Hasan Bülent Kahraman sadelik içinde yükseltilen sosyal adalet çağrısına zenginin arsız, şımarık kültürünü yücelterek yanıt veriyor. Kahraman’ın da bir plaza insanı olduğu dikkate alınırsa, bu hiç de şaşırtıcı olmuyor Bugüne kadar pek çok protesto görmüştük. Polis şiddetine, ulaşım zammına, asgari ücrete ya da kadına şiddete karşı yapılan… Ama 6 Ağustos’ta Türkiye ve dünya, alışık olmadığımız […]
Hasan Bülent Kahraman sadelik içinde yükseltilen sosyal adalet çağrısına zenginin arsız, şımarık kültürünü yücelterek yanıt veriyor. Kahraman’ın da bir plaza insanı olduğu dikkate alınırsa, bu hiç de şaşırtıcı olmuyor
Bugüne kadar pek çok protesto görmüştük. Polis şiddetine, ulaşım zammına, asgari ücrete ya da kadına şiddete karşı yapılan… Ama 6 Ağustos’ta Türkiye ve dünya, alışık olmadığımız yeni bir protesto biçimi ile tanıştı. Emek ve Adalet Platformu’nun öncülüğünde İstanbul’da beş yıldızlı bir otelin önünde “Orucunu Kapitalizmle Bozma” sloganı ile bir iftar protestosu gerçekleştirildi.
İkincisi 13 Ağustos’ta yapılan bu protestolar, var olan protesto yelpazesine yeni bir protesto biçimi eklemek için mi yapıldı? Yoksa Ramazanların olmazsa olmazlarından olan Karagöz hicvinin güncel hali miydi, 316 TL’lik lüks otel iftarlarının önüne serilen pideli ve peynirli yer sofraları?
Protestocuların doğal sözcüsü haline gelen İhsan Eliaçık’ın sözlerine kulak verirsek, protestolarla amaçlanan “sosyal adaletsizliği gözler önüne sermek” ve bu durumu protesto etmekti. Ve dahası bunun evlerden getirilen yemeklerle lüks otel önlerine açılan yer sofralarında İslamcı ve sosyalist gençlerin, CHP kadın kollarından kadınların, türbanlı genç kızların, Alevi kökenli vatandaşların, Alperen Ocakları’ndan gençlerin, Kürt gençlerin, Afrikalı göçmenlerin ve sokak çocuklarının ortaklaşa gerçekleştirdikleri bir protesto olduğu dikkate alınırsa, oldukça güçlü, ayrıntıdan uzak ve sade bir Karagöz hicvi (eleştirisinin) ile karşı karşıya olduğumuz görülecektir.
Zenginliğin içi boş ayrıntıcılığı ile protestonun sade çağrısını boğma çabası
Bu modern Karagöz hicvi, zenginliğin şaşası ile fakirliğin sadeliği arasındaki uçurumu gözlerimizin içine içine sokarken, aslında mücahitlik için yola çıkanların müteahhitleşmesini ve dini bir zengin görgüsüzlüğü içinde yaşamaya başlamasını eleştiriyordu. Kısacası yine İhsan Eliaçık’ın ifadesi ile dinin artık bir zengin eğlencesine dönüşmesiydi protesto edilen.
Ancak bu şaşa protestosu, AKP iktidara geldiğinden beri onun iktidarının kültürel ve ideolojik arka planını örmeyi kendisine görev edinen gazeteci Hasan Bülent Kahraman’ın şaşalı yazısı ile karşılandı. “Orucu Kültürle Açmak” başlığını taşıyan bu yazısında Kahraman, yazısının başlığından da anlaşılacağı gibi açıkça “Orucunu Kapitalizmle Açma” diyenlere sesleniyordu. Sesleniyordu seslenmesine de, peki onlara ne söylüyordu? Burası oldukça muğlak. Ya da belki şöyle söylemek daha doğru olur. Kahraman savunma duvarlarını yükseltmeye çalıştığı cephenin şaşa merakına kendisini o kadar kaptırmış ki, şaşa protestosuna şaşa ile yanıt verecek kadar rotasını şaşırmış. Neden mi? Çünkü, Kahraman yazısında uzun uzun Osmanlı’nın inşa ettiği kültürel Müslümanlıktan bahsediyor, bu kültürel Müslümanlığın basitçe bir Karagöz gösterisine indirgenemeyeceğini belirttikten sonra da onun kapsayıcı ortak paydaları olan sahurlara, iftarlara, ramazan davullarına değiniyor. Ardından da yerlere açılan sofraların avam görgüsüzlüğüne karşı yücelttiği bu Müslümanlık türünün seçkin bir temsilcisi olarak Ahmet Rasim’den örnekler vermeye başlıyor. Rasim’in evde içtiği çeşit çeşit sulara, kahvelere ve kullandığı çeşit çeşit ağızlıklara değinerek bu kültürün ayrıntıcı zenginliğini öve öve bitiremiyor. Bir taraftan da Rasim’in içmek istediği suyu o sırada el altında bulamadığı zaman nasıl da öfkelendiğine değiniyor. Yani bu övdüğü ayrıntıcı zengin kültürünün şımarıklığını ve arsızlığını farkında olmadan gözler önüne seriyor.
Çocuklar Somali’de açlıktan, susuzluktan ölürken ve memleketimizde sade insanlar şaşa kulelerinin diplerinde zengin-fakir uçurumunu protesto ederken, Kahraman’ın ayrıntı zenginliği ya da kültürel zenginlik adı altında şımarık ve arsız zenginliğini yüceltmesi çok anlaşılır. Tıpkı Batı özentisi kişiliklerin halk adamının gözünden eleştirildiği Karagöz Oyununu önemsizleştirmesinde olduğu gibi.
Sonuç olarak, Kahraman sadelik içinde yükseltilen sosyal adalet çağrısına zenginin arsız, şımarık kültürünü yücelterek yanıt veriyor. Kahraman’ın da bir plaza insanı olduğu dikkate alınırsa, bu hiç de şaşırtıcı olmuyor. Plazalardan yapılan sosyolojik çıkarım da haliyle şaşa kulesi (plaza) jandarmalığının ötesine geçemiyor.