AKP’nin toplumun tüm kesimlerine yönelik saldırıları giderek artarken emek ve meslek örgütleri 8 Ekim’de Ankara’da bir miting gerçekleştirdi. Başta kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesine yönelik uygulamalar, 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yapılan değişiklikler ve ekonomi çevrelerinde kriz tartışmalarının yoğunlaşması emek hareketi açısından zorlu bir sonbahar sürecine işaret ederken AKP açısından da sürecin zorlu geçeceğini gösteriyor. […]
AKP’nin toplumun tüm kesimlerine yönelik saldırıları giderek artarken emek ve meslek örgütleri 8 Ekim’de Ankara’da bir miting gerçekleştirdi. Başta kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesine yönelik uygulamalar, 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yapılan değişiklikler ve ekonomi çevrelerinde kriz tartışmalarının yoğunlaşması emek hareketi açısından zorlu bir sonbahar sürecine işaret ederken AKP açısından da sürecin zorlu geçeceğini gösteriyor. Sendika.Org, Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu ile emek hareketinin önündeki bu zorlu süreci ve neler yapılması gerektiğini konuştu
AKP’nin emek hareketine yönelik saldırıları ortada, bu saldırılara karşı Birleşik Metal-İş ne yapmayı düşünüyor?
Tehlikenin boyutlarının farkına varılması lazım önce. Klasik, ’emek hareketine yönelik bir saldırı’ diye nitelendirip basitleştirerek buna bir karşı koyuş politikası belirlemek yanıltıcı olabilir. Bunun boyutlarına bakmak gerekir. Sermaye istediği gibi dünyanın her yerine ulaşabiliyor. O bölgenin, ülkenin emeğini, alın terini, sosyal kazanımlarını, çevre zenginliklerini çok rahat sömürebiliyor. Fabrika taşımak artık ev taşımaktan daha rahat bir hale geldi. Bu tabii neoliberal politikalarla birlikte daha da azgınlaşarak karşımıza çıkmış durumda. Daha çok kar, daha fazla sömürü, doğal kaynakların daha fazla tüketimi, ülke sınırlarının sermaye açısından daha serbest hale gelmesi üzerine gelişen sistem, buna karşı çıkanların yok edilmesini amaçlıyor. Türkiye, neoliberal ekonomiye o kadar hızlı entegre olmaya çalışıyor ki, sermayedarların ortadan kalkması gerektiğini düşündüğü şeyleri ikilettirmeden yapmaya çalışıyorlar. Menderes hükümetinde, Demirel hükümetlerinde yapılan buydu. Özal hükümetiyle birlikte hız kazanan bu süreç AKP hükümetiyle artık son noktaya getirilecek hızlı bir şekil almıştır. Son on yıl, AKP açısından toplumsal dönüşüm projesinin son halkalarının oluşturulması için önemli.
Bu, sermayenin istediği bir düzen yaratılmaya çalışma çabasıdır. Toplumsal dönüşüm de bu yönde yapılmaya çalışılıyor. 12 Eylül’de şartlar yaratıldı. Altyapı oluşturuldu. AKP ile birlikte bu projenin sonucu tamamlanmaya çalışılıyor. Tehlikenin boyutları bu. Mesele sendikal yasaların şöyle ya da böyle olması değil. Mesele, Türkiye’de yaşanan sıkıntıların hangi boyutta ve karşılığında neler ortaya çıkarabileceğini halka anlatmak.
Sermaye bloğunun enformasyon araçları kuvvetli. Medya gücü burada önemli bir yerde duruyor. İktidar ne derse yapan bir medya yapısı var. Onların propagandası çok güçlü, sendikaların, emek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin, çevrecilerin çabaları çok yer bulmuyor. O açıdan bizler bugün kısmi sorunlarımızı tartışırken önümüzde bir dağ olduğunu da görmeliyiz. Elbette dağın kayaları bizim meşguliyet alanımızı belirliyor. Bizim önümüzde bir dağ var. Bu dağ devlet organizasyonudur. Bunun içindeki bir takım küçük işlerle uğraşarak bu dağı ortadan kaldırmak zor gözüküyor. Önemli olan, devlet diye nitelendirilen o devasa yapının ortadan kalkması gerekiyor. Bugün tam anlamıyla hükümetleşen bir devlet var. Soyut bir kavram gibi görünse de bu var. Hükümet öte yandan halkın yararında her şeyi yapar gibi gözüküp hiçbir şey yapmıyor. Halkın zararına olan şeyleri de halkın yararınaymış gibi yapıyor.
Örneğin çalışma hayatı. 2821 ve 2822 sayılı yasalar önümüze çıkmış durumda. Bakanlık, oldukça geniş bir propaganda ağıyla mutabakat sağlandığını ilan etmeye çalışıyor. “Biz mutabakatı sağladık” diyor. Bazı sendikalar onun propagandasının aleti olmuş durumdalar. Neyle mutabakat sağlanıyor. Siz, bir sürahi suya bir damla mürekkep atarsanız o suyu içilmez hale getirirsiniz. Bize sürahi temiz gibi gösteriliyor. Ama o içine dökülen mürekkebin farkına vardırılmıyor. Onlar da bu hataya düşmüş durumda. Mutabakat sağlanmış gibi bir görüntü ortaya çıkmış durumda. Ama her halükarda o ceberut devletin o çalışma hayatı üzerindeki hegemonyası devam ediyor.
Devlet, sendikaya müdahale etmesin
Benim istediğim çalışma düzeni şudur. Devlet hiçbir şekilde çalışma hayatına müdahale etmemeli, hakem rolünü üslenmeli hatta güçsüzün yanında olmalı. Bugün İsveç’e gidin, devlet çalışma hayatının belirlenmesi konusunda hiçbir yasal düzenleme yapmaz. Bunun belirleneceği şey işçi işveren arasındaki anlaşmalardır. Devlet burada norm koymaz. İşçi ve işveren çalışma hayatının şeklini belirler. Bizler böyle bir düzenin yaratılması gerektiğini düşünüyoruz. 2821’de benim her şeyime müdahale ediyor. Delege seçimime, mali denetimime müdahale ediyor. Noter parasını kaldırmak bir şey değil, başka kontroller getiriyor. Yani tüm delege seçimlerinde devletin görevlendirdiği ücretli insanların gözlemci olarak geleceği bir organizasyon yaratıyorsun. Ben, hiçbir üyemin, devlet organizasyonuyla sendikamın içinde hiçbir şekilde denetlenmesine müsaade etmem. Doğru bulmuyorum. Var olanın üstünü kapatarak daha baskıcı bir şekli hayata geçiriyorlar. 2822’de de aynı şeyler olacak. Deniliyor ki yüzde 51 işyeri barajı devam etsin. Benim uğraştığım en büyük bela bu baraj. Şimdi fabrikada 1000 işçi çalışıyor. Bunların 500’ü kapsam dışı, işverenin yakın adamı, beyaz yakalı, memuru, amiri vs. Kendilerini işçi olarak görmeyen insanlar. Şimdi ben burada yüzde 51’i nasıl sağlarım. İşkolu barajının kaldırılması da hükümetin uluslararası alandaki ayıbını siler sadece. Ama 51 barajı olursa yüzde 10 barajını kaldırmak bir şey ifade etmiyor. Ben, benim kaç üyem varsa, onların adına, devlete de müracaat etmeden, gider işverenle toplu sözleşme yapmak istiyorum diyebilmeliyim. Başka sendika varsa o da yapsın. Özgür tercih hakkını sağlayacaksınız.
Örneğin e-devlet yoluyla sendikaya üye olacaksın. Şifrenle gireceksin. Devlet benim şifremi alıp da başka sendikaya üye yaptıramaz mı veya benim sendikaya üye olup olmadığıma işveren istediğinde şifremi alıp bakamaz mı? Bu durum işveren için çok rahat bir ortam yaratır. Ben devlete ve işverene bağlı olacağım; nasıl sendikacılık yapacağım? İşçi özgür mücadelesini nasıl ortaya koyabilecek.
2821’deki değişikliklerin aralarında iyileri de var ama bir tane kötü madde koyarsanız iyilerin anlamı kalmaz. Hepsinin özgürlükçü olması gerekir. 2821 ve 2822’de de öyle durum. Çalışma hayatında böyle bir zapturapt altına alma çabası var. Sarı sendikaları güçlendiren, yandaş konfederasyonları güçlendiren bir anlayışı hayata geçirmeye çalışıyorlar ve bunu şirin gözükerek yapıyorlar.
Mutabık değiliz
Bakan, ‘konuştuklarımız dışarı yansıma
yacak kendi içimizde halledeceğiz’ diyor, sonra kendisi çıkıp ‘biz mutabakata vardık’ diyor. Mutabakata varılan şeyi biz bilmiyoruz. Daha dün (29 Eylül) hangi konularda mutabakat olduğunu öğrendik ve mutabık olunmaması gerektiğini gördük.
Ulusal İstihdam Stratejisi, personel rejimi yasası mesela; hükümetin o toplumsal dönüşüm projesi içindeki halkalar, parçalar. Bu projenin en önemli haklarından biri Ulusal İstihdam Stratejisi. Neoliberal politikaların istediği esnek güvencesiz ve tamamen işverenin iki dudağı arasında işçiyi mahkum eden bir düzeni yaratmaya çalışıyorlar. Güvencesizlik, geleceksizlik, esneklik. Bunlar tamamen işverenlerin istediği sistem. Bunlar arka planlara alındı. Bölgesel asgari ücret yani kendi Çin’imizi yaratmaya haksız rekabeti ortaya çıkaracak koşulları yaratmaya çalışıyorlar. En tehlikeli olarak gördükleri, işçilerin reaksiyon gösterebileceğini tahmin ettikleri konu ise kıdem tazminatı. Zoru en öne aldılar. Zoru geçirirlerse, esnek çalışma bölgesel asgari ücret, özel istihdam büroları hayli hayli geçer. Sağlıkta dönüşümü sağladılar…
Kıdem tazminatının kaldırılması özelleştirme sürecine benziyor
Örneğin özelleştirmeler sürecinde çok kötü propagandalar yaptılar, özelleştirme için iyi dediler, devlete mahkum olmayacağız dediler. Bu, özelleştirmelere karşı mücadele eden emek cephesinin homojen olmamasından da kaynaklandı. Ama sonra özelleştirmelerin sonuçlarını göremeye başladık. Özelleştirilen yerlerdeki işçilerin ne durumda olduğunu görüyoruz. Sendikasız, yarı yarıya azaltılmış işyerleri. Bugün kıdem tazminatı konusunda da yaşadığımız sorun aynı.
Hak-İş çıkıp, hükümetle ve sermayeyle aynı düşünüyor. Türk-İş yönetimi tamamen hükümetin ağzına bakar hale gelmiş. Ödü kopuyor. Kongrelerine müdahale edilmesinden korkuyor. Yönetimlerini kaybetmemek için her şeyini bırakıp işbirliği içinde bir görüntü vermekten çekinmiyor. Şimdi kıdem tazminatı ile ilgili bir karşı güç oluşmuş. Yani işbirlikçi güç oluşmuş. İletişim aygıtlarını kullanıp allayıp pullayıp halkı kandırıyorlar. Şimdi bakıyorsunuz kıdem tazminatına karşı çıkan küçük bir grup kalmış. Devlet beni çok mu seviyor da kıdem tazminatını işverenin sırtından devletin sırtına alıyor. Devlet işverenin talebini yerine getiriyor. Devletten nasıl alacağım ben bunu, o benden alacak sonuçta. Tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Bugün Avusturya modeli vs deniliyor ama kafa karıştırılıyor. Kıdem tazminatı ortadan kaldırılacak. Bunun mesajını bakanlar veriyor. “İşsizlik sigortası ile kıdem tazminatı bir arada olmaz” diyor, sanki işsizlik sigortası çok yararlandığımız bir şeymiş gibi. 60 milyar dolar birikiyor 3 milyar doları işçilere veriyorlar. Gerisi işverenlere teşvik olarak gitmiş, başka yerlere gitmiş…
En tehlikelisi de bu torba yasa içerisine bunu da soktular; Bakanlar Kurulu işsizlik sigortasıyla ilgili karar alabilecek konuma geldi. Yani bakanlar kurulu bu sigortada biriken parayı istediği gibi kullanabilecek. Bu, kanun hükmünde kararnameyle birlikte kabul edildi. O açıdan da işsizlik sigortasının karşılığı kıdem tazminatı değildir. Kıdem tazminatı ücretlerin düşük, çalışma koşullarının ağır olduğu yerlerde insanlar biraz nefes alsın diye, emekli olduğunda ücretin bir parçası ve yıpranma karşılığı verilmiş. Şimdi siz bunu kaldırmaya çalışıyorsunuz. Nasıl kaldırıyorsunuz. Başta üçte bire düşürüyorsunuz. Benim işverenden almam gereken pay yüzde 8,3 bunu yüzde 3’e düşürüyorlar. Türkiye’de yüzde 50’nin üzerinde kayıt dışı çalışan var. Sigortasız çalışanlar var. Bunlar nasıl alacaklar. Yüksekokulları bitirmiş nitelikli insanlar, uluslararası birçok şirkette asgari ücret bordrosuyla on milyar civarında paralar alarak çalışıyor. O çalışanın kıdem tazminatı nasıl olacak, asgari ücret üzerinden olacak. O kişi pazarlığını yapıyor. Yasal sınır diyor. Bu sınır 12 Eylül’de getirildi. Siz onun almasını da engelleyeceksiniz. İkincisi on yıl boyunca alamayacak. Türkiye’de ortalama çalışma süreleri 5 ya da 6 yıldır. Fabrikada 40 yaşın üzerinde insan bulmazsınız. Emeklilik 65 yaş olunca insanların emekli olması mümkün değil. 10 sene sonra Türkiye’de emekli olacak kimse kalmayacak. Kıdem tazminatını alma koşullarını elde edemeyeceksin. Bu süreyi tamamlamak için birçok fabrikada çalışman gerekecek. İkinci kaybımız, bu Avusturya modeli denilen modelde oluyor. Kıdem tazminatı, banka hesabında birikecek ama alamayacaksın. Son ücretim üzerinden alıyorum şimdi ama o zaman 10 yıllık ortalamasından alacaksın. Böyle olunca çok düşük bir kıdem tazminatı alacaksınız. Neresinden bakarsanız bakın, ortadan kaldırılmaya çalışılıyor ve bunun şartları yaratılıyor. Olmazsa olabildiğince düşürülmeye çalışılıyor. Buna Kalkınma Bakanı, “sendikalar yüzde 7 oranında örgütlü, ben yüzde 7’yi mi yüzde 93’ü mü düşüneceğim” diyor. E kardeşim senin görevin bu yüzde 93’ün almasını sağlamak değil mi? Bunları yap. İkincisi sendikalılar da kıdem tazminatı alamıyor. Yasada var ve işletilemiyorsa o senin kabahatin. Sendikalaşma düşük, kıdem tazminatı alan sayısı az ise bunları yükseltmek senin bakan olarak görevin.
Sanayi bakanı galiba. O da diyor ki, yabancı sermayeyi biz çekemiyoruz. Türkiye’de kıdem tazminatları sermaye üzerinde yük diyor. Oysaki Avrupa’nın birçok ülkesinde bizim gibi birçok ülke var. Birçok ülkede kıdem tazminatı var. Birbiriyle kıyaslamak doğru değil. OECD ülkelerinin ortalaması olarak 20 yıllık çalışmaya 6 aylık bir kıdem tazminatı öngörülüyor ama OECD ülkelerinin gelişmişlik düzeyi yüksek. Böyle bir ülkede benim kıdem tazminatı hakkımın olması şart değil. Ama benim asgari ücretimden tutun, geçim endeksimin yükseltilmesine özgürlüklerimin, emeklilik haklarımın, sosyal haklarımın, sağlık haklarımın genişletilmesine kadar her imkanı sunarsanız ben zaten size farklı bir talepte bulunmam. Benim kazanımlarının ortadan kalkmasını gerektirecek bir şey vermiyorsunuz. Biz hiçbir işçinin kıdem tazminatsız çıkışının yapılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Kayıt dışı çalışanların kayda alınması, alınmıyorsa buradaki çalışanların kıdem tazminatı almasını sağlayacak bir düzenek oluşturulmalı. Bordrosu asgari ücret üzerinden gösterilen çalışanların olduğu şirketler üzerinde yaptırımlar uygulanmalı. Bunlar vergilendirilmeli. Sosyal sigortalar bu yüzden batıyor. Bir çalışan 2 emekliye bakıyor şimdi bu oran 2’ye 1’e düşmüş yani önümüzdeki günlerde emekli olacak sayısı iyice azalacak ve sistem çökecek. Özel emeklilik sistemini, özel sigortacılığı teşvik ediyorlar. Her tarafa prim ödeyerek yararlanmaya çalışacak. Ödemeyen de yaşamayacak.
AKP ortaya bir iddia atıp nabız ölçüyor
Bir de kendi aralarında da bir mutabakat yok gibi gözüküyor; biri kıdem tazminatı fon
a devredilecek deniliyor diğeri yok biz bunu üçlü danışma kurulunda görüşeceğiz diyor. Yani ortaya atıyorlar, nabız ölçüyorlar ve geri çekiyorlar. İstedikleri olgunluğa ulaşmışsa tartışmaya açıyor ve geçirmeye çalışıyorlar. DİSK’e bağlı bir iki sendika insanları uyarmaya çalışıyor. Biz de insanları mücadeleye çağırıyoruz. Muhtemelen bunun sonuçlarını göreceğiz. Fabrikalarda on binlerce bildiri dağıttık. Duvar gazeteleri yazdık. Tepkiler değişiyor tabii. Fabrikalarda çalışan insanlar bile, bırakın kayıt dışı olanları -onlar zaten ağzı açık bakıyor “ne güzel bizim tazminatımız garanti altına alındı” diye hâlbuki öyle değil- sendikalı olanların bile kafası karışık. İşçi, örneğin sarı sendikadaki bir işçi bile tazminatsız atılmaya müsait durumda olduğunu düşünüyor, kendini garanti altında görmüyor. Sendikasının sahip çıkacağını düşünmüyor. “Hiç değilse devlet garantisinde olsun benim özel hesabıma yatsın” diye düşünüyor. Sempati besliyor.
Biz şimdilik tehlikeyi gösteriyoruz
Biz daha çok insanları bekleyen tehlikeyi göstermeye çalışıyoruz. Ama kitlelere fazlaca ulaşamıyoruz. Biz özellikle siyasi iktidarın çok fazla destek gördüğü bölgelerde bunu yapıyoruz. Örneğin Konya’da bunu yapıyoruz Kayseri’de yapıyoruz. İnsanlar bakıyor işte kırmızılar giymişler, “AKP yasanı başına çal” diyorlar, “Tayip aklını başına al” diyorlar. Bunu ilgiyle izliyorlar. Bizi tebrik ediyorlar. Biz bunları bilmiyorduk. Bizi aydınlattınız diyorlar ve bu sayı giderek artıyor. Bizim bunları çoğaltmamız gerekiyor. Bizim duyarlı sendikalarla birlikte bunları büyütmemiz gerekiyor. Attığımız taşın oluşturduğu dalgalanmayı daha da büyütmemiz gerekiyor. Kitleselleştirmemiz gerekiyor.
Bugünlerde mitinglerimiz var kıdem tazminatı konusunda. 8 Ekim’den sonra bölgesel mitinglerimiz olacak duyarlılıkları yükseltmeye devam edeceğiz. Hükümet geri adım atacak diye düşünmek doğru olmaz. Türk-İş yönetimi ve Hak-İş sınıfsal görevlerini yapmıyor. İnsanların alın terinin karşılığını savunmuyorlar. Biz onları da uyarmaya çalışıyoruz. Hükümete karşı bir istinat duvarı oluşturmaya çalışıyoruz. Bu ülke dibe vurmuş durumda ama yükselecek. Yarın bunun farkına varacaklar. Bugün nasıl dereleri ele geçirilmeye çalışılan köylü, işin farkına varıp sahip çıkmaya çalışıyor. Hayat alanıma dokunma diyor. İtiyor onları kavga ediyor. Geçen, Tortum’da işte kadınlar nasıl mücadele veriyor. Bunları izledik. Bunlar çalışmayla oluyor, tehlikeyi görerek fark ederek oluyor. İşçileri duyarlı hale getirmek bizim görevimiz. Kıdem tazminatı kalkarsa ne olacak. Güvencesiz çalışma, işverenlerin istediği gibi işçi çıkarabileceği ortamlar. Kıdem tazminatı şimdilik hiç değilse işverenleri biraz frenliyor. Bu geçirildikten sonra esnek çalışma, bölgesel asgari ücret bunlar gelecek. Bugün devletin kurumları bile bunu söylüyor. Açlık sınırı 1000 lira yoksulluk sınırı 3000 lira civarında asgari ücret ise 630 lira. Türkiye’de 6 milyon asgari ücretli insan var. 6 milyon açlık sınırın altında yaşıyor. Bu ülkenin bu perişan durumunu görmüyorsun. Gelir dağılımındaki bozukluğu görmüyorsun. Krizden şirketlerin ne kadar büyüdüğünü görmüyor Libya’da hava atıyorsun İsrail’e kafa tutup sonra İsrail’le füze kalkanında işbirliği yapıyorsun. Bu kadar fesat bir dünyaya şahitlik yapan bir tarih diliminde yaşıyoruz. Bunları bizim deşifre etmemiz lazım. Seslerimizin yankılanmasını sağlamamız lazım. Asgari ücretin yükseltilmesini sağlamamız lazım. En kötüsü ortaçağ düzeni gibi bir düzene geçmemize neden olacak özel istihdam büroları gibi bir düzene karşı uyanık olmamız lazım. Tamamen sendikalaşma ortadan kaldırılacak, çalışma yaşamını alt üst edecek. Kuralsızlaştırmayı giderek yaygınlaştıracak bir düzeni ulusal istihdam stratejisindeki parçalarla yerine getirmeye çalışacaklar. Türkiyeli emekçileri sermayenin sömürü organizasyonuna daha fazla dahil etmenin yolunu yaratmaya çalışıyorlar. Emperyalizmin de çöplüklerinden çöplenmeye çalışıyorlar. Fransa’yla Almanya’yla yarış yapıyor gibi gözüküyorlar. Hangimiz çöplükten daha fazla çöpleniriz diye. Bu da toplumsal muhalefetin daha güçlü olması gerektiğinin farkına vardırıyor. Bizim şu anki misyonumuz muhalif damarı kabartmaktır. Halka gerçekleri anlatamazsanız, halkın güvenini kazanamazsanız olmaz. Çok güçlü bir siyasi iktidar var ve karşımızda celladına aşık olan bir toplum var. Biz bu toplumda tehlikeleri anlatamaz ve muhalif damarı kabartamazsak sorunlar gittikçe büyüyecek. Yarın karşınıza daha büyük ve baş edilemeyecek tehlikeler olarak çıkacak.
Son zamanlarda kriz olacak söylentileri var ve Birleşik Metal-İş, geçen kriz döneminde en çok direnişi örgütleyen bir sendika ve böyle bir durumda işten çıkarmalar başladığında ne yapacak bu sefer?
Tabii biz bir misyon üslenmiş durumdayız. Biz bir perspektifi ortaya koymaya çalışıyoruz. Biz işçilerin anlayışının hayata geçirilmesini sağlayacak bir perspektif. Biz o dönem eksikliklerimizi gördük. Daha farklı şeyler de yapılabileceğini gördük. Bu dönem fabrikalarda bir görüntü yok ama Türkiye bir anda 2008’de uçurumdan yuvarlandı biz bunun için önden ciddi bir eğitim çalışması yapıyoruz. Bu çalışmalarımız sürüyor. İşten çıkarma olduğunda her tarafta oluyor ve bunlara sınırlı sayıda sendikacının yetişmesi zor bu yüzden işçilerin bu konuda önceden bilgili olması gerekiyor. Bu doğrultuda geçmişten aldığımız dersleri de olası bir durumda uygulayacağız. Biliyorsunuz Türkiye sıcak paraya bağlı bir ekonomiye sahip ve sıcak para çekilince altından halı çekilmiş insan gibi düşüyor. Bunu görüp ona göre hareket etmek gerekiyor. Biz bu dönemde kamuoyu yaratmanın önemini gördük ve daha güçlü bir kitlesellikle sermayedarların ve devletin karşısına çıkmayı düşünüyoruz.
Referandum sonrasında AKP yargıyı da tamamen ele geçirdi. AKP bu tarihten itibaren haklarını talep eden tüm kesimler üzerindeki şiddetini de artırdı. Saldırıyor. Şiddetle yok edemediğini hapis cezalarıyla yargılayıp diğer toplumsal kesimlere korku salmaya çalışıyor. Bu doğrultuda Balcalı’daki taşeron sağlık işçilerine 27 yıl hapis cezası verilmesi de budur. İbret olacağını düşünüyorlar. Bu tür saldırılar karşısında Alman Papazın dediğini hatırlamak, cesaret ve kararlılıkla mücadele etmek gerekiyor. Bizden kötüye tahammül etmemiz isteniyor ama kötüye ne kadar tahammül edebilirsin. Cesaretle kötüye karşı çıkmamız gözümüzü budaktan sakınmamamız gerekiyor.