Halkın yüzde 45’i Filistin’in tanınmasını isterken Kongre’nin dörtte üçü ve Beyaz Saray, İsrail için Filistinlilere karşı oy kullanacak. Bu sömürgeleştirilen bir demokrasinin ikilemidir Uruguay’da yayın yapan CX 36 Radio Centenario isimli radyo istasyonundan Efraín Chury Iribarne’nin James Petras ile 19 Eylül 2011 tarihinde yaptığı haftalık söyleşi: Chury: Petras sana iyi sabahlar diliyoruz ve seni kucaklıyoruz. […]
Halkın yüzde 45’i Filistin’in tanınmasını isterken Kongre’nin dörtte üçü ve Beyaz Saray, İsrail için Filistinlilere karşı oy kullanacak. Bu sömürgeleştirilen bir demokrasinin ikilemidir
Uruguay’da yayın yapan CX 36 Radio Centenario isimli radyo istasyonundan Efraín Chury Iribarne’nin James Petras ile 19 Eylül 2011 tarihinde yaptığı haftalık söyleşi:
Chury: Petras sana iyi sabahlar diliyoruz ve seni kucaklıyoruz.
Petras: Günaydın Chury, günaydın. Tartışacağımız çok şey var.
Çok iyi, onların neler olduğunu bize sen söyleyeceksin. Bu sıralarda araştırmakta olduğun mevzular veya analiz objelerinin konuları ile başlayalım.
Öncelikle, dünya ekonomisi bağlamında Latin Amerika’daki durumu inceleyelim. Sonra, zaman olursa Birleşmiş Milletler’de Filistin’in tanınması üzerine konuşabiliriz. Zamanımız kalırsa Obama’nın ekonomik krize karşı getirdiği son önerisinden biraz söz edebiliriz.
Dünya ekonomisi bağlamında Latin Amerika ile başlayalım. ABD’de ve Avrupa’da neler olup bittiği ile Latin Amerika’yı kıyaslarsak, Latin Amerika’nın daha elverişi durumda bulunduğunu söyleyebiliriz. Biz büyüme oranlarını karşılaştıracak olursak, Avrupa ve Amerikan taleplerindeki düşüşün yarattığı etkilere karşın Latin Amerika çok avantajlı durumda. Örneğin, ABD’de ve Avrupa’da emeklilerin yaşam koşullarında kötüleşme, yoksulların sayısında yükseliş ve işsizlikte artışlar olurken Güney Amerika ülkeleri, ihracatlarını ve gelirlerini artırdılar, en yoksul kesimlerin kötü koşullarını düzelttiler. Bu anlamda biz, dünya pazarlarında Latin Amerika entegrasyonunun Avrupa’da ve ABD’de yaşanmakta olanlara göre çok daha etkili ve faydalı olduğunu söyleyebiliriz. Bir taraf tarım ve hammadde fiyatlarını, diğer taraf şimdiye kadar finansal denetimleri yaptılar ama her ikisi de bağımlılık gösteren değişkenlerdir.
Hemen, kıtalar arasına genel açından bakalım. Eğer Latin Amerika içindeki varyasyonları analiz edecek olursak, anlamlı değişiklikler görebiliriz. Örneğin, Meksika -sağcı hükümet- yoksulluğu artırırken, büyümeyi durgunlaştırırken ve suç oranlarını artırarak ülkenin geneline yayarken Venezüella sosyal adaleti iyileştirdiğine dair çok açık belirtiler göstermekte. O halde neoliberalizmin hâkim olduğu Meksika ve sol bir proje ile giden Venezüella arasında büyük bir tezat var.
Şimdi, çok karmaşık bir durum içinde bulunan diğer ülkeler, örneğin, yüksek mevkideki yöneticilerin karıştığı büyük yolsuzluk problemleri ile son zamanlarda daha da yavaşlayarak büyümeye devam eden Brezilya’ya bakalım. Bu ülke Asya ithalat sektöründe pek çok yeri kaybetti. O halde şimdi Brezilya sanayisizleştirmeye karşı koymak için daha fazla korumacı davranacağı bir aşamaya giriyor.
Ve gelişme yolu üzerinde bulunan Bolivya, artık sosyal adalete ilişkin herhangi bir iddiayı terk etti ama özellikle kırsal alanlarda, hala süren yüksek yoksulluk oranıyla, hiç olmadığı kadarıyla Brezilya ile olan ilişkilerini, yatırımlar yoluyla, artırmaya çalışıyor. Bolivya, Ekvador, Brazilya’nın merkez sol olarak adlandırabileceğimiz bu politikaları, şimdi özellikle Bolivya’da ve Ekvator’da sağ kesimlere olduğu kadar halk hareketlerine de yeni karşıtlıklarıyla saldırmakta. Hükümetler ve yerli kuruluşlar arasında bir ayrışma var.
Bu anlamda Evo Morales ve Correa hükümetlerinde yeni bir yapılandırma görebiliyoruz; içeride sermaye yatırımlarına her türlü desteği sağlama dalgası içinde bulunurlarken dışarıda Libya işgalinin eleştirisi gibi, emperyalizmi eleştiren bir dış politika sürdürmeye devam ediyorlar.
Diğer bir önemli şey, seçimleri kazanmak için solu kullanan ve sonra hükümeti yönetmek için Alan Garcia gibi başkanların, neoliberalizminden gelen bir dizi yetkilisiyle birlikte sağa dönüş yapan Humala’lı Peru’da neler olduğuna bakmak.
Şu anda hükümetin dışında kalan pek çok insan aldatılmış olduğu için büyük çaplı bir ihanet olduğunu söyleyebiliriz ve Peru’daki bu durumu pek çok açıdan analiz edebiliriz ama asıl şey, kitlelerin mücadelesiyle organik bağının olmaması, eylemleri, taahhütleri değil konuşmalarının solun adına olması.
Latin Amerika’da bugünün ana konusu, ne sosyal değişimler ne de çok daha az olan dönüşümler; sosyal adaletin ihtiyaçları dikkate alınmaksızın mümkün olduğu kadar hızlı büyümeye çalışılan bir kalkınmacılık var. Bu nedenle, yeni mücadelenin, o kadar da kalkınmacılık üzerine olmadığını, tersine kalkınmadan kimin yararlandığı üzerine olduğunu söyleyebiliriz.
Örneğin, bütün dünyada en kötü eşitsizliklerinden birine sahip olan Şili’de, zenginliklerin yeniden paylaşımı ile ilgili politikaların ve gelirlerin, ülkenin sosyal politikasının dönüşümünün başlamasını talep eden üniversite ve lise öğrencileri ile başlayan, şimdi de öğretmenlerin ve sendikacıların katıldığı çok dinamik hareketlere sahibiz.
Bu bağlamda, kalkınma ve sosyal adalet arasında güçlü bir çelişki var ve bu, yeni politikanın belkemiği olabilir. Gerçekte ise bunun farkında olan; büyüme projesinde işçileri, işsizleri ve en yoksul kesimleri entegre etmek için tazmin eden, daha fazla sosyal harcamalar yaparak kalkınmayı birleştiren tek başkan Chavez’dir. Daha az ölçüde Cristina Fernández’de benzer bir şey görebiliriz.
Uruguay’ın sorunu ise tarım ve hammadde ürünlerinin yüksek fiyatlarından yararlanarak büyümesini sürdürürken, herhangi bir sosyal politikayı engelleyen yatırımcıların tavizi altında olmasıdır. Yani, değerlendirmekte olduğu şey istikrar; işçilerin lehine olmayan, işverenler ve sendikalar arasındaki denge yönünde bir istikrar.
O halde Jose Mujica’nın, Frente Ampilo’nun (Geniş Cephe Hareketi; ç.n) kalkınması; Uruguay’ın küresel rakamları kötü olmamasına, oldukça istikrarlı -adil bir istikrar olmasa da- bir büyüme göstermesine karşın önemli sektörlerde çalışan işçilere zarar veriyor. Ve ben bunun Ekvador’da olduğu kadar Peru ve Brezilya gibi diğer hükümetler için de bir problem olacağını düşünüyorum. Bu anlamda ve bu nedenle taleplerle ilgili politikalarda bir siyasi keskinleşme görebiliriz.
Bu arada, dünya pazarlarındaki fiyatların düşmeye başladığını dikkate almalıyız. Örneğin Çin, bir yavaşlatma politikasına başlıyor. Bu başka bir yerin gelirlerine çok bağımlı olan, örneğin Brezilya, Peru ve Uruguay gibi ülkelerde büyük bir etki yaratır. Şimdiye kadar krizin en kötü etkilerinden kaçınabilen bu ülkeler, halkın tüketimini ve iç pazarı güçlendirmek için modelde değişiklik yapmaya, sanayileşmeye ve çeşitlendirmeye sahip değiller, bu nedenle kahredici bir şekilde etkilenebilirler.
O halde, ABD ve Avrupa durgunluk içinde veya daha kötü bir durumda bulunurken, bu yıl ikinci bir durgunluğa girilirken, gelecek o kadar iyimser değilken Latin Amerika daha iyi koşullarda bulunuyor. İşte, benim Latin Amerika’daki durumla ilgili yorumlarım.
Durum, talepler ve gelirlerdeki dağılımı iyileştirmek için halk mücadelelerinin lehindeyken ve aynı zamanda bir o kadar çelişki varken halk hareketlerin ajandalarında önemli değişiklikler yok.
(…)
Çok önemli bir olay olan Filistin üzerine tartışmaya zamanımız olmadı.
Bunu yapmayı sana bırakıyoruz ve seni dinliyoruz.
Gerçek şu ki Filistin Birleşmiş Milletler’de, İsrail’in sömürgeciliğinin reddedilmesini, varlığının bir resmi Devlet olarak kabul edilmemesini ve Filistin’in bağımsız bir Devlet olarak tanınmasını isteyecek. Ve bunun karş