Başka kulaklara ağız başka ağızlara kulak olmak için ve ortak kaygının “daha iyi bir Türkiye” olduğuna inandığımız bu tartışma hareketinin içinde olmayı istediğimiz için her sene Diyarbakır’dan Karaburun’a bir ‘bilgi’ seferine çıkıyoruz… Felsefeciler Derneği Diyarbakır Şubesi özelde kentin genelde ise bütün bölgenin duyduğu bir ihtiyacın sonucu olarak açıldı. Bu oluşum üniversite öğrencilerinin kendi kulüp çalışmalarının […]
Başka kulaklara ağız başka ağızlara kulak olmak için ve ortak kaygının “daha iyi bir Türkiye” olduğuna inandığımız bu tartışma hareketinin içinde olmayı istediğimiz için her sene Diyarbakır’dan Karaburun’a bir ‘bilgi’ seferine çıkıyoruz…
Felsefeciler Derneği Diyarbakır Şubesi özelde kentin genelde ise bütün bölgenin duyduğu bir ihtiyacın sonucu olarak açıldı. Bu oluşum üniversite öğrencilerinin kendi kulüp çalışmalarının artık ihtiyaca cevap vermemesi ve yürütülen çalışmaların artık daha “profesyonel” düzeyde yürütülebilmesi için dernekleşme çalışmasına dönüştü ve çoğunluğunu master öğrencilerinin oluşturduğu lisans ve doktora öğrencileriyle birlikte yürütülen bir çalışmadır. Bu örgütlenme kimlik mücadelesine, sınıf mücadelesine, kadın mücadelesine ve eşcinsellerin hak ve mücadelelerine “taraf”tır.
Felsefeciler Derneği Diyarbakır Şubesi olarak ilk çalışmamızı 6. Karaburun Bilim Kongresi’nde atölye çalışması olarak örgütledik ve tarafı olduğumuz kimlik mücadelesine bugüne kadar tartışılanın dışında yeni bir tartışma hattı açarak felsefecilerin perspektifinden bir hat açmayı hedefledik ve çalışma konusu olarak ” ‘yok’luktan ‘var’lığa bir halkın fenomenolojisi” başlığını belirledik ve bu üst başlığı 4 alt başlıkla besleyip bu tartışmaya yeni bir perspektif sunmayı amaçladık.
Belirlediğimiz alt başlıklarla bir halkın “varoluş” mücadelesini felsefi bir tartışmayla nasıl temellendirebiliriz diye düşündük ve üst başlığı besleyecek alt başlıklarımızla bunu yapmaya çalıştık ve alt başlıklardaki tartışmalarımızı bir bütün olarak ele aldığımızda bu tartışmanın bizi üst başlığa ulaştırdığını gördük.
Başlıkları belirlerken “mücadelenin” gerçekliğinden uzaklaşmadan bir tartışma oluşturmayı amaçladık ve “tanınma: gerçek bir diyalektik deneyim” başlığında belki teori olarak değil ama yöntem olarak Hegel’in efendi-köle diyalektiği üzerinden bir tartışma açarak diyalektik tartışmasının Marx’ta nasıl bir yöne evrildiği üzerinden Kürdistan isyanlar tarihinin Hegelci ve Marksist okumasını ve sonrasında Leninist örgütlenme yöntemiyle mücadelenin nasıl başladığı ve bugüne kadar nasıl ilerlediğini tartışmaya çalıştık. İkinci başlığımız olan “Arendtçi hijyeniğin sökümü: şiddetin siyasaldaki yeri” başlığımızda ise şiddet kendisiyle birlikte katliamları ve soykırımları getirir ve bunun sonucu olarak şiddet kamusal alanın yıkımına yol açar ve bu yüzden şiddetin siyasada yeri yoktur görüşüne karşılık biz şiddetin aslına yıkıcı değil yapıcı bir rol üstlendiğini ve bu tartışmamızı yürütürken gerek Walter Benjamin’in şiddet ayrımları (kurucu şiddet, koruyucu şiddet, ilahi şiddet) gerekse Fanon’un yeryüzünün lanetlilerinde yürüttüğü tartışmayı da göz önünde bulundurarak şiddetin yapıcılığı ve devletin şiddeti çağırımıyla Kürt mücadelesinin şiddeti çağırması arasındaki farka dikkat çekerek aslında bir anlamda şiddetin meşruluğunu da tartışmaya açmayı hedefledik. Üçüncü başlığımız olan “toplumsal cinsiyet bağlamında Kürt kadın hareketi ve lgbtt hareketi” başlığında ise Kürt hareketinin mücadelesiyle birlikte Kürt kadın özgürleşmesini ve kadın özgürleşmesi ve mücadelesinin kimlik mücadelesine olan katkısı ve kadının mücadeleye girmesi ile mücadelenin toplumsallaşmasını tartışmayı hedefledik. Son başlığımız olan “suçumuz büyük: ulus değil, yeni bir toplum inşası” başlığımızla artık Kürt mücadelesinin klasik bir uluslaşma mücadelesi değil artık bir demokratik Türkiye mücadelesine dönüştüğünü tartışmak amacıyla belirlenen bir başlıktı.
Bu tartışmalar sonucunda söyleyecek sözümüz olduğunu ve bu tartışmalarla artık klasik Kürt sorunu tartışmalarının dışında felsefe içinde de tartışılarak yeni oluşturulacak tartışma hatlarıyla sorunun anlaşılmasına ve çözümüne dair kendi sesimizi ve sözümüzü duyurduk ve bu tartışmalardan sonra Kürt sorununun çözümüne dair felsefecilerin açtığı/açmaya çalıştığı bu yeni yolun ön açıcı olacağına inanıyoruz.
Biz, Diyarbakır’daki felsefeciler olarak 4 yıldır Karaburun Bilim Kongresine kitlesel olarak katılıyoruz ve bundan sonra da katılmaya devam edeceğiz. Bu katılma olayı bir davete icabet etme olayı değil, boşluğa atılan bir çığlığa kendi iradesiyle karşılık verme durumudur. Çünkü ‘bilgi’ “şimdi ve burada” olan ve an’lık ele geçirmeyle sahip olunabilecek bir şey değil; ‘bilgi’ tartışma süreçleriyle şekillenen ve anca o şekil elde edilebilen bir şeydir. O yüzden biz başka kulaklara ağız başka ağızlara kulak olmak için ve ortak kaygının “daha iyi bir Türkiye” olduğuna inandığımız bu tartışma hareketinin içinde olmayı istediğimiz için her sene Diyarbakır’dan Karaburun’a bir ‘bilgi’ seferine çıkıyoruz…