Birkaç gün sonra yani 17 Kasım Perşembe günü saat 10.00’da “Devrimci Karargah” ana davası görülecek. Bizlerin gündemine girdiğinden bu yana üçüncü kez önünde olacağımız duruşma, içerik olarak yerinde saysa da içinden geçtiğimiz politik ortamda kat be kat anlam kazanmış durumda. Hatırlarsak bundan tam tamına 14 ay önce evleri basılarak gözaltına alınan SDP ve TÖP-G üyeleri […]
Birkaç gün sonra yani 17 Kasım Perşembe günü saat 10.00’da “Devrimci Karargah” ana davası görülecek. Bizlerin gündemine girdiğinden bu yana üçüncü kez önünde olacağımız duruşma, içerik olarak yerinde saysa da içinden geçtiğimiz politik ortamda kat be kat anlam kazanmış durumda. Hatırlarsak bundan tam tamına 14 ay önce evleri basılarak gözaltına alınan SDP ve TÖP-G üyeleri ayrıca Red dergisi ve Bilim ve Gelecek dergisi yazarları komploya kurban gitmiş, ortada delil dahi yok iken aylarca cezaevinde kalmışlardı. Verilen ortak mücadelenin, gösterilen devrimci dayanışmanın sonucunda 11 Ağustos’ta önemli bir kısmı serbest bırakılmıştı.
12 Eylül referandumu sonrasında gerçekleşen komplo birçok yönden ele alınabilecek kritik bir mesele olarak kendini var ederken, o günden bugüne gelinen noktaya baktığımızda daha da anlam kazanmış ve güncelliğini halen korumaktadır. Referandum sürecinden güç kazanarak çıkan AKP hükümeti, çok beklemeden başta sosyalistler ve Kürt halkını hedef alan soruşturma-gözaltı-tutuklamalarla hamle yapmış, kendine muhalif kesimlere yönelik saldırı pozisyonu almıştı. Aradan geçen süre zarfında yaşanan gelişmeleri belleğimizin bir kenarında tutarak bugüne baktığımızda saldırıların sertleştiğini ve sistematiğinin arttığını görüyoruz. Son yapılan milletvekilliği seçimlerinden zaferle ayrılan hükümet ilan ettiği “ustalık” döneminde kendi meşruluk sınırlarını zorlayan derecede, daha önceden aldığı saldırı pozisyonunu arttırmakta. İktidara geldiği günden bu yana geçen süre zarfında sermayenin desteğini arkasına alarak başta statükocu güçler karşısında elde ettiği kazanımları ve yükselen sermaye desteğini arkasına alarak yapacaklarının finalini gerçekleştirme niyetinde. Başta Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrarcı bir politika yürütmesi siyasi ortamı belirleyen ana gündem olarak karşımızda, diğer yandan toplumsal muhalefet güçlerine karşı topyekun bir saldırı furyası başlatması, yapılan operasyonlar sonrasında gerçekleşen tutuklamalar ile yürütülen politikanın sonucunda oluşan siyasal atmosfer oldukça kaygı verici. Geriye doğru yaşananları hatırladığımızda HES karşıtı mücadele verenler ve hala tutsak olan Hopa protestocuları, yükselen öğrenci eylemleri ve art arda sıralayabileceğimiz birçok şey. Ve bu gelişmelere hükümet cephesinin sert yanıtı, yaşananlara karşı tahammülsüzlüğü göze batmakta. Tahammülsüzlük sonucunda hamlelerin ardı ardına gelmesi, saldırıların pervasızca olması, tutuklama furyasının tüm kesimleri hedef tahtasına koyması AKP iktidarının meşruluğunu sorgulatacak biçimde ilerlemekte. Ne kadar da zayıf, pasif kısaca muhalefetsiz diyebileceğimiz bir ortamda serbestçe istediği hamleyi gerçekleştirse de, tüm bu uç tutuklamaları ve pervasızca saldırıları telaşa kapılma hali ile yapma olasılığı çokta imkansız gibi görünmemekte. Seçimlerin bir diğer galibi ve etkili muhalefet Kürt hareketine dönük tutuklama furyası “diz çöktürme” amacı ile dayatılan çözümsüzlük politikası Kürt hareketini tavsiye etme yolunda hızlı hamleler yapmakta. “KCK” tutuklamalarında binleri bulan tutukluların üstüne son büyük operasyonda gözaltına alınan Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nun tutuklanması. Gençlik hareketine yönelik en son süreçte Özgürlükçü Gençlik Derneği üyelerinin alakaları olmayan “TKP/Kıvılcım” örgütü üyesi olma iddiası ile gözaltına alınmaları, Sosyalist Gençlik Derneği üyesinin “KCK” davasından gözaltına alınması ve DİSK’e bağlı öğrenci gençlik sendikası Genç Sen’e verilen kapatma kararı. Solaklı halkının yaşadıkları ve hala devam eden Hopa davaları gibi saldırıların uçlaştığı bir dönemde “Devrimci Karargah” davasına gidiyoruz. Aslında yanılmadık, birçok kere yazmıştık ekoloji mücadelesi, Kürt halkının mücadelesi, gençliğin özgürlük mücadelesi ve verilen kadın mücadelesi v.b defalarca sıralandı, yaşananlar yazdıklarımızın doğruluğunu ispatlıyor. 21 Eylül’de komploya maruz kalan sosyalistlerin durumu, Hopa olaylarından suçsuz yere tutuklu bulunanlarınkinden veya Kürt halkının bugün maruz kaldıklarından bağımsız ele alınabilinir mi? Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nun tutuklanması ve son dönemde yaşanan gelişmeler birbirinden bağımsız olabilirler mi? Peki ya son dönemde artan ırkçı söylemler ve saldırılar, hızla artan kadın cinayetleri ve sayısı 500’ü bulan tutuklu öğrenciler. Tüm bunlar topyekun sindirilmeye ve sesi kısılmaya çalışılan toplumsal muhalefete dönük kapsamlı bir “yok etme” operasyonu değil midir?
Gün, Büşra Ersanlı için 700 akademisyenin dilekçe verdiği gündür. Gün bu topyekun saldırı furyasına karşı birlikte mücadeleyi yükseltme günüdür. “Devrimci Karargah” davası böylesi bir ortamda önemli bir durak, yalnızca boşa çıkarılan komplonun devamının getirilmesi değil, içinden geçtiğimiz süreçte verilecek anlamlı bir cevap olacaktır. Uygulanan bu topyekun saldırı furyasına karşı verilecek her türden cevap çıkarılacak her sesin anlamlı ve önemli olduğu bir dönemde; Büşra hocaya destek olmak için, Solaklı halkının yanında olmak için, Kürt sorununda savaşta ısrar edenleri teşhir etmek için birlikte olunmalı. HES karşıtı mücadeleye karşı yapılan baskıya dur demek için, Hrant’a adalet aramak için, “Kadın cinayetlerinin durduracağız” diyenlerin yanında olmak için, anadilde parasız eğitim isteyenlerle yan yana olmak için 17 Kasım’da “Devrimci Karargah” davasında komploya maruz kalan sosyalistlerin yanında olunmalı. Hepimizin gözleri önünde gerçekleşen olaylar, usulsüz tutuklamalar, Kürt halkına yönelik baskılar, Kürtleri yalnızlaştırma politikaları ve her türden muhalif kesime yapılan baskı gün geçtikçe sistemli bir şekilde artmakta. Tüm bu saldırılara karşı verilecek birlikte mücadele, saldırıları boşa çıkartma yolunda en kritik belirleyen olacaktır.