Kabul etmek lazım ki gerçek anlamda kitle örgütü olanlar için bu dönemler zor geçer. Bir kamu çalışanı sendikamızın Kürt kökenli başkanının ettiği bir laftan dolayı nasıl kısa sürede linç kampanyasına tabi tutulup üyelerinin istifaya zorlandığını henüz unutmadık Emek mücadelesini hakkıyla veren az sayıdaki sendikalarımızdan biri Silvan’da 13 askerin ölümüyle sonuçlanan saldırıyla ilgili bir açıklama yapmış. […]
Kabul etmek lazım ki gerçek anlamda kitle örgütü olanlar için bu dönemler zor geçer. Bir kamu çalışanı sendikamızın Kürt kökenli başkanının ettiği bir laftan dolayı nasıl kısa sürede linç kampanyasına tabi tutulup üyelerinin istifaya zorlandığını henüz unutmadık
Emek mücadelesini hakkıyla veren az sayıdaki sendikalarımızdan biri Silvan’da 13 askerin ölümüyle sonuçlanan saldırıyla ilgili bir açıklama yapmış. Bildiride “…Bu saldırı ile yapılmak istenen toplumu bölme ve kardeşi kardeşe düşman etme girişimidir. Ancak bizler … sınıf mücadelesinin bizlere öğrettiği gibi dil, din, ırk ve cinsiyet adına hiçbir ayrımı gözetmeksizin kardeşçe yaşamı savunmaya devam edeceğiz. Böylesi hain girişimlerin bizleri bölmesine izin vermeden işçi sınıfının hak alma mücadelesini vermeyi sürdüreceğiz. Bu düşünce ve duygularla, bu saldırı sonucunda ölen askerlerimize rahmet, ailelerine ve tüm halkımıza başsağlığı, yaralılara ise acil şifalar diliyoruz” denilerek sendikanın bu olay nezdinde önümüzdeki döneme bakışı ifade edilmeye çalışılmış.
Önümüzdeki dönemin nelere gebe olduğunu görebilmek için biraz daha beklemek gerekiyor belki. Bir taraftan Silvan’da gerçekleşen olayın Dağlıca ile benzerlikler taşıdığını söyleyip bir süre sonra tekrar hayatın normalleşeceğini tahmin edebiliriz. Ya da özellikle hükümetin ve yandaş kalemşörlerinin çok net ifadeleriyle dile getirdiği yeni bir savaş konseptine kendimizi hazırlamamız gerekir diyebiliriz.
Emek hareketi Kürt hareketi karşısında genel olarak ikircikli ve ürkek davrandı. Bir yanda ezilen bir halkın haklı mücadelesi olduğunu açıkça dile getirmeye çalıştı diğer tarafta kendisinin ilişkilenemediği bir düzlemde ve üstelik silahlı bir mücadele olarak sürdüğü için Kürt hareketiyle aynı safa konma korkusunu yaşadı. Zira sendikalar Kürt sorununun ortaya çıkardığı milliyetçi-muhafazakar tepkinin kendi zeminlerinde yaygınlaşmasını engelleyememiş ve baskısını her an enselerinde hissetmişlerdir.
Çoğu kez sınıf mücadelesinin “dil-din-ırk…” farkı gözetmediğini ileri sürerek bir halkın açıkça yok sayılması, aşağılanması görmezden gelinmiştir. Hatta bu tutumları savaşın kıyasıya sürdüğü dönemlerde pek çok milliyetçi-muhafazakar kalem erbabı tarafından “nerede o eski günler herkeste bir sınıf bilinci vardı, nerden çıktı şimdi bu etnik kimlik meseleleri” denilerek desteklenmiştir.
Kabul etmek lazım ki gerçek anlamda kitle örgütü olanlar için bu dönemler zor geçer. Bir kamu çalışanı sendikamızın Kürt kökenli başkanının ettiği bir laftan dolayı nasıl kısa sürede linç kampanyasına tabi tutulup üyelerinin istifaya zorlandığını henüz unutmadık. Partiler veya daha homojen yapıya sahip örgütler için sorun çok daha önemsizdir. Kendi içinizden dışa dönük doğru bildiğiniz bir şeyi söylersiniz ve bunu rahatlıkla savunursunuz. Ama söz söyleme yetkisine sahip kişiler olarak toplumda değişik hassasiyetlere sahip bir “iç” savaşla ilgili kitle örgütünüz adına bir laf söylerken kırk kere düşünmek zorunda kalırsınız.
Eğer önümüzdeki dönem yeniden sıcak çatışma döneminin belirleyeceği bir süreç doğuracaksa emek örgütleri sıkı durmak zorundalar. Zira bu kez egemen ulus adına savaş, “kuru” bir derin devlet tarafından değil neredeyse devletleşme sürecini tamamlamış ve milliyetçi söylemi faşistlere taş çıkartırcasına iyi kıvırabilen, %50 oy almış zinde bir güç tarafından yönetilecektir. Diğer taraftan Kürtler de kendileri için kabus gibi geçen “kirli savaş” sürecinden deneyim kazanarak ve hatta liderlerinin tutsak alınmasını bile avantaja çevirebilecek politik yaratıcılıkla bu süreçten güçlenerek çıkmayı başarabilmişlerdir.
Emek hareketi bu süreçte daha net bir söylem oluşturarak toplumun karşısına çıkmak zorundadır. Zira hem kaba Türk milliyetçiliği söyleminin dışında yeni bir egemen ulus tarif etmeye çalışan AKP iktidarı hem de ulusalcı-milliyetçi muhalefet tarafından açıkça bu savaşta egemen ulusun safını tutmaya zorlanacaktır.
Eğer emek hareketi gerçekten barışın kalıcı, adil ve hakkaniyetli olmasını istiyorsa egemen ulus milliyetçiliğine teslim olmamak zorundadır. Silvan olayında ölen askerlerimiz için yüreğimizin yanmaması mümkün değil ama aynı çatışmada ölen Kürt gençlerini görmezden gelerek ya da onları düşman kategorisine iterek kalıcı ve adil bir barışın olamayacağını artık öğrenmiş olmamız gerekiyor. Savaş ortamının silikleştirdiği sınıf bilinci yoksunluğu ile barıştan uzaklaşan işçi sınıfına ısrarla bu gerçekliği anlatmak da emek hareketinin boynunun borcu olmalıdır.
* Tufan Sertlek
Dev Sağlık-İş Yönetim Kurulu Üyesi