basında bazı devlet destekli NGO’ların İşgal et eylemlerine olan desteklerini ve bu destekleri nasıl karşıladıklarını soruyorum. Örnek olarak da New York’taki eyleme giden CIA ile bağları basında yer almış olan bazı kuruluşları soruyorum. İlke olarak şartları olan hiçbir vakıf, kurum ve şahıstan para almadıklarını, o yüzden de bu tür kurumları kafadan reddettiklerini söylüyor. Ama bazı şirketlerin para yardımında bulunduklarında hiçbir şart ya da reklam koymadıklarını, böyle durumlarda bu yardımların tartışıldığını belirtti.
Eylemler hemen tüm ülkelerde halk nazarında çok haklı talepleri dile getiriyor bu yüzden halk eylemcileri destekliyor. ABD de devlet eylemcilere saldırınca sıradan halk bir şekilde alanlara aktı ve eylemcileri korudu. San Francisco yakınlarında bir liman şehri olan Oakland’da şehir çapında bir genel grev bile örgütlendi. Yine ABD’de örneğin Albany kasabasında polis bile valiliğin göstericileri dağıtma kararına karşı çıktı. Öyle ki burjuva basında bile sempati ifade etmeyen çok az gazeteci var. Yani İşgal et eylemcilerinin taleplerinin meşruiyeti karşısında emperyalist politikacılar bile itiraz edemiyor. Hatta mırıldanarak da olsa bu taleplerin meşruluğunu söylemek zorunda kalıyorlar.
İşgal et eylemleri Sam’ın da belirttiği gibi doğrudan kapitalizmi hedefleyen eylemler. Oldukça geniş bir çerçevede seyreden taleplerin özünü kapitalizmin yok edilmesi oluşturuyor. Bu eylemlerin hiç akıldan çıkarılmaması gereken bir yanı ise bunların halkın yüzde doksan dokuzunun taleplerini yansıtması. Yani onlar yüzde 1, biz yüzde 99 sloganı bir propagandadan çok bir gerçeği yansıtıyor. İşgalcilerin savunduğu ve krizi bankaların ve finans çevrelerinin oluşturduğu, bu krizi yoksulların üzerine yıkmak istediği tezleri aslında sokaktaki insanların da düşüncesi. Sosyalist Blokun yıkıldığı 1989 yılından bu yana kapitalizm özellikle emperyalist ülkelerde ilk kez bu kadar yaygın bir biçimde sorgulanıyor. Ama bence İşgal et hareketinin açmazı da burada. Çünkü çoğunluk olarak anarşistlerin denetiminde olan hareket bu tepkiyi örgütleme ve emperyalizme karşı gerçek bir direniş hareketine yöneltme yeteneğinden yoksun. Anarşizm ideolojik olarak kendiliğindenci bir hareket, hiyerarşi oluşturduğu gerekçesi ile kitlelerin iradi olarak örgütlenmesine karşı çıkıyorlar.
Ama diğer yandan tekelci basında birçok kişi bu hareketi tehlikesiz buluyor. Mesela Guardian’dan Simin Jenkins politikası ve programı olmayan bu hareketin manşetlere çıksa da kaybolup gideceği. Bunun nedeni bu eylemcilerin kendileri ile benzer talepleri savunan geniş halk kitlelerini örgütleme yeteneğinin olmaması. Bu yeteneksizlik anarşizmin örgütlenmeyi reddeden anlayışının sonucu. Bunu soruyorum ve Sam ise kendilerinin Doğrudan Eylem yanlısı olduklarını söylüyorlar. Geçmişte RTS liman işçileri ve metro işçileri grevlerine destek vermişti. Ama doğrudan bir işçi sınıfı örgütlemesi yapmadıkları için bu çabalar sonuçsuz kaldı ve bu küçük anarşist gruplar da kısa zaman sonra dağıldılar. Burjuvazinin rahatlığı ise anarşistlerin örgütleyemediği noktada bu boşluğu denetimlerindeki NGO’larla kendilerinin dolduracağına inanmaları. 2000 yılından sonraki anti küreselleşme hareketinin ve Dünya Sosyal forumunun düştüğü durumu görürseniz eğer, bu beklentilerinin öyle hiç de temelsiz olmadığını görebilirsiniz.
Ancak bu eylemler şunları gösteriyor. Emekçiler artık tekelci burjuvazinin saldırılarına karşı giderek daha fazla direnecekler. Önümüzdeki yıllar özellikle kapitalist metropollerde emekçilerin muhalefetinin hızla arttığı ve radikalleştiği yıllar olacak. Ancak emekçi kitleleri bu mücadelede devrimci bir tarzda emekçi demokrasisi ve sosyalizm yolunda örgütleyen devrimci yapıların yokluğunda bu muhalefetin yenilgisi kaçınılmaz. Ancak Oakland ve Yunanlı emekçilerin anarşistlerin taleplerinin ötesine taşan talepleri ve eylem biçimleri direnişin alması muhtemel bir başka yoludur. Bu direnişler yeni devrimci hareketleri yaratma ve var olan işgal et komitelerini direniş komitelerine dönüştürme potansiyelini barındırıyorlar.