Bugünkü baskının ve zulmün üstünü örtmek için geçmişteki acıları operasyonel amaçlı kullanmakla günah çıkmaz, tam tersi büyür Sağ olsun Başbakanımız tartışılmasını uygun gördüğü gündemi grup toplantısında ilan etmişti: Dersim. Ve dün siyasi rakiplerine gol atmış olmanın muzafferliğini yansıtan alaycı bir tebessümü gizlemeye gerek görmediği konuşmasında Başbakan’ın devlet adına dilediği “özür” yine bildik saflaşmaları yarattı. Bir […]
Bugünkü baskının ve zulmün üstünü örtmek için geçmişteki acıları operasyonel amaçlı kullanmakla günah çıkmaz, tam tersi büyür
Sağ olsun Başbakanımız tartışılmasını uygun gördüğü gündemi grup toplantısında ilan etmişti: Dersim. Ve dün siyasi rakiplerine gol atmış olmanın muzafferliğini yansıtan alaycı bir tebessümü gizlemeye gerek görmediği konuşmasında Başbakan’ın devlet adına dilediği “özür” yine bildik saflaşmaları yarattı. Bir tarafta Başbakan’da devrimci bir öz bulanların alkışları, diğer taraftan devletin temeline dinamit koymakla suçlayanların yuhalamaları. Bayat bir filmin bu kaçıncı tekrarı!
Çok uzağa gitmeye gerek yok. Erdoğan Anayasa referandumundan önce asılan devrimcileri diline dolarken, Mahir Çayan’ın ve Deniz Gezmiş’in posterlerini evlerinde bulundurmaları, onları anmaları gibi gerekçesiyle hapishanelerde yatan gençlerin sayısı her gün artıyordu. Daha da ötesi gerici-ırkçı hezeyanlara oynayarak, “devletin kritik noktalarında odaklanan dedeleri (yani Alevileri) temizleme” imaları ve imayı aşan propaganda konuşmalarıyla “evet” oyu devşirilen referandum sonucu, 12 Eylül’ün sermaye yanlısı ruhu ve bu ruhun gereklerini yaşama geçirmeyi kolaylaştırmak adına yasamayı ve yargıyı yürütmeye tabi özü neoliberal döneme uygun biçimde yeniden üretiliyordu.
Eldeki kan, dildeki özür
Özür dilemenin çeşitli sözlüklerde “af dilemek, tövbe etmek” gibi karşılıkları var. Tövbe etmek yanlış görülen bir eylemi bir daha tekrarlamayacağına dair söz vermek anlamına geliyor ve “af” ancak bu sözün somut bir eylemle yani pratikle desteklenmesi halinde söz konusu olabiliyor. Çeşitli toplumlarda tarihle hesaplaşma adına dilenen özürler bir dizi yasal düzenlemeyle ve eylemle somutlaşıyor. Irkçılık ve ayrımcılığa dair sert yaptırımlar, yaşanan katliamın inkarının yasaklanması, suçu işleyen şiddet aygıtlarının tasfiyesi, demokratikleşme vs. bu bağlamda gündeme geliyor ve büyük trajedilerin bir daha asla yaşanmamasına dair güvence oluşturma iradesi gösteriliyor.
Dönelim Erdoğan’ın özrüne. Başbakan Meclis’te Dersim tartışmasının fitilini ateşlerken Türkiye’nin en büyük gözaltı operasyonlarından biri yaşanıyordu. Gazetecilerle, aydınlarla, Belediye Başkanlarıyla, milletvekilleriyle, akademisyenlerle öğrencilerle, sendikacılarla, hak mücadelesi verenlerle doldurulmuş Türkiye hapishaneleri dünyada en çok siyasi mahpusu barındırma rekorunu egale ediyordu.
Kişilerin geçmişleri, akrabaları, kişilikleri “suç delili” olarak Bakanlar’ın diline dolanabiliyor ve hapishanedeki bir akademisyenin, Büşra Ersanlı’nın üniversitedeki odasına saldırı düzenleyenler iktidarın dilinden ifadeleri duvarlara yazıyorlardı.
İktidar destekçisi gazeteciler karşıtlarının mezhebini, etnik kökenini, eski eşlerinin dinini öne sürerek Türk-İslamcı refleksleri kaşıyorlardı. Bir Başbakan süren bir dava ile ilgili olarak “suçu olmayan kimse içeride değil” cümleleriyle kendini yargı yerine koyuyor, daha doğrusu yargının yeni işlevini ilan ediyordu.
“Amin” sesleri arasında yüzde 5’in “evlerine ateş salınmasını, feryad-ı figan salınmasını, köklerinin kesilip kurutulmasını ve işlerinin bitirilmesini” dileyen “cemaat önderi”nin duasını gerçekleştirmek adına kadrolar harekete geçiyor, devletin geleneksel çizgisi, Kürt sorununu şiddetle çözme ısrarı yeni silahlarla, yeni kadrolarla, yeni taktiklerle derinleştiriliyordu. İktidar yanlısı gazeteler en iyi savaşan iktidarın AKP iktidarı olduğundan övgüyle bahsediyor, köklerinin kazınmasına ne kadar olduğuna dair iddialara giriyorlardı.
Zulüm ile abad olanın mezesi
Evet, özür dilemek bir erdemdir. İki arkadaş arasında dilenen özürde bile şu söylenir: “Söz, bir daha tekrarlanmayacak”. Eşitsiz güç ilişkilerinin söz konusu olduğu bir ortamda bu da yetmez, dilenen özrün bir “büyüklük ve egemenlik şovu” haline gelmemesi için daha da fazlası gereklidir. Aksine “açıklasana mezhebini” nutukları atarken, Şerzan Kurt’un, Uğur Kaymaz’ın katillerini kollarken, Hrant’ın katlinde açıkça sorumluluğu olanları koltuklarının altına alırken, Metin Lokumcu’yu öldürüp ardından ona sahip çıkanları tutuklatırken, hatta “kadın mı kız mı bilmiyorum” diye sorgularken, kendine iman ettiremediği Kürtleri “Zerdüşt” ilan ederken, yüzde 10 barajıyla yetinmeyip hapishaneleri kendine iman ettiremedikleriyle doldururken, yeni “varlık vergileri” peşinde koşarken, oy hakkını ilga etmeyi kitabına uydurmaya çalışırken, Hakikatleri Araştırma Komisyonu önerilerini ısrarla reddederken dilenen özür, bu halkın acılarını “meze” yapmaktan başka bir şey değildir. “BDP’ye ve CHP’ye nasıl çaktım” duygusunu vere vere dilenen bir özür, “zulüm ile abad olma”nın başka bir versiyonudur.
Bugünkü baskının ve zulmün üstünü örtmek için geçmişteki acıları operasyonel amaçlı kullanmakla günah çıkmaz, tam tersi büyür. Ancak Erdoğan’ın Demokrat Parti’den devraldığı Devri Sabık yaratma geleneğinin en fazla nerelere gideceği geçmişten bellidir. 2. Dünya Savaşı sonrası savaş rantlarını vergilendirmek bahanesiyle çıkartılan ancak Türk burjuvazisi yaratma hedefine uygun biçimde ırkçı biçimde uygulanan Varlık Vergisi rezaletini bolca teşhir eden Menderes hükümetinin İstanbul’daki azınlıkları hedef alan 6-7 Eylül saldırılarını tezgahlaması basit bir ikiyüzlülük değildir. Belirli bir toplumsal düzeni sürdürmenin altın kuralıdır: Eskisinden farklı gibi görünmek ve eskiyi yeni duruma uygun biçimde yeniden üretmek. Erdoğan bu kuralı başarıyla uygulamaktadır.
Hakikaten yeter. Dersim’de öldürülen Seyit Rıza’nın deyişiyle “ayıptır, zulümdür, cinayettir”. Bundan 65 yıl sonra onurlu ve insanca yaşama hakkımızı gasp eden başka kudretlilerin, sahtekârca, sırıta sırıta, elinde belgeler sallayarak, bu dönemi devri sabık ilan edip, Erdoğan’ın günahlarının özrünü dilemesini izlemek istemiyoruz. Bizim sahtekârca özürlere değil, bu düzeni bozacak gerçek halk mücadelelerine ihtiyacımız var.