Bugünlerde hükümetle işçi sendikaları arasında sendikal örgütlenme, grev ve toplu sözleşme koşullarını belirleyen 2821 ve 2822 sayılı yasaların değiştirilmesi üzerinde görüşmeler yapılıyor. Bu yazıyı kaleme alırken üç işçi konfederasyonunun web sitesine baktım, belki bir değerlendirme yapmayı kolaylaştıracak bilgi vardır diye. Ancak görüşmelere ilişkin üç konfederasyonun sitesinde de tek bir cümle bile yer almıyordu. Toplantıya katılan […]
Bugünlerde hükümetle işçi sendikaları arasında sendikal örgütlenme, grev ve toplu sözleşme koşullarını belirleyen 2821 ve 2822 sayılı yasaların değiştirilmesi üzerinde görüşmeler yapılıyor. Bu yazıyı kaleme alırken üç işçi konfederasyonunun web sitesine baktım, belki bir değerlendirme yapmayı kolaylaştıracak bilgi vardır diye. Ancak görüşmelere ilişkin üç konfederasyonun sitesinde de tek bir cümle bile yer almıyordu. Toplantıya katılan konfederasyon yetkilileri yapılan görüşmeleri (niyeyse) sır gibi saklayıp resmi bir açıklama yapmazken ortalıkta dolaşan söylentilere bakılırsa noter şartının kalkması, sendika temsilci ve yöneticilerinin güvencesinin genişletilmesi gibi bazı olumlu değişiklikler düşünülüyor. Diğer taraftan devletin sendikal faaliyet üzerinde daha sıkı denetim kurmasını sağlayacak bazı düzenlemeler ve özellikle sendika yöneticilerinin fiilen işkollarında çalışma şartının kaldırılmasına yönelik değişiklikle sendikal aristokrasinin güçlenmesini sağlayacak önemli değişiklikler gündemde. Kuşkusuz en önemli konu barajın kalkıp kalkmayacağı veya yüzde kaç olacağıdır. Hükümet sendikaların ipini çekecek mi yoksa bugüne kadar olduğu gibi “Demokles’in kılıcı” gibi sendikaların tepesinde sallamayı sürdürecek mi, göreceğiz..
Sendikal örgütlenmenin önündeki yasal engellerin kaldırılması, toplu sözleşme ve grev hakkının serbestçe kullanılması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması işçi hareketinin hep gündeminde olmuştur. Ancak bu; mevcut yasal sınırları zorlayan bir işçi hareketi olduğunda gerçek anlamına kavuşuyor. Sınıf hareketinin ortak bir mecraya yönelme imkanlarının henüz olmadığı tek tek bazı olumlu örneklerle günü idare etmeye çalıştığı bir dönemde yasal düzenlemelerin sınıf hareketine nasıl etkileyeceği tartışmalı bir konudur. Çünkü gerek dünyada gerek ülkemizdeki sınıf hareketi dinamiklerine baktığımızda önce işçi sınıfının dipten gelen dalgası görülür ve bu dalganın yasa duvarlarına çarpmasıyla yasal düzenlemeler işçi hareketinin gündemine girer. Türkiye’de işçi hareketi ilk grevini daha grev yasası yokken yapmıştı.
Kapitalist rejimlerdeki bütün yasal düzenlemeler gibi Türkiye’deki grev vb. yasalar da bir taraftan işçi hareketinin taleplerine cevap verilmek zorunda kalınması diğer tarafta sınıf hareketini yasal bir çerçeveye hapsetme isteğinden kaynaklanan diyalektiğin sonucu oluşmaktadır. Kamu Çalışanları hareketi de 1990’lı yılların başlarındaki mücadelesinin sonucu olarak örgütlenme haklarının yasal bir güvenceye kavuşmasını istediler ve sonra kendi yasalarının kölesi oldular.
Kuşkusuz burada temel hak ve özgürlüklerin yasal güvenceye kavuşturulmasının önemi yadsınacak değil. Ancak şurası açık ki, önümüzdeki günlerde yapılması beklenen yasal değişikliklerin iki önemli dinamiği olacak. Birincisi AKP hükümetinin işçi hareketinin olası güçlenme eğilimlerine karşı tedbir alma, denetleme mekanizmalarını kurmak istemesi. İkincisi ise AB uyum sürecinde hükümetin artık kaçamayacağı bazı iyileştirmeleri yapmak zorunda kalması. Her koşulda Türkiye işçi sınıfının gerçekçi bir zorlaması ve tehdidini görmek mümkün değildir. Böyle olduğunda çıkacak olan yasal düzenlemenin bu iki kısmen çatışan ve fakat genelde uzlaşan dinamiğin talepleriyle şekilleneceğini söyleyebiliriz.
İşçi hareketinin anayasasının birinci maddesi şöyledir: “İşçi sınıfının ihtiyacından daha büyük bir yasa yoktur” Bu düstur sınıf mücadelesi neye ihtiyaç duyuyorsa sınıf hareketinin rıza göstereceği yasa o’dur anlamına geliyor. İşçi hareketi önce kendi mücadelesinin ihtiyaçlarına bakacak. Bu ihtiyaçların gereğini yerine getirmeden hükümet eliyle çıkartılacak yasal düzenlemelerle uğraşmak her koşulda sendikal bürokrasiyi meşrulaştıran faaliyetler olacaktır.
Önümüzdeki süreç sendikalar kanununa göre örgütlenildiği ya da toplu sözleşme ve grev kanununa göre toplusözleşme, grev yapıldığı bir dönem olacaksa zaten bunun bütünüyle sermaye sınıfı ve AKP hükümetinin denetiminde bir işçi hareketi olacağını daha baştan söyleyebiliriz.
Eğer sınıf mücadelesini esas alan bir emek hareketi yaratmak isteniyorsa mevcut işçi konfederasyonları, KESK içinde enerjisini bütünüyle sınıf mücadelesine harcamak isteyen sendikalar ve ilerici meslek kuruluşları ve diğer işçi örgütleriyle birlikte yeni bir sürecin örgütlenmesi gündemde olmalıdır. Eğer bir yasal düzenlemeden bahsedilecekse emekçilerin üretim ve yeniden üretim alanlarının örgütlenmesi ve taleplerinin mücadeleye dönüştürülmesini hedefleyen “birleşik emek hareketi”nin mücadele ve örgütlenme haklarını koruyan bir yasal düzenleme üzerinde konuşulmalıdır. Bütünüyle mevcut çarpık iş kolu sendikacılığını revize etmeyi amaçlayan bir düzenlemenin işçi hareketine katacağı bir şey olamaz. İhtiyaç olan, bütün çalışanların, emekçilerin ortak örgütlenme ve mücadelesini öngören bir yasal düzenlemedir.