“Eğer isyan etmeseydik, şu an benimle konuşuyor olmazdınız, değil mi? İki ay önce iki bin kişi Scotland Yard’a yürüdük. Hepimiz siyahtık, barışçıl bir yürüyüştü sonra ne oldu? Basında hiçbir şey yer almadı. Dün gece biraz isyan ve yağma oldu, ve etrafınıza bir bakın” ‘İsyan’, son iki yıldır hem Arap dünyasının hem de Avrupa’nın en popüler […]
“Eğer isyan etmeseydik, şu an benimle konuşuyor olmazdınız, değil mi? İki ay önce iki bin kişi Scotland Yard’a yürüdük. Hepimiz siyahtık, barışçıl bir yürüyüştü sonra ne oldu? Basında hiçbir şey yer almadı. Dün gece biraz isyan ve yağma oldu, ve etrafınıza bir bakın”
‘İsyan’, son iki yıldır hem Arap dünyasının hem de Avrupa’nın en popüler gündelik terimlerinden. Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya, Tunus, Mısır, Libya vs vs… Sokakların dünyanın dört yanında aynı dönemde böylesine hareketli olması tesadüf mü? Ekonomik krizin dalga dalga vurduğu ve en fazla yoksulları ve çalışan kesimleri etkilediği dünyada öyle olmasa gerek.
Arap ülkelerinin ilaveten kendine has politik gündemleri olsa da Avrupa’da yaşananlar öyle benzer ki. Kıtanın hemen hemen tümüne hakim sağ iktidarlar kamu hizmetlerini piyasalaştırma ve özelleştirme, sosyal yardımları yok etme, büyük şirketlere ve bankalara kaynak akıtma gibi neo-liberal uygulamalarını ekonomik krizle birlikte derinleştirmiş durumda. İngiltere de bu ülkelerden biri. Bugünün isyanın temelinde de bu politikalar ve bunların yarattığı ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlar yatıyor.
İsyan halkası öğrencilerle başlamıştı
İngiltere sokaklarını birkaç gündür kasıp kavuran getto isyanları aynı sorunlardan muzdarip toplum kesimlerinin isyan dalgasının son halkası aslında.
Ülkede ilk olarak geçen yıl üniversite öğrencileri sokaklara dökülmüştü. Kasım ayında hükümetin ‘tasarruf’ planı kapsamında üniversite eğitim bütçesinde yüzde 40 dolayında tasarruf yapmak ve harçları 9000 Pound’a kadar çıkarmak istemesi üzerine sosyal medyayı da kullanarak örgütlenen yüz binlerce öğrenci sokağa çıkmıştı. Yine bugünkü gibi medyanın nereden çıktığına anlam veremediği ve günler süren eylemlerin en büyüğü Londra’da gerçekleşmiş, öğrenciler Muhafazakar Parti binasını işgal etmiş, camlar inmiş, eşyalar tahrip edilmişti.
Yıl içindeki irili ufaklı eylemlerin ardındansa bu yılın 26 Mart’ında son yılların en büyük işçi eylemi gerçekleştirilmişti. Hükümetin işten çıkarma planlarını da içeren kamu kesintileri planına karşı sendikalar öncülüğünde gerçekleştirilen eylemler kapsamında yalnız Londra’da beş yüz bin kişi yürümüş, bazı göstericiler banka ve büyük mağazaların camlarını kırmış, polisle çatışmıştı.
Son olaraksa 30 Haziran’da emeklilik haklarındaki kesintileri protesto eden 750 bin kamu emekçisi ülke çapında greve gitmiş, ülkenin dört yanında sokak eylemleri düzenlenmişti. Görüldüğü gibi farklı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi İngiltere’de de sokaklar hareketliydi. Sokağa son çıkan da yoksul mahallelerin gençleri ve göçmenler oldu.
İşsizlik, yoksulluk, aidiyet sorunu ve geleceksizlik
Londra’nın Totenham, Hackney, Harringey gibi benim sıklıkla gittiğim bölgelerini bilenler bu isyanlara hiç şaşırmadı. Aslında uzun bir süredir kentin bu mahallerinde bir enerji birikmesi yaşanıyordu. Gözle görülen sosyal sorunları araştırma sonuçları da ortaya koyuyor. Kentte işsizlik yüzde sekizi geçmiş durumda. Gençlik arasındaki işsizlikse yüzde 23 civarında.
Olayların başladığı Totenham’da her iki işsizden biri genç. Gençlerin yüzde 40’ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Yine olayların yaşandığı yerlerden Hackney ve Tower Hamlets ülkeden işsizliğin en yüksek olduğu belediyeler. Kentin bu kesimleri hükümetin kesinti politikalarından da en fazla etkileneni etkilenecek yerleri arasında.
Gençlere çeşitli eğitimler vermekten sosyal, kültürel aktiviteler düzenlemeye kadar çeşitli işlevleri olan Gençlik Merkezleri kesinti politikaları kapsamında bir bir kapanıyor. Harringey’deki 13 merkezden sekizi kapanmış durumda. Bu, gençlerin sosyal ortamlarının azalması, kendilerini geliştirme haklarının yok olması ve çetelerle daha fazla içli dışlı olmak zorunda kalmaları anlamına geliyor. Bu gençler evlerinin birkaç kilometre ötesinde zenginlerin ultra-lüks bir yaşam içinde olmalarınaysa doğal olarak tepkili.
Sürekli tüketimin medya ve reklamlar aracılığıyla pompalandığı, mülk zenginlerinin yanı başlarında olduğu bir ortamda gençler sürekli mülksüzleşiyorlar ve dolayısıyla da kendilerini topluma ait hissetmiyorlar. İstatistikler gösteriyor ki İngiltere 1930’lardan beri en adaletsiz dönemini yaşıyor. Londra’nın en zengin yüzde 10’luk kesimi en fakir yüzde 10’luk kesiminden 273 kat daha fazla kazanıyor.
Ayrımcılık ve polis baskısı
Birçok kişiye göre İngiltere, etnik köken sorununu aşmış bir ülke. Ama gerçek hiç de öyle değil. Hele ki polisin bakışı bağlamında. Londra’da olayların yaşandığı bölgelere gittiğinizde gündüz vakti dahi gençlerin sürekli kimlik kontrolünden geçirildiğini görürsünüz ve onların çoğu siyah gençlerdir.
Guardian gazetesinin yayınladığı verilere göre İngiltere’de siyahların beyazlara oranla polis tarafından durdurulma ve aranma oranı 26 kat daha yüksek! 2005 ve 2009 yılları arasında polisin arama yaptığı Asya kökenlerin sayısı yüzde 84 siyahların sayısıysa yüzde 51 artmış.
Polis verilerine göre bu yılın Ocak ve Mayıs ayları arasında Totenham’da 5497 kişi durdurulup aranmış. Aramalarda, özellikle de ev baskınlarında sürekli ölüm olayı yaşanıyor. Bağımsız Polis Şikayetleri Komisyonu’nun verilerine göre 1998’den bu yana gözaltı sırasında 333 kişi polis tarafından öldürülmüş ve hiçbir olayda polis ceza almamış.
İsyan mı yağma mı?
İşsizlik, yoksulluk, geleceksizlik, sürekli potansiyel suçlu muamelesi görme… Bütün bunların bir isyana neden olmasını anlamak çok zor olmamalı.
İngiltere basını ısrarla olayların çetelerin işi olduğunu söylese de az sayıdaki aklıselim yazar, akademisyen ve politikacı bu olayla büyük bir sosyal yaranın görünür olduğunu öne sürüyor. Olaylardaki ayrıntılar medyanın genellemelerini alt üst ediyor.
Totenham’daki ilk eylemden bu yana siyahların yoğun olmasıyla birlikte her etnik kökenden genç eylemlere katılıyor. Eylemcilerin arasındaki beyaz İngiliz sayısı sanıldığından fazla. Sadece erkekler değil kadınlar da var. Medya 14-15 yaşındaki eylemcileri ön plana çıkarsa da çoğunluk yirmili yaşlarında.
Yağma olaylarındaysa yine medyanın pek değinmediği önemli bir ayrıntı var. O da yağma edilen ürünler arasında et, sebze konserveleri gibi temel besin maddelerinin de olması.
Yağma ve şiddet meselesi konusunda tüm İngiliz kamuoyu aynı soruyu soruyor: “Tepkinizi barışçıl gösterilerle ortaya koyamaz mıydınız?” Soru tutarlı, ama İngiliz ITV kanalında bir muhabirin bu minvaldeki bir soruya bir eylemcinin yanıtı da bir o kadar öyle: “Eğer isyan etmeseydik, şu an benimle konuşuyor olmazdınız, değil mi? İki ay önce iki bin kişi Scotland Yard’a yürüdük. Hepimiz siyahtık, barışçıl bir yürüyüştü sonra ne oldu? Basında hiçbir şey yer almadı. Dün gece biraz isyan ve yağma oldu, ve etrafınıza bir bakın.”
Sol kesimlerse yine de isyanlarda ‘daha fazla’ politik söylem bekliyor. Ama unutmamak gerekiyor ki bu isyanlar Margaret Thatcher dönemiyle birlikte sendikaların sistem içine çekildiği, İşçi Partisi dışındaki solun marjinalize edildiği, atomize edilmiş bir toplumsal ortamda yaşanıyor.
Sokağını koruma duygusu ve Türkiyeliler
Bu arada Türk basınında epey yer bulduğu üzere Türkiye kökenli Türk ve Kürt esnaf toplulukları dükkânlarını korumak için kendi önlemlerini kendileri aldı. Salı gecesi olayları takip etmek üzere geç saatlere kadar kentin farklı bölge
lerini gezerken Dalston Junction’da bu bekleyişi de izledim.
Yaklaşık 150 kişi mahallenin girişinde bekliyor, bazı İngilizler ve farklı etnik kökenden esnaflar gelip onlara desteklerini sunuyor, kalabalık bir grup gençse ellerinde biralarla çıkacak olayları izlemek için çevrede bekliyordu. Konuştuğum esnaflar polisin yetersiz kaldığından yakınıyor ve bu yüzden beklediklerini söylüyordu. Polis ara sıra gelip bu kadar kalabalık beklemelerine gerek olmadığı yönünde onları uyarıyor ama kimse dinlemiyordu.
İşin garibi bazı İngilizler’in desteği ve Türk basınının haberleriyle esnafların bir bölümü dükkanlarını koruma psikolojisinden öte savaşma psikolojisine girmişti. Bu durumun farklı etnik gruplar arasında kavgalara neden olma ihtimalini düşünmemek işten bile değil. Hele ki ırkçı EDL (İngiliz Savunma Birliği) üyelerinin de savunma için sokaklara ineceklerini açıklamasından sonra.
Gergin bekleyiş
Bu yazının yazıldığı gün (Cuma) tüm İngiltere’de ortalık sakindi ama gergin bekleyiş hala sürüyordu. Londra’da elektronik eşya satanından kuyumcusuna birçok mağazanın önünde hala çelikten veya tahtadan bariyerler var. Sokaklar yine polis dolu. Polis helikopterleri yine ara ara etrafta dolanıyor. İnsanlar arasındaki en önemli sohbet konusu hala isyanlar. Bazı politik gruplar haftasonu için eylem hazırlıkları yapmış durumda. İsyanlar önümüzdeki günlerde belki dinecek belki sürecek ama şimdiye kadar yaşananlarla Avrupa kapitalizminin merkezinde en alttakilerin sorunları artık üstü kapatılamaz hale gelmiş durumda. Ve birinin yediği birinin baktığı bu adaletsiz ortamda kıyametin elbet yeniden kopacağını tahmin etmek de güç değil!