BDP’nin öne sürdüğü hiçbir talep yerine getirilmedi. Bu doğru. Bundan dolayı parlamentoda yemin etmenin bir tutarsızlık gibi görünmesi veya AKP’nin bunu kullanması mümkün. Bunlara aldırmadan doğru olanı yapmak gerekir 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan seçimlerden sonra, özellikle 5 BDP milletvekilinin serbest bırakılmaması ve Hatip Dicle’nin vekilliğinin iptal edilmesi üzerine, ‘Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’ parlamentoya […]
BDP’nin öne sürdüğü hiçbir talep yerine getirilmedi. Bu doğru. Bundan dolayı parlamentoda yemin etmenin bir tutarsızlık gibi görünmesi veya AKP’nin bunu kullanması mümkün. Bunlara aldırmadan doğru olanı yapmak gerekir
12 Haziran 2011 tarihinde yapılan seçimlerden sonra, özellikle 5 BDP milletvekilinin serbest bırakılmaması ve Hatip Dicle’nin vekilliğinin iptal edilmesi üzerine, ‘Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’ parlamentoya gitmeyerek yemin etmedi. Bir bakıma politik tepkisini bu tarzda ortaya koydu. Kürt milletvekillerine yönelik yapılan saldırının, esasen Kürtlerin tasfiyesi politikasının meclis alanındaki yansıması olduğu artık herkesin bildiği bir gerçek.
BDP’nin şart koştuğu politik koşullara dair hiçbir değişiklik söz konusu değil. Hatta devletin temel bir politika haline getirdiği tasfiyeye yönelik politik koşullar çok daha kötü bir durumda. Savaş dışında hiçbir politik alternatif sunmayan AKP Devleti’nin stratejik yönelimi de çok belirgin: Kürtlerin bütünlüklü olarak tasfiyesi ve onun politik aktörlerinin politik sahneden silinmesi üzerine kurulmuş bir plan.
Kürtlerin, tasfiye politikasına yanıtı ‘Demokratik Özerkliğin İlanı’ oldu. Bu bakımdan Kürtlerin toplumsal örgütleme modelini oluşturacak olan iki temel kurumsal yapı oluşmuş durumda. Bunlardan birincisi, Demokratik Özerklik temelinde örgütlenen DTK’dir (Demokratik Toplum Kongresi). İkincisi ise BDP’dir (Barış ve Demokrasi Partisi).
‘Demokratik Özerklik’ tanımlaması politik olarak çok ciddi bir çıkışı ifade ediyor. Kürtlerin kendi kendini yönetmesi olarak özetlenen Özerkliğin yaşama geçirilmesi için yapılması gerekenler konusunda çok ciddi sorunların olduğu anlaşılıyor. Özerklik ilanı esasen Kürt toplumun sosyal, kültürel, ekonomik, politik ve esasen zihinsel olarak sistemden kopuşu anlamına geliyor. Bir başka ifadeyle sistemin temel kurumlarının Kürt coğrafyasında işlevsizleştirilmesi olarak algılanmaktadır. Demokratik Toplum Kongresi’nin temel işlevi de, Demokratik Özerkliği yaşama geçirmektir. Bunun için gerekli olan temel kurumları oluşturmak ve işlevli kılmaktır. Böylelikle sistemin alternatif kurumlarına karşılık olarak kendi kurumsal yapılarını oluşturmalı ve işlevli kılmalıdır. Eğitim, sağlık, maliye, güvenlik gibi temel kurumsal yapılarını oluşturmak ve toplumun temel sosyal ihtiyaçlarına yanıt veren kendi ve kendi kendini yönetme yapısını oluşturan ‘özerk belediyecilik sistemini’ oluşturması için somut adımlar atmalıdır. Demokratik Özerkliğin yönetim merkezi neresidir? Eğer Diyarbakır, Demokratik Özerk sistemin merkezi olacaksa, kendi meclis toplantılarını burada düzenli olarak yapmalıdır. Kendi yerel parlamentosunu fiilen oluşturmalı ve işlevli kılmalıdır. Yani alternatif modelin bütün kurumsal yapısı oluşturulmalı ve işlevli kılınmalıdır. Demokratik Toplum Kongresi’nin bu yönlü planları var mı? Kişi olarak ciddi bir bilgi sahibi değilim. Yukarıda sıraladığım kurumsal yapıları örgütlemek için somut adımlar atılmadan ‘Demokratik Özerklik’ gerçekliğinden bahsetmek mümkün değildir.
Şimdi BDP’nin politik pozisyonu ile DTK’nin işlevi arasında belirli bir bağ bulunmakla birlikte, bire bir aynı olmadığı biliniyor. BDP, Kürt, Türk, Ermeni, Süryani, Laz, Çerkez vs gibi toplumun farklı kesimlerin Ankara’daki sesidir. Öncelikli olarak Kürtlerin sosyal, demokratik ve politik taleplerini gündemleştirme ve çözümlerde alternatifler oluşturmada önemli bir işleve sahiptir. BDP milletvekilleri için Ankara’nın Meclisi mutlak bir yer değildir. Ne olursa olsun burada bulunmalıyız, gibi bir politik anlayışa sahip değiller. Onların temel görevi temsil ettiği toplumun sesi olmak, taleplerini orada gündemleştirmek ve politik sürece pozitif katkı sunmaktır. Halkın iradesini temsil edenler, doğal olarak halkın iradesinin yok sayıldığı bir yerde bulunmayı da amaç edinmezler. Bu zaten namuslu ve onurlu olan herkesin görevidir.
Türkiye’nin iç politik dengeleri yeniden organize ediliyor. Sistem zorunlu olarak kendisini reformdan geçirmeye çalışıyor. Cumhuriyetten beri varlığını sürdüren sistemin kurumsal yapılarının küresel sistemin ihtiyaçlarına yanıt vermediği bütün verileriyle ortaya çıkmış bulunuyor. Bunun merkezinde Anayasa tartışmaları bulunuyor. Türkiye’nin politik kurumsal yapısı yeniden şekillendirilirken, özellikle anayasa tartışması çok ciddi olarak gündemi meşgul edecek.
Sistem bakımından, ‘yeni’ bir anayasanın hazırlanması artık kaçınılmaz hale gelmiş bulunuyor. Yamalı bohçaya dönmüş olan 12 Eylül 1980 askeri darbe anayasanın hiçbir özelliği kalmadı.
Meclisin açılmasıyla ‘yeni’ anayasa tartışmaları çok ciddi biçimde yoğunlaşacak. Söz konusu anayasanın içeriğini belirleyecek olan, Kürtlere yönelik taleplerin nasıl yer edineceğidir. Oluşturulmaya çalışılan anayasanın sistemin kendi politik sınırları içerisinde dahi demokratikleştirilmesinin temel ölçütü, Kürtlerin politik, kültürel, sosyal haklarının anayasada yer almasıdır. Bunun için Kürtlerin toplumsal halklarını bütünlüklü olarak gündemleştirmek ve kamuoyunda kapsamlı bir tartışmayı yürütmek sürecin kavranmasına yardımcı olacaktır. Hem parlamentoda oluşturulacak olan anayasa komisyonunda, hem de parlamento dışındaki komisyonlarda Kürtlerin doğrudan temsil edilmesi oldukça önemlidir.
BDP’nin demokratik sivil toplum kurumlarıyla, akademisyen ve aydınlarla yapacağı görüşmeler sonucunda, geniş katılımlı bir oluşumla hazırlayacağı anayasa taslağını hem kamuoyuna açıklamasını hem de komisyonların önüne götürmesini önemsiyorum.
Bu sürecin iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. BDP’nin öne sürdüğü hiç talep yerine getirilmedi. Bu doğru. Bundan dolayı parlamentoda yemin etmenin bir tutarsızlık gibi görünmesi veya AKP’nin bunu kullanması mümkün. Bunlara aldırmadan doğru olanı yapmak gerekir. BDP’nin bütün talepleri halen güncelliğini koruyor ve asla kulak ardı edilecek konular da değildir. Ancak BDP, taktik planlamasında esneklik ve değişiklik yapmalıdır.
AKP-MHP ittifakının, BDP’yi Anayasa tartışmalarına katmamak ve yapılacak olan anayasada BDP’yi saf dışı bırakmak için birçok oyunu sahneleyecekleri kesin. BDP’nin bunları bir tarafa bırakıp Anayasa tartışmalarına katılması ve Kürt halkının çok kapsamlı taleplerini tartıştırması gerekir.
Anayasa, sistemin bütünlüklü olarak Kürtlere yönelik politikanın ana halkasını bütün çıplaklığıyla ortaya koyacaktır. Bu bakımdan BDP sürecin önemli bir aktörü olmalı. Parlamentodaki tutumunu da anayasanın içeriğine göre netleştirmelidir.
Eğer hazırlanacak olan anayasada Kürtlerin temel taleplerine yanıt verilirse zaten demokratik çözüm süreci fiilen devreye girer. Böylelikle sürecin muhatapları mevcut sorunları çözmek için çok daha kolay anlaşırlar.
Ancak bugünkü faşist anayasanın temel mantığı ve ruhu korunursa, inkâr ve asimilasyon siyaseti devam ettirilirse en doğru tutum, mevcut parlamentoyla ilişkisini kesip DTK’nin belirlediği strateji ekseninde çalışmalarına ‘yeni başkent’te devam etmesidir.
Bunun politik anlamı Ankara ile politik ilişkilerin askıya alınması veya kesilmesi ve yönün Diyarbakır’a dönmesidir. Bu bakımdan BDP’nin, mevcut sürecin bir aktörü olarak rolünü önümüzdeki dönemde çok kapsamlı oynaması gerektiğini düşünüyorum ve bundan dolayı da hiçbir kaygıya kapılmadan meclise gitmelidir.
Yemin biçimseldir, politik bir değeri yoktur. Kürt toplumu için de bir anlam ifade etmeyecektir. Önemli olan Anayasa tartışmaları sürecinde aktif rolünü oynaması ve
süreci netleştirmesidir.
Gokyuzu9@aol.com