Bir savaş suçları vardır, bir de savaşmanın suçu. Bu öyle bulaşıcı bir suç ki herkes kısa zamanda düşmanına benzer Dün Hakkâri’den rakamlar yükseliyordu. Uğultuyla, acıyla. Kanıksanmış bir acıyla. 1993’ten beri Türk ordusunun maruz kaldığı en büyük saldırıyla karşı karşıyaydık. Ölmüş genç insanların tarihe uğultulu bir rakam olarak düştüğü bir gündü. Savaş günü. Kimse kimseye itidal […]
Bir savaş suçları vardır, bir de savaşmanın suçu. Bu öyle bulaşıcı bir suç ki herkes kısa zamanda düşmanına benzer
Dün Hakkâri’den rakamlar yükseliyordu. Uğultuyla, acıyla. Kanıksanmış bir acıyla. 1993’ten beri Türk ordusunun maruz kaldığı en büyük saldırıyla karşı karşıyaydık. Ölmüş genç insanların tarihe uğultulu bir rakam olarak düştüğü bir gündü. Savaş günü.
Kimse kimseye itidal çağrısı yapamıyordu sabah saatlerinde. Kimse kimseden olgunluk bekleyemiyordu. ‘En iyi Kürt ölü Kürttür’, ‘Hepsinin leşleri yan yana dizilsin, görelim’, ‘Apo idam edilsin’ minvalinde, hiçbir iyi şeye hizmet etmeyen, kan kusan, kötü, ırkçı söylemler solucan solucan sistemimize giriyordu.
MHP’li vekiller ivedilikle ‘müzakerenin bırakılması mücadeleye ağırlık verilmesi gerektiğinden, Kuzey Irak’a girilip kalınmasından’ söz ediyordu. Savaş böyle bir kitap işte, kapağı açıldığı anda sayfaları uçar adım çevriliyor.
Ne diyordu Murat Karayılan, Ahmet Altan’a yazdığı taze mektubunda? “Bu güç (PKK), özgürlük için dağa çıkmış, herhangi bir yenilgiyi yaşamadığı gibi, davasını milyonlara mal etmeyi başarmış bir güçtür.”