Besteci ve düzenlemeci Erol Mutlu‘nun ilk solo albümü Ateş Düşer Şarkılara, kısa bir süre önce dinleyicilerle buluştu. Türkçe, Kurmancî ve Zazakî besteler yapan Erol Mutlu’nun albümüne Erkan Oğur, Aynur Doğan, Ahmet Aslan gibi isimler katkı sunuyor. Turgut Uyar, Cemal Süreya ve Edip Cansever’in şiirlerini, Kürt yazar Mehmed Uzun’un bir şiirini besteleyen Mutlu, albümde Davut Sulari’nin […]
Besteci ve düzenlemeci Erol Mutlu‘nun ilk solo albümü Ateş Düşer Şarkılara, kısa bir süre önce dinleyicilerle buluştu. Türkçe, Kurmancî ve Zazakî besteler yapan Erol Mutlu’nun albümüne Erkan Oğur, Aynur Doğan, Ahmet Aslan gibi isimler katkı sunuyor. Turgut Uyar, Cemal Süreya ve Edip Cansever’in şiirlerini, Kürt yazar Mehmed Uzun’un bir şiirini besteleyen Mutlu, albümde Davut Sulari’nin Zazakî bir parçasını da seslendirdi.
Mutlu, Aynur Doğan’a yönelik ırkçı tepkiler ve Alevi müziğinin bugünkü durumu üzerine düşüncelerini bizimle paylaştı. Albümünde şiirlerine yer verdiği İkinci Yeni akımı, şiir-müzik ilişkisi üzerine yaptığımız sohbet, müzik endüstrisinde ‘ustalığa’ karşı hep kendini yeniden üreten bir müzisyenin görüşlerini yansıtıyor.
“Benim değişik dillerde şarkılar yapma sebebim şudur: Bu topraklarda yaşayan başka diller var ve o dillerle oluşan bir edebiyat geleneğine yaslanıyoruz…”
“Aynur Doğan’a yapılan saldırılar yeni durumla alakalı. Kürt sorununda inkar, yerini, tanıyarak aşağılamaya, kendinden uzak tutma çabasına bıraktı…”
Yeni albümünüzün künyesine baktığımızda Erkan Oğur, Aynur Doğan, Ahmet Aslan, Yurdal Tokcan, Serkan Çağrı gibi isimler göze çarpıyor. Albümün hazırlık aşamasından bahsedebilir misiniz?
Albümde yer alan konuk müzisyenlerin tümünün farklı bir hikayesi var. Birkaç yıl önce, Dersim’de düzenlenen Munzur Festivali için bir jenerik müziği istenmişti Kalan Müzik’ten. Bu jenerik müziğinin vokallerini Ahmet Aslan’la birlikte yapmıştık ama hazırladığımız şarkı bir köşede jenerik müziği olarak kalmıştı. Şarkıyı gözden geçirip mix’ini de yeniden yaparak albüme koyduk.
Kalan Müzik’te daha önce de birlikte çalıştığımız Aynur’un vokal yapmasının bir sebebi var: Kürtçe’de nehirler dişildir. Bir kadın sesi Dicle’nin Yakarışı şarkısı için daha anlamlı olacaktı, hatta belki de tamamını Aynur söylemeliydi. Aynur’un sesi de nehrin sesine benzer, su gibidir.
Erkan Oğur çok sabırlı bir müzisyen. Bel ağrıları tutsa bile saatlerce çalmaya devam ediyor. Oğur sazı ve perdesiz gitarıyla şarkıya kendi yorumunu kattı. Üstadımız olarak ona müteşekkiriz.
Albüm kapağı ilginç, albümde de ağırlığını hissettiren İkinci Yeni’yi çağrıştırıyor. Hikayesi nedir?
Aslında İkinci Yeni şairlerine dikkatimi yıllar önce Işın Kucur çekmişti, albümde gitarları da kendisi çaldı. Resim ve desenleri ise, yine İkinci Yeni’yi çok seven heykeltıraş arkadaşım Adnan Doğan hazırladı. Kapaktaki renkler, İkinci Yeni’de sık sık geçen imgelere benzer, rüzgar, ateş, güneş ışınlarının limon dilimi gibi düşmesi, boş çarşılar, akşam üstleri, yalnızlık… Bunların çağrıştırdığı duygular, renkler üzerinde oynayarak yapıldı. Ortak beğenilerimiz üzerinden hazırlayınca, albümle uyumlu bir kapak oldu sanırım.
Turgut Uyar’ın şiirinde imge olarak ‘su’yun özel bir önemi vardır. Siz bir istisna olarak “su da önemli ama / ateştir benim ustam” dizelerini kapağa almışsınız.
Elli İki Hane’nin şöyle bir özelliği var: Uyar, halk şiiri tarzında pek yazmaz. Bu, halk şiiri tarzında yazdığı nadir şiirlerden biri ve kendi özgün söyleyişine oturtmuş. “Oy farfara farfara” hep keyifli bir anlatıma doğru gidecekmiş gibidir ama Uyar’ın şiirinde “ateşli silahlara, ateş düşer çarşılara” gidiyor, aslında bir ezberi bozuyor…
Onları olumsuzlamak için söylemiyorum ama İkinci Yeni şiirleri uzun yıllar hep Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü, Bülent Ortaçgil gibi müzisyenlerin tekelinde göründü. İlk kez farklı bir soundla İkinci Yeni karşımıza çıkıyor. Siz müziğinizi mevcut tarzlardan birine yakın görüyor musunuz?
Yaptığım şarkıların bazı tarzlara yakınlığı varsa bu amaçladığım bir şey değil ama bu türden sızmalara da engel olmuyorum. Ben bağlamaya Orhan Gencebay şarkıları çalarak başladım, arabeskten de faydalanılması gerektiğine inanıyorum. Sonraki dönemler Ruhi Su, Neşet Ertaşlarla halk müziği, sol-protest müzikler, Ahmet Kaya, Yeni Türkü ve benzeri denemeleri dinlerken, üniversite yıllarında da rock müzik dinledim: Led Zeppelin, Jimi Hendrix, Pink Floyd, Doors, sonraki yıllar L. Cohen, T. Waits… Böyle olunca ister istemez tümü müziğinize bir şekilde yansıyor. Albümdeki parçaların özgün müziği çağrıştıran yanları var ama bir yandan etnik müziği, yer yer de alaturka müzikleri çağrıştıran yanları da var. Müzikte farklı etkilere açık olmanın verimli olacağını düşünüyorum. Özgün ya da deneysel demek yerine “serbest çalışma” demeyi tercih ediyorum.
Mehmed Uzun’un Dicle’nin Yakarışı’nda geçen bir şiirini de bestelemişsiniz. Özel bir anlamı var mı?
Bu topraklarda sadece Türkçe yazılmadığını hatırlamak gerek. Edebiyat dendiğinde sadece Türk dili ve edebiyatını değil, Kürtçe, Ermenice, bulabilirsem Süryanice, bu topraklarda kullanılan tüm dilleri ele almak isterim. Benim değişik dillerde şarkılar yapma sebebim de budur, bu topraklarda yaşayan başka diller var ve o dillerle oluşan bir edebiyat geleneğine yaslanıyoruz.
Mehmed (Uzun) abinin Hawara Dîcleyê adlı kitabında manzum yazılmış bölümler vardır. Vefatından yıllar önce bir sohbetimizde bunları bestelememizi istemişti. O dönem araya giren işler nedeniyle mümkün olamadı. Daha sonra ben kendisinden izin alıp romandaki manzum yazılmış bir bölümü bestelemeye başladım. Müziğini taslak düzeyinde bile maalesef Mehmed abiye yetiştiremedim, dinlemesini isterdim.
Geçmişte Mahzuni Şerif’in ölümü üzerine aşık geleneğini sorguladığınız bir yazınızda “genç Alevi müzisyen kuşağının aşık geleneğini yaşatması”ndan söz ediyorsunuz. Bu albümde de bir Davut Sularî parçası yer alıyor. Aşık geleneğinde kendinizi bir yere koyuyor musunuz?
Öyle bir çabam yok, iddiam da yok. Davut Sularî’yi seçmemin sebebi farklı. Sularî, at sırtında sazıyla dolaşan, cemlere giden bir ozan. Mahzuni aşık müziğinin son büyük temsilcisi olarak kabul edilebilir ama “gezgin, aşık-dede” anlamında da Davut Sularî o geleneğin son temsilcisidir. Esasen Dersimli bir aşıktır ve ana dili Zazaca’dır ama ürettiği eserlerin çok büyük bir bölümü Türkçe. Türk halkının diline büyük katkılarda bulunmuştur. Kendi anadilinden okuduğu şarkılar ise genelde bilinmez, zaten birkaç tanedir. Bu kimliğinin bilinmesini istedim özellikle. Çünkü halklar arasındaki kültürel geçişler böyledir, örneğin Yaşar Kemal Türk dilini zenginleştirmiştir ama Kürttür, herkes bilir. Davut Sularî de Türk diline önemli katkılar sunmuştur ama esas kimliği farklıdır, kardeşlik adına bu da bilinsin.
Aşık Mahzuni’ye gelirsek, onun ölümü üzerinden sorduğum soru şuydu; “80’lerden sonra Alevi müzisyenler şehre geldi. ’90’ların koşullarında kent ortamında, Alevi kültüründeki aşık geleneğinin üstlendiği işlev yeni zamanlarda nasıl karşılanabilir?” Burada da 80’li yıllarda yetişmiş, 90’larda ilk ürünlerini vermiş, 2000’lerde ise olgunluk dönemini yaşayan Alevi genç müzisyenler akla geliyor. Kalan Müzik’ten çıkan Kızılbaş albümlerinde saz