Doçent Bey, görüşleri dolayısıyla öğrencilere hakaret ettiği, kötü muamelede bulunduğu iddialarına cevap verirken iddiaların asılsız olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Ben Türk bilim adamıyım ve derste anlattığım şeyler de Türklük ile ilgili olacaktır” Yeni bir kelime öğrenip de bu kelimeye hemen birkaç saat içinde bir filmde rast geldiğimizde çok seviniriz. Aynı sevinci kanallar arasında öylesine gezinirken […]
Doçent Bey, görüşleri dolayısıyla öğrencilere hakaret ettiği, kötü muamelede bulunduğu iddialarına cevap verirken iddiaların asılsız olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Ben Türk bilim adamıyım ve derste anlattığım şeyler de Türklük ile ilgili olacaktır”
Yeni bir kelime öğrenip de bu kelimeye hemen birkaç saat içinde bir filmde rast geldiğimizde çok seviniriz. Aynı sevinci kanallar arasında öylesine gezinirken arkadaşımızın geçen günlerden birinde bahsettiği şarkıya rastladığımızda da yaşarız. Benzer tesadüfleri evrenin bize gönderdiğini düşünmek sevincimize bir de hoşluk katar. Hâlbuki “algıda seçicilik” yaklaşımı bu tesadüfleri içimizde aramamız gerektiğini söyler. Bulmacalarda boş kalan kutuların ardındaki kelimeler bir anlam ifade etmez. Müzik kanalları defalarla o şarkıları çalar, ancak biz es geçeriz. Ne zaman ki biri ya da bir şey onları işaret eder; kelimeleri, kişileri, nesneleri fark eder hale geliriz. Çeşitli seçenekler içinde onları seçeriz.
Algıda seçiciliğin tek belirleyicisi tanışıklık gibi dış etmenler değildir. Kişilerin beklentileri, ilgileri ve inançları da önemli iç etmenlerdir. Bu açıdan, insan kendini nasıl tanımlıyorsa, dış dünyasını o çerçevede şekillendirecektir. Yani, nereye gözünü çevirse ya bu tanımı içeren şeyleri görecek ya da şeyleri o tanıma uygun olarak görecektir. Örneğin, bir tarihçi, tez konusu diyelim 3. Selim ise kitapçıdaki tüm Selim başlıklarını seçiverir. Öte yandan hangi kitaba bakarsa baksın 3. Selim gören tarihçiler de vardır. Doç. Dr. İsmail Doğan, Maya tarihine tüm Türklüğü ile ilgi duymuştur mesela. “Mayalar ve Türklük” adlı eserinde “Meksika’da Türkçe Kaynaklı Yerleşim Birimleri Adları” bölümünde bu ilginin bilimsel bulgularını diğer Türklerle ve Türkçe aşığı Mayalarla paylaşmıştır.
Sayın Doçent Türklük gözlüğünü Ordu’daki tarihi evlerinin onarımı konusunda da çıkarmamıştır. Bu evlerin Türk coğrafyasının ve demografisinin bir ürünü olduğunu belirtmiş, atılan “Rum ve Ermeni Evi” manşetlerine itiraz etmiştir. Her sakallıyı dedemiz, her cumbalıyı Rum evi zannetmememiz gerektiğinin altını çizmiştir. Uluslararası ilişkiler konusunda hassasiyetini dile getirirken Ermenistan’daki Türk evlerinin harap edildiğini, orada hiçbir gazetenin ‘Türk Evlerini restore ediyoruz’ manşeti atmayacağını iddia etmiştir. Haklı olması muhtemeldir. Zira algıda seçicilik, bir millete özgü olamaz. Doğan’la, benzer hassasiyetleri paylaşan Ermeni meslektaşları zamanında benzer tepkileri vermiş olabilir.
Doçent Bey konu olduğu tüm haberlerde algısının merkezine oturttuğu Türklüğüne vurgu yapıyor. Geçen yılın Kasım ayında öğrenciler, internette kendisinden şikayetçi olunca Rektörlük soruşturma açıyor. Görüşleri dolayısıyla öğrencilere hakaret ettiği, kötü muamelede bulunduğu iddialarına cevap verirken iddiaların asılsız olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Ben Türk bilim adamıyım ve derste anlattığım şeyler de Türklük ile ilgili olacaktır.”
İsmail Doğan, Ordu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanıdır. Sıfat tamlamalarında sıfatların, önlerine geldikleri isimleri tanımlamak için kullanıldıklarını mutlaka derste anlatıyordur. Bazıları ise bu yolla isimleri sıfatlara hapseder. Mahpuslar, bir zaman sonra dışarının hiç olmadığını düşünürler. Dışarı çıktıklarında korkak ve saldırgan olmalarının bir sebebi de budur. Ramazan vakti sokakta sigara içene sopayla saldıran, İdil Biret konserini basan, sanat atölyelerini yıkan da aynı mahpustur işte. Daha ileri gidince Beyoğlu’nda ev basar, Samatya’da komşusunu soyar; hatta güpegündüz, sokakta, herkesin gözü önünde gazeteci öldürür.
Algımızın seçip dikkatimize sunduğu şeyler, hassasiyetlerimize de işaret eder. Bu hassasiyetler bizi tanımlamakla kalmaz, ötekine saldırırken kalkan vazifesi görür. 28-30 Ocak 2011 tarihlerinde düzenlenen “Birinci Akademisyenler Çalıştayı” sonuç bildirgesinde Türk milliyetçiliğine gönül vermiş aydınların hassas oldukları konular basına açıklanmıştır. Çalıştaya katılanlar, bildirgenin 16. maddesinde kültür ve sanatı, Türk medeniyetini besleyen ana hayat damarlarından biri olarak gördüklerini ve sanat camiasının Türk kültür ve medeniyetini ihya edecek sentez ve üretim gücüne kavuşturulması gerekliliğini ifade etmiştir. Bu sebeple sanatçılar mermerden bir blok olan Türk medeniyetine karşı duyarlı olmalıdır. Sentezi mozaikle karıştıran sanatçılar ise mermerin hassas gövdesinde kucaklanır.