Benim derdim “bu işi” Kolektifçilerin yapamayacağı, onun yerine “X örgütünün” yapacağı ile ilgili değil. Deniz Derya’nın -haklı olarak- çokça eleştirdiği “kendiliğindenci” bir perspektifi de savunuyor değilim. Benim derdim daha çok, üniversitedeki devrimci gençlik muhalefetinin “şu anki” ihtiyaçları ile ilgili Bu yazının amacı, Deniz Derya “kod adlı” arkadaşın bir süre önce bu sitede yayımlanan ve Birikim […]
Benim derdim “bu işi” Kolektifçilerin yapamayacağı, onun yerine “X örgütünün” yapacağı ile ilgili değil. Deniz Derya’nın -haklı olarak- çokça eleştirdiği “kendiliğindenci” bir perspektifi de savunuyor değilim. Benim derdim daha çok, üniversitedeki devrimci gençlik muhalefetinin “şu anki” ihtiyaçları ile ilgili
Bu yazının amacı, Deniz Derya “kod adlı” arkadaşın bir süre önce bu sitede yayımlanan ve Birikim Dergisi’nin Nisan-Mayıs 2011 tarihli sayısında bulunan dosya üzerinden yaptığı tartışmayı içeren yazısına dair bir iki kelam etmektir. Yazısından Deniz Derya’nın, Koordinasyon döneminin bir üst kuşağından geldiğini anlıyoruz. Bu nedenle “Dernek-Koordinasyon-Kolektifler” olarak ardı ardına dizdiği üniversite devrimci gençlik muhalefetini “ilkini içerisinde, ikicisini kenarında, üçüncüsünü ise yakından gözlemleyen” biri olarak yazabiliyor kendisi. Deniz Derya’nın yaptığı gibi, benim de sözlerime kendimi konumlandırarak başlamam uygun olacaktır. Koordinasyon dönemindenim ve hareketin içindeydim. Koordinasyon’a örgütlenmeye çalışılan gençlere “yahu bizim hareketimiz sadece devrimcilerden oluşmuyor ki aramızda sosyal demokrat arkadaşlar da var” derken kastedilen numune bendim; bu nedenle çoğu zaman da “sosyal demokrat Ahmet” olarak anılırdım (Can Atalay gibi arkadaşlar-sağ olsunlar- hâlâ öyle anarlar). Bugün de üniversitedeyim, fakat öğretim görevlisi olarak. Bu nedenle üniversite muhalefetini “kısmen içeriden” gözlemleme, fikir yürütebilme lüksüne sahibim. Bu yazıda da -kısmen- bu lüksü kullanmaya çalışacağım.
Deniz Derya’nın yazısı gayet uzun ve -tabir-i caizse- kallavi. Kendisinin de bazen itiraf ettiği gibi, bazen rotayı kaydırarak ve lafı uzatarak birçok konuya giriyor çıkıyor Deniz Derya. Ben bu yazıda muhtevaya girecek değilim. Ele aldığı konulardaki fikirlerinin bazılarına -hatta çoğuna- katılıyorum, bazılarına rezervlerim olur, bazılarına ise külliyen karşı çıkarım. Ama dediğim gibi, amacım bu türden bir tartışmaya girmek değil. Yazıda sataşmalara uğrayan yapılardan birini temsil etmeye soyunduğum da yok. Ben daha çok yazının “dışarısı” ile ilgileniyorum. Fakat yine de içeriğe -daha doğrusu “içeriğin içeriğine”- dair bir iki kelam etmeden de geçmemek gerekir.
Deniz Derya’nın yazısının -sorunu değil- sorunsalı, ele aldığı konuları tartışırken öne sürdüğü argümanlarda yatmıyor. Zira bu argümanlar hakkında ne düşünürsek düşünelim, ne tartışma yaparsak yapalım, Deniz Derya “esas voleyi” ortaya koyduğu devrimci gençlik hareketi kurgusundan “vurmayı” düşünüyor. Yazı -adeta Hegelyen bir tarzda- “Dernekler-Koordinasyon-Kolektifler” kurgusu üzerinden, “Devrimci Gençlik” isimli Tin’in (büyük harfli) Tarih içerisindeki açımlanmasını veriyor bize alttan alta. Tüm bu dönemlerde esas itkiyi oluşturan Öz/Tin olarak Devrimci Gençlik, diğer tüm konjonktürel ve rastlantısal unsurlara “özne” sıfatını kazandırıyor. Deniz Derya’nın Koordinasyon dönemine ilişkin sözleri ile belirtmek gerekirse; “elbette o süreçte bulunan tek tek bireylerin, otonom yapıların emeği/üretimi o sürece çok şey katmıştır. Ancak Devrimci Gençlik o sürecin en önemli kurucu inisiyatifidir ve belki de asıl başarısı; kendi dışındaki muhaliflerin/hoşnutsuzların gerçek özneler olarak o süreçte var olmalarını sağlamasıdır.” Elbette bu üç dönemin de kendine has (küçük harfli) tarihsel özellikleri vardır; ama zaten o kadarcık (küçük harfli) tarih Hegel’de de vardır.
“Dergici” (“Devrimci Gençlik”çi arkadaşlara böyle denirdi o zaman) olmayan bir Koordinasyoncu olarak Dergici arkadaşların haklarının verilmesini bir farz olarak görüyorum. Bu anlamda Deniz Derya’nın yazısının sonunda Aslı Silahdaroğlu’ndan yaptığı alıntıya aynen katılıyorum. Elbette ki “öğrenci gençliğin öz örgütlülüğünü savunan, yerel örgütlenmelerinin koordinasyonunu öneren ve cepheleri bizzat sahiplenen, aklını fikrini bu işe yoran gençlerin devrimci inisiyatifleri olmasaydı, bu hareket de mümkün olmazdı.” Ve açık açık söylenebilir diye düşünüyorum: Bu inisiyatif -tamamen değil- ama büyük oranda Dergici arkadaşlar tarafından inşa edilmişti. Bana kalırsa bunda bir beis yok. Fakat Koordinasyonu Koordinasyon yapan, Dergici arkadaşlar dâhil olmak üzere tüm Koordinasyoncuların, insanların süreç içerisinde öğrenme, siyasileşme, devrimcileşme dinamiklerini temel almaları idi. Örneğin Koordinasyon döneminde, doğru veya yanlış belirli bir siyasallaşma süreci içerisinde cebelleşen insanlara, Deniz Derya’nın yazısında sarf ettiği şu sözlerle mukabele edilmezdi diye düşünüyorum:
“Sizden önceki hatta bizden önceki kuşakların bu tür durumlar karşısında hangi ilkeleri geliştirdiğini biraz inceleme zamanı bulabilirseniz, bunu değerlendirin. Örneğin Dev-Genç tarihi size yol gösterebilir. Tarihsel birikim tam da burada devreye girer… bu ülkede herhangi bir şeyi “ileriye doğru” değiştirmek istiyorsanız ilk önce demokrat olmalısınız, demokrat olmanın koşulu ise gericiliğe karşı olmak, anti-faşist, anti-emperyalist olmaktır, Dev-Genç’lilerin keşfettiği” gibi. En başından itibaren…”
Dediğim gibi, Koordinasyon döneminde -Dergici arkadaşlar dâhil- hiç kimse birilerinin en başından beri bildiği, keşfettiği doğruları/hakikatleri vaaz etme çizgisini takip etmedi. Herkesin -ve tabi Dergici arkadaşların da- doğrusu/hakikati -hem de tam tekmilinden- olduğu halde. Bu nedenle meseleyi farklı koymak gerekir. Mesele Koordinasyon ile ilgili “devrimci bir inisiyatifin” olup olmadığı değil, var olduğu konusunda Deniz Derya ile mutabakat halinde olduğum bu inisiyatifin nasıl tecelli ettiği idi. Koordinasyon dönemi açısından bu durumu, ortaya çıkan -ve evet- merkezinde Dergici arkadaşların olduğu devrimci inisiyatifin insanların (küçük harfli) tarihlerini esas alması olarak özetlemek mümkündür. Bu açıdan aslolan siyasetin “kolektif eyleme, öğrenme ve dönüşme” dinamiklerinin önünün açılmış olmasıydı. Ortaya konan devrimci inisiyatifin genel ilkesi -benim görebildiğim kadarı ile- bu idi. Bu ilke, -ve evet- yine Dergici arkadaşların inisiyatifi ile terk edildiğinde Koordinasyon da bitmiş oldu.
Gelelim yazının “dışarısına”. Devrimciler “iş olsun” diye yazı yazmazlar. Bir müdahale arayışları vardır, o nedenle kaleme sarılırlar. Yazının “dışarısı” derken bunu kastediyorum. Politik karakterdeki bir yazı kendi metninin dışarısında bir olaya, sürece müdahale amacını taşır. Deniz Derya’nın yazısı da bugünkü gençlik hareketine dair bir müdahale amacını taşıyor belli ki. Hatta bazen “müdahale” tabiri yazıdaki bazı “çıkışları” nitelemek için hafif kalıyor. Zira “taaaa” Dernekler dönemi kuşağından gelen Deniz Derya, -örneğin- bugünün devrimci gençlerinin “yumurta mı-uzuneşek mi” tartışmasına sayfalarca laf yetiştiriyor. Tamam, hepimiz çok biliyoruz. Fakat bu kadar da çok konuşmaya gerek yok.
Esas mesele ise bu “tarihsel” içerikli yazının, Tin’in en son halkasına -yani Kolektifçilere- bir mesaj verip vermediği ile ilgili. En başta şunu belirtmek gerekiyor belki de: Kolektiflerin, Koordinasyonun geleneğini sürdürdükleri iddiası sadece Kolektifçiler tarafından kabul gören, örgütsel bir gerçektir. Deniz Derya tarafından somut ve tarihsel bir hakikat olarak sunulması -üniversite siyasetinde olan herkes bilir ki- kimseyi bağlamaz. Bu ancak, Tin’in (büyük harfli) Tarihsel açımlanmasını “görebilenler” için bağlayıcıdır. Bu anlamda “Koordinasyon Kolektiflerde yaşıyor” demek, Deniz Derya’nın yazısında haklı olarak eleştirdiği, dünkü TKP ile b
ugünkü TKP arasında ortaya konan “oldu bitticilikle” benzerlik göstermektedir.
Bu neden önemli? Öyle ya, “Koordinasyon ölmedi Kolektiflerde yaşıyor” ile “Koordinasyon öldü yüreklerde yaşıyor” argümanları arasında geçecek bir tartışmanın ne anlamı var? Tartışmayı böyle kurarsak anlamı yok tabii. Fakat her biri kendi tarihini yazan, kendi örgütsel geçmişini, varlığını solun geneline şamil kılan siyasal örgütlerin oluşturduğu ve parçalanmışlığı temel alan bir sol kültürün yerleştirilmesini sorunsallaştırdığımızda bu tavır önem kazanıyor. Lafı döndürmeden daha açık belirteyim. Deniz Derya’nın yazısı ile ilgili sorun, yazının bugünün bir gençlik siyasetine -Kolektifçilere- belirli bir tarih anlatısı üzerinden verdiği mesaj üzerinden ortaya çıkıyor. O mesaj da kısaca şudur: “Bu işi geçmişte biz yaptık, şimdi de siz yaparsınız.”
Benim derdim “bu işi” Kolektifçilerin yapamayacağı, onun yerine “X örgütünün” yapacağı ile ilgili değil. Deniz Derya’nın -haklı olarak- çokça eleştirdiği “kendiliğindenci” bir perspektifi de savunuyor değilim. Bu anlamda -her ne kadar bazı konularda kendime göre eleştirsem de- Kolektifçilerin veya diğer farklı siyasal yapıların varlığı ile ilgili bir sorunum yok. Zira biliyorum ki “bu iş” olacaksa -mevcut olanlar üzerinden olmasa bile- yine başka bir yapı veya yapılar üzerinden olacak. Benim derdim daha çok, üniversitedeki devrimci gençlik muhalefetinin “şu anki” ihtiyaçları ile ilgili. Yaşı 37 olan birisi olarak, bu ihtiyaçları belirlemek konumunda olmadığım haklı olarak iddia edilebilir. Fakat en başta söylediğim gibi, üniversitede olmanın bana verdiği gözlem lüksünü kullanarak bu konuda cüret gösteriyorum.
Solcu, devrimci öğrencilerin, solcu ve devrimci olmayan öğrencilerle bağ kurma sorunu her daim tartışılan bir mevzu olagelmiştir. Ben bu tartışmanın öznesi durumundaki iki kesimin de dönüştüğünü düşünüyorum. Solcu ve devrimci olmayan öğrenci kesiminin dönüşümü hakkında -özellikle Foti Benlisoy- epey yazıp çizdi. Üniversite ile bağı giderek daha fazla piyasa üzerinden dolayımlanan, daha birinci sınıfta CV’sini hazırlayıp, staj imkânlarını araştıran bir gençlik kuşağı ile karşı karşıyayız. Burada yaptığımız tartışma açısından bunun birincil sonucu, kendi sosyalleşmesini üniversite üzerinden kurmayan ve dolayısıyla üniversite hayatındaki siyasallaşma dinamiklerinden de giderek mesafelenen bir öğrenci kuşağının ağırlık kazanması ve üniversiteye rengini vermeye başlamasıdır. Bu durum devrimci gençlik hareketi karşısındaki “en beton” sosyolojik engel olarak dikilmiş durumda.
Bu durumla bağlantılı olarak “diğer tarafta” da işlerin değiştiğini söylemek mümkün. Bir anlamda “solcu öğrenci” modelinin giderek buharlaştığını söyleyebiliriz. Bu buharlaşmayı “sayıca yok oluyorlar, azalıyorlar” anlamında kullanmıyorum; her ne kadar bu da kendi başına bir sorun olsa da. Daha çok üniversite hayatı içerisindeki gündelik kültür içerisinde buharlaşan bir halden bahsediyorum. Önceki dönemlerde -kötülemek amacıyla da kullanılsa- belirli bir solcu öğrenci tipolojisi çizilebilmekteydi. Pejoratif anlatımıyla solcu öğrenci, derslere girmeyen, havasız ve loş alt koridorlarda masa açarak vaktini geçiren, vakitli vakitsiz sınıflara girip ajitatif konuşmalara yapan ve sık sık da okuldaki “olaylara” karışan bir yabaniydi. Bugün için okuldaki herhangi bir öğrenciye solcu öğrenciyi tarif etmesini istediğinizde size bu türden yanıtlar vereceğinden gayet şüpheliyim açıkçası. Yapılan bu tanımın ötekileştirici ve kaba içeriğine çok takılmaksızın, önemsememiz gerek şudur bence: Solcu öğrenci üniversite hayatının somut, elle tutulur bir parçası idi. Her yerde olmasa bile bunun giderek buharlaştığını söylemek mümkün. Bu durumu solcu öğrencilerin “tembelliği” ile açıklanması ise pek mümkün değil. Bu durum daha çok -bir önceki paragrafta işaret edilen dönüşüme bağlı olarak-üniversitedeki gündelik hayatın dönüşmesiyle ilgili daha derin bir mesele.
Yine bu duruma paralel ve ek olarak, üniversitede siyaset yapan devrimci yapıların giderek kendi hakikatlerine ve pratiklerine gömüldüklerini ve bu durumun da yukarıda bahsedilen üniversitedeki sol kültürün kaybı sürecini daha da hızlandırdığını ve derinleştirdiğini eklemek gerekir. Bunu söylemekle varmak istediğim sonuç, “canım bu solcular da birleşsinler işte” gibi naif bir sonuç değil elbette. Sol, üniversitelerde hep parçalıydı; hatta bugüne göre çok daha parçalıydı. Fakat tüm yapıların üzerinde işleyen bir tür “sol kamusal alan” üniversitede gayet de mevcuttu. Bu tabirle ortak bir ilişkiler alanını tarif etmeye çalışıyorum. Bu ortak alan çeşitli mekanizmalar üzerinden işler ve bazen sol içi kavgalara, bazen sol içi dayanışmalara, bazen de ortak iş yapma arayışlarına zemin hazırlardı. En azından “faşistler saldırdığında” daha derli toplu durulurdu. Bugün için bu türden bir ortak ilişkiler alanının varlığından veya sağlamlığından gayet şüphe duyabiliriz diye düşünüyorum. Bazı durumlarda asgari ilişkiler, bürokratik görüşmeler üzerinden gerçekleştirilse de, bugün için her yapı kendi içerisinde bir dünya olma haline doğru hızla ilerliyor sanki. Hepsi kendi kimlik ve kültürü üzerinden var kalmaya odaklanmış durumda. Bu durumda da hepsini besleyen ve hepsinin beslediği -çatışmalı da olsa- ortak bir kimlik ve kültür giderek buharlaşıyor. Aktardığım bu gözlemler ve çıkarımlar elbette tartışılabilir, sorgulanabilir ve reddedilebilir. Fakat yine de en azından üniversite içerisindeki devrimci yapıların beraber iş yapma heves ve yeteneklerinin giderek azaldığı görmezden gelinemez.
Deniz Derya’nın yazısının bu verili konjonktür içerisinde okunması ve eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira yazdıkları bu parçalanma kültürünü daha da ileriye taşıma potansiyelini içeriyor. “Bu işi eskiden biz yaptık, şimdi de siz yaparsınız” zihniyeti devrimci bir siyaseti değil, genel olarak tüm devrimcilerin, özel olarak da üniversitedeki gençlerin içerisinde bulunduğu olumsuz durumun bizzat kendisini tarif ediyor ve daha da kötüsü bu durumu konsolide etmeye yarıyor. Zira Koordinasyon döneminde açıldığını iddia ettiğim “kolektif eyleme, öğrenme ve dönüşme” dinamiklerini değil, “yalnızlaşma, parçalanma ve kimlik hareketlerine dönüşme” eğilimini besliyor.
Durum buna dönüşünce de “derya deniz” olsanız da kâr etmiyor.