AKP, dış gündemi sevdi. Seçimlerden sonraki bütün yaz dönemini neredeyse dış gündem konularıyla geçiştirmekte. Kıbrıs’tı, Libya’ydı, Suriye’ydi derken İsrail yeniden imdada yetişti. İHH’nın Gazze ablukasını delme misyonu üstlendirttiği Mavi Marmara gemisinde 9 insanı katleden İsrail, AKP’nin (Davutoğlu’nun) tüm diplomatik ataklarını hatırlanacağı gibi “ustaca” savuşturmuştu. Son olarak AKP’nin umudunu bağladığı BM Raporu da -ki akıllarınca bu […]
AKP, dış gündemi sevdi. Seçimlerden sonraki bütün yaz dönemini neredeyse dış gündem konularıyla geçiştirmekte. Kıbrıs’tı, Libya’ydı, Suriye’ydi derken İsrail yeniden imdada yetişti. İHH’nın Gazze ablukasını delme misyonu üstlendirttiği Mavi Marmara gemisinde 9 insanı katleden İsrail, AKP’nin (Davutoğlu’nun) tüm diplomatik ataklarını hatırlanacağı gibi “ustaca” savuşturmuştu. Son olarak AKP’nin umudunu bağladığı BM Raporu da -ki akıllarınca bu rapor sayesinde BM’yi taraf haline getirme planları yapıyorlardı- İsrail hükümetinin “usta işi” taktikleriyle, tüm beklentilerin boş çıkmasına neden oldu. Dış politikasıyla çok övünen AKP, öne sürdüğü üç şartın (İsrail’in özür dilemesi, tazminat ödemesi ve Gazze ablukasını kaldırması) hiçbirini sağlatamamış oldu. AKP, bu başarısızlığına rağmen İsrail’i topyekun karşısına alamayacağının farkında, aslında bunu da zaten istememekte. Ancak sıkıştığı yerden kurtulmak, bu krizi bir fırsata dönüştürmek zorunda olduğunun da farkında. Bu yüzden bolca kuru gürültü yaparken, bu ucuz kabadayılığın arkasında emperyalist stratejiye uygun adımlar atmakta.
AKP işbirlikçiliğini saklıyor
Ucuz kabadayılık AKP’nin sözde yaptırıp kararlarından pekala görülebilir. Neymiş, ilişkileri 2.katip düzeyine indirmişler, askeri ilişkileri askıya almışlar. Zaten bir süre önce İsrail büyükelçisinin görev dönemi sona erdi, ülkesine döndü ve İsrail de yerine kimseyi göndermedi, yani İsrail ilişkileri çoktan geri düzeye çekmişti bile. Askeri ilişkileri askıya almışlarmış, tam bir aldatmaca. İsrail açıkladı; Türkiye’deki askeri ataşemiz halen görevde, askeri anlaşmalar devam ediyor. Ve dikkat edilirse asıl etkili olabilecek konuyu hiç ağızlarına almamaktalar; ekonomik ilişkilerin askıya alınması ya da kesilmesi. Bunlarla ancak gerici basını “kandırabilirler”. Bu arada AKP’nin kullandığı dilde seçtiği sözcüklere de bakmak gerek; Davutoğlu “İsrail devleti” demek yerine sürekli “İsrail hükümeti”ni hedef alıyor. İsrail hükümetinin değişmesi -ki en son 450 bin İsraillinin hükümetlerini ekonomik gerekçeler yüzünden istifaya çağırdığı düşünülürse- AKP’ye ileride yeni bir “şans” daha verecektir.
Diğer yandan emperyalist plana harfiyen uymaya devam ediyor AKP. Bilindiği gibi “füze kalkanı” projesi onaylandı, Tayyip; “kurmak için yer bakıyoruz” açıklaması yaptı. Pekiyi, bu füze kalkanı kime kalkan olacak? Sözde, Avrupa’yı başta İran’dan olmak üzere doğudan gelecek füzelere karşı koruyacak. İşleyişi de, füze fırlatıldığı anda harekete geçecek ve füzeyi hedefine varmadan havada imha etme şeklinde olacak. Füzelerin üzerinde nereye gittiği yazmadığı için, bu bölgedeki hareketli her füze vurulacak. İran’ın “olağanüstü bir durumda” Avrupa’dan ziyade asıl hedefinin İsrail olacağı bir gerçek olduğuna göre füze kalkanının da asıl olarak İsrail’i koruyacağı çok rahatlıkla görülebilir. Yani AKP sözde İsrail’e yaptırım uygularken asıl olarak, kendi halkını “mayın eşeği” haline getirme pahasına ona kol kanat germektedir. Bu taşeronluğunu gizlemek için ise başta Filistin halkı olmak üzere tüm Ortadoğu halklarını kullanmaktan çekinmemektedir. Pişkinlikte sınır yok; Tayyip, şimdi de Mısır’a gidip Gazze’ye geçmeye çalışacakmış. Anlaşılan, Müslümanlar üzerindeki popülaritesinin hala yeterli seviyeye ulaşmadığını “söylemişler”.
Diğer yandan, Doğu Akdeniz’deki donanma gücünün arttırılmasının da İsrail ile ilişkili olamayacağını da görmek gerek. T.C. Devleti’nin, İsrail ile askeri anlamda herhangi bir biçimde “sıcak temasa” girebilmesi mümkün değildir. Hem ABD, iki sıkı dostunun kapışmasına izin vermez hem de Türk ordusunun askeri kapasitesi buna yetmez. Ama Doğu Akdeniz sularında deniz gücünün arttırılması, ABD’nin Suriye planlarında işe yarayabilir.
AKP’nin asıl hedefi Ortadoğu’da emperyalizmin taşeronluğu
Libya’da Kaddafi döneminin askeri yöntemlerle bitirilmesiyle emperyalist yağma tüm azgınlığıyla başladı. Artık ABD, “büyük gözünü” tekrar Ortadoğu’ya çevirebilir. Bunun için de ilk hedefin Suriye olduğu açık. AKP de Libya’da yaptığı “yanlışlar”ın farkında ve o süreçten önemli dersler çıkarmış olmalı ki Tayyip, Libya konusunda NATO’yu ağzına bile almıyor. Ayrıca Libya operasyonunun başını çeken Fransa’nın Libya yağmasından en büyük payı aldığını (Fransa, Libya petrollerinin %35’inin işletme hakkını aldı) gören AKP, Suriye’yi kimselere bırakmak istemeyecektir. Ne diyor Tayyip; “Suriye, Osmanlı’nın bakiyesidir”. ABD de Ortadoğu devletleri üzerinde İsrail ile birlikte kurduğu “korku imparatorluğunu”, aynı zamanda Ortadoğu halklarının kalbini fetheden “Tayyip fenomeni” ile bütünleşmesinin çok işe yarayacağının “farkında”.
Suriye konusunun bu haliyle bırakılmayacağı, bir dizi gelişmeyle/geliştirmeyle ilerletileceği ve bir son planlandığı açık. AKP’nin bu konuda aktif görev alacağı da rahatlıkla görülebilir. Zaten bu amaç doğrultusunda gerekli çalışmaların yapıldığı, hatta Somali ziyaretinin ve İsrail karşıtlığının Tayyip’e ihtiyaç duyacağı “meşruluğu” oluşturduğu ortada. Beşar Esad yönetiminin bu planlar karşısında izlediği saldırgan, katliamcı yöntemleri de bu durumu beslemekte.
Bölgeye müdahale ihtimali bile Kürt sorununu farklı bir noktaya sıçrattı
Ancak bölgedeki İran’ın ve Kürlerin (daha doğrusu PKK’nin) pozisyonu, işlerin planlandığı gibi işle(ye)meyeceğinin kanıtını oluşturuyor. Tam da bu yüzden gerek İran’ın gerekse AKP’nin “Kandil ilgisi”, ülkelerinde yaşanan Kürt sorunuyla sınırlı değil. Ancak bu noktada İran’ın ve AKP’nin aynı amaca (PKK’nin askeri varlığını zayıflatmak/bitirmek) sahip olmalarına rağmen aynı gerekçelere sahip olduğunu söylemek doğru olmaz. İran, kendisine yönelik bir operasyonun başladığı durumda Kürtlerin, bu durumdan yararlanmasını engelleme amacı güdüyor. Diğer yandan bölgenin karıştığı bir durumda, kontrol edilemeyen ve askeri başarısını kanıtlamış bir siyasi gücün yani PKK’nin, bölgedeki tüm Kürtler (Suriye, Irak, İran) için çok büyük bir siyasi merkez oluşturma olasılığı, her iki tarafın da korkulu rüyası. PKK’nin dağ kadrosunun önemli bir bölümünün Suriyeli Kürtlerden oluştuğu düşünülürse, Suriye’ye dönük her plan, bu durumu da dikkate almak zorunda.
Türkiye’deki Kürt siyasi hareketi için kuşkusuz bu dönemki en önemli gündem; Anayasa. Yeni bir anayasanın yapılmasın Kürt siyasi hareketi için anlamı, 30 yıldır süren mücadelenin kalıcı başarılara dönüşmesi umududur. (Bu ülkede anayasa kolay yapılmıyor, en son zor yoluyla 12 Eylül’de yapılmıştı). “Kürt Ulusal Birlik” projesi de “demokratik özerklik” projesi de bu sürecin baskı politikalarıdır. Hatta “çatı partisi/kongresi” bile. Ve bu tür politikalar özünde kitle muhalefetini, kitle yaptırımını esas alarak aslında uygulanmak zorunda. Örneğin; Diyarbakır meydanını Tahrir Meydanı yapmak benzeştirmesi gibi. Oysa bu sürece hakim olan tarz, demokratik kitle muhalefetinden ziyade silahlı eylem biçimleri oluyor. Elbette bu konuda AKP’nin Kürt siyasetini, siyasal/demokratik alanın dışına itmesi (seçilen milletvekillerini engellemesi, KCK operasyonları) önemli bir etken. Bir diğer etken de kuşkusuz, yukarıda sözü edilen, bölgeye yapılacak bir emperyalist müdahale ihtimali.
Ancak Kürt siyasi hareketinin kendisinin belirleyemediği dış etkenler ne ölçüde etkili olursa olsun gelinen noktanın nesnel karşılığı, silahın mücadelenin “yeniden” en belirgin araç haline getirilmesi
ve önerilen politikaların (demokratik özerklik gibi) sınırlarının belli olması nedeniyle Türkiye halklarının ortak mücadele zemininden “biraz daha” uzaklaşmak olmaktadır. “Çatı partisi/kongresi” gibi Sol ile ortak zemin yaratmaya amaçlayan projelerin ise (her türlü iyi niyete rağmen) böylesi bir tercih sisteminde başarı şansı zayıflamaktadır. ayrıca sınıflar mücadelesinden her geçen gün biraz daha uzaklaşan solcular için bu durumun “suni siyasal varoluşlar” yaratması da cabası.
AKP ülke içinde kaptı-kaçtı siyaseti yapıyor
Meclis hep tatil de olsa, AKP bu durumdan hiç şikayet etmezdi. Daha önceki hükümet dönemlerinde Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma yöntemine bulaşmayan AKP, seçim sürecinde ve seçimden sonra, aslında bu yöntemin ne kadar keyifli olduğunu fark etti. Seçim önce KHK’ları ile bakan yardımcılıkları statüsü yaratıldıktan sonra, seçim sonrasında da benzer KHK’lar ile bağımsız kurumlar denetime alındı, sit alanlarına el atma yetkisine kavuşuldu, hatta Türkiye Bilimler Akademisi’ne üye atama hakkı (insan, sahip olmadığına ilgi duyarmış, Tayyip’in bilim merakı da bundan olsa gerek) bile kazanıldı. Meclis açıldıktan sonra da AKP, meclisi devre dışı bırakma taktiği olan bu yönteme devam edecektir. Meclis’i devrede tutsa ne olur” denebilir elbette, sadece hız ve daha az sansasyon avantajı.
Yaz döneminin bu gizli sessizliğine bakıp, sonbaharın da iç gündemler açısından durgun geçeceğini varsaymamak gerek. Çünkü AKP’li bakanlar ve onların müstakbel yardımcıları hazırlıklarını “çok ciddi” yapıyorlar. Özellikle Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar ve Enerji Bakanı Yıldız, bir de Ulaştırma Bakanı Binali. Çalışma bakanını da unutmamak lazım, o da çok çalışıyor, yeni gasp planları üzerinde. Bunlar aynı zamanda önümüzdeki dönemin saldırılarının ve dolayısıyla çatışmaların nerelerde yoğunlaşacağının yerlerini işaret ediyor.
Üstelik neredeyse herkesin üzerinde uzlaştığı yeni bir ekonomik krizin arifesinde AKP’nin yeni dönem politikaları doğal olarak halkın çıkarlarını gözetmeyecek. AKP’nin böylesi bir kriz döneminde görevi ilk olarak patronları korumak olacak. Patronları korumanın yolları ise zaten AKP’ye ezberletilmiş durumda; çalışanların kazanılmış haklarını gasp et, işten çıkarmayı kolaylaştır, esnek çalışmayı yaygınlaştır, patronlara kredi ve teşvik sistemini genişlet vs. ABD’de bile zenginlere ek vergi konulması lafları dolaşırken bu ülkede buna benzer tek bir söz edilmiyor. Krizin sorumlusu emekçiler olmasa da krizden çıkmak için AKP yine onların sırtına basacak.
AKP için yararlı olan her şey halk için zararlı
AKP’nin bu ustalık dönemi halk için, daha doğrusu bölge halkları için tam bir saldırganlık dönemi olarak yaşanacak. Bunu el attığı her konuda tekrar ve tekrar kanıtlayacak. Çünkü AKP, emperyalistlerin taşeronu, patronların iş ortağıdır ve bunlar varlıklarını devam ettirmek için halkları sömürmek zorundadırlar.
Libya’yı ve Suriye’yi yağmalamak kimi çıkarınadır? Füze kalkanıyla korunacak olan kimdir? Kürt halkını katlederek kime yarar sağlıyorlar? Kentlerde uygulamaya çalıştıkları “kentsel dönüşüm projeleri” kent yoksullarının durumunu mu iyileştirmeyi amaçlıyor? Gerze’deki termik santrali Gerze halkının yararına olduğu için mi yapıyorlar? Kıdem tazminatını kaldırınca kimin cebi dolacak? Libya’nın imha edilmiş altyapısını yeniden yapmak için girdikleri ihaleleri işçiler aç, sefil kalmasın diye mi almaya çalışıyorlar? Derelerinde HRS istemedikleri için Tayyip’i protesto eden Hopa’nın çocuklarını cezaevine koyarak Hopa halkını mı korumuş oluyorlar? Neredeyse bütün büyük kentlerin toplu ulaşım ücretlerine yaptıkları zamlardan özel şoförü, makam arabası olanlar mı etkilendi?
AKP’nin çıkarları ile halkın çıkarları tamamen ayrışmıştır. Örnek mi; füze kalkanı, Suriye, şehirlerin rant alanı haline getirilmesi, ulaşım zammı, enerji zamları… Daha da mı yetmedi, alın size Gerze, alın size Tortum. Bakın bakalım kim neyi savunuyor? Polis-jandarma patronun yatırımını, köylüler ise toprağını. Çalışma Bakanı patronun cebini, emekçiler ise kazanılmış haklarını. Tayyip-Davutoğlu ikilisi ABD’nin, İsrail’in çıkarını; Ortadoğu halkları yaşam haklarını.