Askerlikte yapılan akıl dışı uygulamalar sanmayın ki anlamsız. O uygulamaların her biri otoriteye baş eğdirmeye yöneliktir. Şuna buna selam çakma talimi aslında otoriteye baş eğmemin talimidir. Siz bir milyona yakın askerimizin gelecek bir savaş için mi tutulduğunu sanıyorsunuz yoksa? Kuzey Kıbrıs’taki askerlik görevi sırasında ‘disko’ olarak bilinen disiplin koğuşuna atılarak gardiyan erler F.K. ve A.A. […]
Askerlikte yapılan akıl dışı uygulamalar sanmayın ki anlamsız. O uygulamaların her biri otoriteye baş eğdirmeye yöneliktir. Şuna buna selam çakma talimi aslında otoriteye baş eğmemin talimidir. Siz bir milyona yakın askerimizin gelecek bir savaş için mi tutulduğunu sanıyorsunuz yoksa?
Kuzey Kıbrıs’taki askerlik görevi sırasında ‘disko’ olarak bilinen disiplin koğuşuna atılarak gardiyan erler F.K. ve A.A. tarafından dövülen, aç ve susuz bırakılan, güneş altında kelepçeyle bekletilen er Uğur Kantar’ın işkenceyle ölümü toplumun ve medyanın ilgisine ‘mazhar’ oldu. Ancak gündemin hızla değişmesi Uğur’u hemen unutturdu. Gardiyan erler tutuklandı, konu yargıda.
Uğur’un ‘disko’ya atılma nedeni olarak basına yansıyan iki söylentiden birisi terhisinin bitimine bir hafta kala toplantı yerine geç gelmesi, diğeri de 4-5 ay önce bir arkadaşıyla yaptığı ağız dalaşı. Uğur ya askeri kurallar açısından küçük bir hata yaptı ya da bir uygulamaya, bir haksızlığa itiraz etti. Her diskoya düşeni öldürürcesine işkence etselerdi işin kokusu çok daha öncelerden ortalığa saçılırdı; ama her içeri girene ‘bir hoş geldin’ muamelesi çekildiğini düşünmek abartı olmaz. İşte girişteki bu ‘muameleye’ Uğur’un karşı durması olasılığı çok fazla. Gardiyan erlere yalvarıp yakarsa, ben ettim siz etmeyin dese, ellerine sarılsa, ayaklarına kapansa, ağlayıp sızlasa ya da ne bileyim işte, kafasını kollarının arasına alarak darbeleri savuşturmaya kalksa belki bugün yaşıyor olurdu. Ama o bedenine ve onuruna yapılan saldırılara karşılık verdi sanırım; fiziksel olmasa bile sözel olarak karşı durmuş, direnmiş olabilir. Ve ‘Vay sen misin koskoca devletin asker gardiyanına direnen… Al sana! Al sana!’
Şimdi zavallı Uğur’u burada bırakıp benzer şekilde katledilen, unutup gittiğimiz Engin Çeber’e dönelim:
Yürüyüş dergisini dağıtırken polis kurşunuyla felç kalan arkadaşları Ferhat Gerçek için yürüyüş yapan Engin Çeber ve arkadaşları gözaltına alınarak polis karakoluna götürülür. Polisin iddiasına göre ifade vermek istemeyen sanıkların ifadeleri ‘orantılı güç’ kullanılarak alınır. Mahkemece tutuklanırlar. Kamera kayıtlarına göre arkadaşı ile farklı odalara alınır ve hemen kapısının önünde elinde cop bir gardiyan peydahlanır. Gardiyan Çeber’in kamera olmayan odasına girip işini bitirdikten 22 dakika sonra dışarı çıkar ve Engin 8 gün sonra rahatsızlanır. Sonunu bilmeyenlerin, ayrıntılar için interneti tıklaması yeterli. Çeber, polisin kendilerini haksız yere gözaltına aldığına itiraz ettiği ve zorla ifadesinin almasına direndiği için ölümcül bir hata yaptı. Ve yine ‘vay sen misin devletin polisine direnen…’ oldu. Gardiyan elinde copu kapıda beklediğine göre rejim muhalifi olduğu ve polise direndiği daha önce kendisine bildirilmiş olmalı. Çeber, gardiyanı insanlık dışı davranışlarına boyun eğmedi. Onurundan ölümüne ödün vermedi.
Sistemin yöneticilerinin katlettiği diğer bir sistem ve yönetim muhalifi Metin Göktepe.
Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe, 8 Ocak 1996 tarihinde Ümraniye E Tipi Cezaevi’nde yaşamını yitiren Orhan Özen ile Rıza Boybaş’ın Alibeyköy’de yapılacak cenaze törenini izlerken gözaltına alındı. Diğer gözaltına alınanlarla birlikte Eyüp Kapalı Spor Salonu’na götürüldü ve gözaltına alınmasına karşı durdu. Burada Metin’e öldürünceye kadar dayak atan polisler, cansız bedenini Spor Salonu’nun büfesinin yanına atıverdiler.
Zamanın polisinden içişleri bakanına, savcısından İstanbul Emniyet Müdürüne kadar devletin zirvesi Metin’in kendi kendine öldüğü konusunda açıklamalarda bulundu; ancak görgü tanıkları Metin’in gözaltında polis tarafından öldürüldüğünü ve cesedinin gözaltında tutulan diğer kişilerin yanından alınarak götürüldüğünü söylediler. Yani mızrak çuvala sığmadı bu kez.
Polislerin Metin’in öldürülmesi için önceden üstlerinden talimat almış olması olasılığı da yabana atılmamalı.
Gerek Çeber, gerekse Göktepe rejim muhalifi olduğu ve polise direndiği için öldürüldü. Öldürülmelerinde rejim muhalifliğinin payı nedir, polise direnmenin payı ne kadardır bunu katillerle onlara talimat verenler ya da göz yumanlar biliyor olmalı.
Er Uğur Kantar ise ya gardiyan erlerin ya da üstlerinin herhangi bir tavrına ya da uygulamasına karşı çıktığı için öldürülmüş olmalı. Anlatılanlara bakılırsa adı geçen Disiplin Cezaevi ‘başını çizgiden çıkaranların hizaya getirildiği’ bir yer ki devletin bütün hapishaneleri benzer şekildedir. Uğur’u ayrıntılı tanımadığımız için Metin ve Engin gibi rejim muhalifi olduğu için öldürüldüğünden söz edemiyoruz. Sadece bir olasılık. Gardiyan erler tutuklandı. Ancak her şeyin; yemeğin, yatmanın, tuvalete gitmenin vs. bile emir-komuta zinciri içinde olduğunu bildiğimiz asker ocağında gardiyanların Uğur’u bir başlarına, kendi iradeleri doğrultusunda işkence ederek öldürdüklerini savlamak insanları saf yerine koymak oluyor ki gerçek saflar başkasını saf sananlardır. Uğur güneş altında elleri kelepçeli beklerken hiçbir asker, rütbeli görmemiş mi durumu? İşkenceyi bir sindirme aracı olarak kullanan sistem suret-i haktan görünmek için kertenkelenin sıkıştığında kuyruğunu feda etmesi gibi, iki eri tutuklayarak kendini temize çıkarmaktadır. Uğur’un komutanları hala görevde iken gerçek nasıl ortaya çıkarılabilir ki.
İşkencenin her türlüsü ve dayak otoriteye baş eğdirmek amacıyla yapılır. Bizim kültürümüzde ‘dayak cennetten çıkmadır.’ Çocuk daha hayata adımını atar atmaz anne-baba, abi-abla gibi en yakın çevreden şiddet görmeye başlar. Çünkü kendileri de görmüştür ve gördüklerini uygulamaktadırlar. Çocuğun söz dinleyeni, babasının önünde diz çökeni makbuldür. Okullarda dayak hala geçerlidir. Çocuk psikolojisi ve eğitimi konusunda olsun, okuttuğu dal konusunda olsun yeterince donatılmayan, mesleğinde gelecek güvencesi görmeyen bir öğretmenin sınıfta düzeni sağlaması ancak şiddet yoluyla olasıdır. Çocuk okulda gördüğü şiddeti çoğu kez ailesine anlatmaz; aksi halde babasından da şiddet görecektir. Aile şiddeti öğrense bile sineye çeker çoğu kez. Öğretmenle, okul yönetimiyle dalaşmak istemez. Nasıl olsa bir şekilde onlar haklı çıkacaklardır. Öğretmen, okul müdürü yerinde kalacağına göre çocuğunu ders yılı ortasında nereye götürecek? Aile bireyleri şiddete, haksızlığa boyun eğenlerdense (ki toplumumuzun büyük bölümü böyledir) zaten çocuklarının boyun eğmesini isteyeceklerdir.
Devlet, rejim, iktidar adına ne derseniz deyin; ailede, sokakta, okulda, camide vs. baş eğdiremediği insanlara askerliklerinde baş eğdirmektedir. Askerliğini yapmamış kişi baş eğme konusunda gerekli ‘terbiyeyi’ almamış olacağı için adamdan sayılmaz. Askerlikte yapılan akıl dışı uygulamalar sanmayın ki anlamsız. O uygulamaların her biri otoriteye baş eğdirmeye yöneliktir. Şuna buna selam çakma talimi aslında otoriteye baş eğmemin talimidir. Siz bir milyona yakın askerimizin gelecek bir savaş için mi tutulduğunu sanıyorsunuz yoksa?
İnsanlara baş eğdirmek, eğilmeyen boyunları vurmak sınıflı toplumlarda iktidardaki sınıfın temel felsefesidir. Öldürmek, yok etmek baş eğdirmenin, diz çöktürmenin en etkili araçlarından birisidir. Bu yöntemi rejimine ve iktidarına muhalif olanlara (Sabahattin Ali’den, Birtan Altunbaş’a, Hrant Dink’e yüzlercesi) uyguladığı gibi amirine, memuruna direnen sıradan insanlara da uygular. Günümüz koşullarında yerine başka seçenekler konsa da (ki bunların en önemlisi dayak ve hapishanedir.) öldürme
ler sürmektedir. Öldürmeler, egemen sınıf temsilcilerinin egemenliklerini sürdürebilmek için kendi halkına karşı yürüttüğü gizli ve ahlaksız bir iç savaştır. Metin Göktepe, Engin Çeber ve diğerleri bu kirli savaşın kurbanlarıdır. Büyük bir olasılıkla Uğur Kantar da öyledir.
Hızlı gündem değişiklikleri ne Deniz Fenerini ne de Uğur’u bize unutturmalı. Zira her iki olay da ahlaksız kapitalist sistemin iki yüzünün birer fotoğrafıdır; bir madalyonun iki yüzü gibi.